Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema En iyisinden en kötüsüne Quentin Tarantino filmleri
        1

        Quentin Tarantino'nun yazıp yönettiği “Bir Zamanlar Hollywood'da” (Once Upon a Time in... Hollywood) 2019 yazının en çok merak edilen filmlerinden biriydi. 1969 yılında Hollywood'un Altın Çağı'nın son dönemlerinde geçen ve gerçek olaylarla hayali bir öyküyü birleştiren film, dünyada olduğu gibi Türkiye'de de seyircileri ikiye böldü. Habertürk sinema yazarı Mehmet Açar, tüm sinemaseverlerin “Bir Zamanlar Hollywood'da”yı konuştuğu şu günlerde Quentin Tarantino filmlerini en iyisinden en kötüsüne doğru sıraladı...

        2

        1. Kill Bill 2003-2004

        “Vol.1” ve “Vol.2” başlıklarıyla iki ayrı bölüm halinde yaklaşık 6 ay arayla gösterime girmiş olsa dahi özellikle bu tür seçkilerde tek film olarak kabul ediliyor... Sonuçta, tek bir ana karakterin hikâyesini anlatan, toplam 4 saat 8 dakikalık bir film... Hikâye, Uma Thurman'ın oynadığı Gelin karakterinin, Bill ve eski çetesinden aldığı intikam üzerinden şekilleniyor.

        3

        Gelin, yıllar önce düğün törenini basarak davetliler dahil herkesi öldüren çete mensuplarıyla tek tek hesaplaşıyor. Tarantino hesaplaşma sahnelerinin tümünü birbirinden farklı anlatım stilleriyle çekiyor. Hong Kong ve Japon usulü dövüş filmlerinin yanı sıra western esintileri de var filmde. Japon mangası tarzında animasyon bir bölümün de yer aldığı film, 1970'lerin dövüş filmleri geleneğine bir saygı duruşu niteliği taşıyor. Tutkuyla çekilmiş başdöndürücü bir sinema gösterisi...

        4

        2. Ucuz Roman 1994 (Pulp Fiction)

        Tarantino'nun hikâyesini Roger Avary ile birlikte yazdığı film, Los Angeles suç dünyasına götürüyor bizi... İki tetikçi, iki nevrotik restoran soyguncusu, bir boksör ve mafya patronunun güzel eşinin dahil olduğu öyküler; Tarantino'nun zaman içinde sürekli olarak ileri geri gidip gelen sürprizlerle dolu hikâye kurgusuyla iç içe geçiyor... İroni, kara mizah, şiddet, ucuz felsefe ve ahlak tartışmaları; sapkınlık, gizem ve dünyanın en geveze tetikçilerinin yaptığı geyik muhabbetleri, Amerikan popüler kültürüyle harmanlanıyor...

        5

        Tarantino'nun sanki bir daha hiç film çekmeyecekmiş gibi büyük bir tutkuyla yazıp çektiği sahnelerin çoğu mükemmel... Filmi sadece bir kez seyretseniz dahi birçok sahneyi unutmanız mümkün değil.

        6

        3. Rezervuar Köpekleri 1992 (Reservoir Dogs)

        1987'de amatörce çektiği siyah beyaz “My Best Friend's Birthday”i saymazsak Tarantino'nun ilk resmi uzun filmi... Özellikle lineer akışı ters yüz eden hikâye kurgusu, diyaloglara verdiği önem ve karakterleriyle 1990'lar sinemasının ortasına bir bomba gibi düşmüştü... Film polisin önceden haber aldığı bir soygunun farklı aşamalarını farklı zaman kesitleri arasında gidip gelen bir kurguyla anlatıyor.

        7

        Hikâyenin can alıcı noktası ise ekibe sızan bir “köstebek”le ilgili... Soygun sonrasında ekipteki sivin polisin kimliğinin deşifre olmasıyla birlikte “buluşma yeri”nde yaşananlar, gerilim filmlerini aratmayacak cinsten... Tüm Tarantino filmografisi içinde en sağlam ve etkileyici hikâyeye sahip film olduğu söylenebilir.

        8

        4. Jackie Brown 1997

        Tarantino'nun belki de en ağırbaşlı, sakin ve realist filmi... Bunun en önemli nedeni, bir Elmore Leonard uyarlaması olması... Leonard, Tarantino'nun özellikle “Pulp Fiction”ı yazarken esinlendiği bir isim... Bu film aynı zamanda 1970'li yılların “blaxploitation” adı verilen filmlerine bir saygı duruşu niteliği de taşıyor.

        9

        “Blaxploitation”, başrolünde Afrika kökenli Amerikalıların oynadığı düşük bütçeli polisiye, macera ve suç filmlerine verilen genel bir ad. Öte yandan, “Jackie Brown”ın 1970'lerin istismar (exploitation) sinemasının ucuz estetiğine bire bir bağlı olduğunu söylemek zor. Tam aksine, prodüksiyon kalitesi yüksek, dram yanı sağlam, karakter ağırlıklı nitelikli bir suç filmi olduğu söylenebilir...

        10

        5. Soysuzlar Çetesi 2009 (Inglourious Basterds)

        Churchill, Hitler ve Goebbels gibi tarihi şahsiyetlerin de dahil olduğu hikâyeyi, oyuncuların şov yaptığı bol konuşmalı sahnelerle telaşsız bir biçimde geliştiriyor Tarantino... Her şey Goebbels'in çektirdiği “Ulusun Gururu” adlı şovenist bir Alman filminin Paris galasında, direnişçilerin düzenleyeceği bir suikastla ilgili...

        11

        Filmin meselesi “İyi sinema ve cesur sinemacılar, direnişçilerle birlikte Nazileri yener” diye özetlenebilir. Tarantino'nun asıl derdi, karakterlerin uzun uzun konuştuğu, ince bir mizah duygusuyla gerilimi harmanladığı sahneleri peş peşe dizmek aslında... İlk seyrettiğimde biraz hayalkırıklığı yaratmış olsa da yıllar içinde “Zincirsiz” ve “The Hateful Eight” gibi tiyatro kokulu diğer filmlerine oranla daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Özellikle 2. Dünya Savaşı ve karakterlerin trajik öykülerinin filme farklı bir derinlik verdiğini düşünüyorum.

        12

        6. Bir Zamanlar Hollywood'da 2019 (Once Upon a Time in... Hollywood)

        Tarantino'nun “Soysuzlar Çetesi”yle başladığı çok uzun diyaloglu, “tiyatro sahneleri” yazma tutkusuna ara vererek hayanlarına biraz olsun nefes aldırdığı film, 1969 yılında Hollywood'un Altın Çağı'nın son döneminde geçiyor.

        13

        Tarantino, gözden düşen eski western yıldızı Rick Dalton ve dublörü Cliff Booth adlı iki hayali karakteri, Roman Polanski ile Sharon Tate'in oturduğu evin yan komşusu olarak çıkarıyor karşımıza... Film, Hollywood'un en acı günlerinden biri olan 9 Ağustos 1969'da ve öncesinde yaşananları “Soysuzlar Çetesi”ni andıran hayali bir kurguyla sinemalaştırıyor. Diğer bir deyişle, Tarantino gerçekle kurmacayı birbirine karıştırarak her şeyi “gönlüne göre” kurguluyor. Özellikle prodüksiyon tasarımı ve görüntü yönetimiyle seyre değer bir dönem filmi...

        14

        7. Zincirsiz 2012 (Django Unchained)

        Bir Tarantino westerni... İç Savaş'tan iki yıl önce, köleliğin hüküm sürdüğü ABD'nin güney eyaletlerindeyiz... Bu gerçekçi atmosferin içinde karşımıza çıkan ödül avcısı Dr. King Schultz (Christoph Waltz) adlı tuhaf karakterin düzgün ve uzun cümlelerle konuşmasıyla birlikte, “Tarantino dünyası”nın içine düşüyoruz.

        15

        Silahşör köle Django'nun (Jamie Foxx) Schultz ile birlikte kaybettiği eşi Broomhilda’yı araması, Tarantino'nun kendi western fantazisini yaratmasına vesile olan bir intikam öyküsü sunuyor bize. Bir önceki filmi “Soysuzlar Çetesi”nde Nazi'lerden intikam alarak seyirciyi deşarj etmeyi hedefleyen Tarantino, aynı işlemi bu kez ırkçı güneylilere uyguluyor. Schultz ve Django, bilgisayar oyunlarının kan fışkırtan grafiklerini hatırlatan biçimde film boyunca o kadar çok ırkçı beyazı öldürüyor ki saymak mümkün değil.

        16

        8. The Hateful Eight 2015

        Tarantino'nun kendini muhabbetin şehvetine kaptırdığı filmlerinden biri... Açılış bölümünde, Ennio Morrico'nun harika soundtrack'i eşliğindeki posta arabası sahnesine, o muhteşem kar manzaralarına ve Robert Richardson imzalı geniş perde kadrajlarına sakın aldanmayın! Bir süre sonra öykü Minnie'nin dükkânına kilitleniyor ve “Tarantino Tiyatrosu” zaman - mekân birliğine kavuşarak diyaloglar eşliğinde ilerlemeye başlıyor. Tarantino gerilimi, karakterler ve diyaloglar üzerinden sabırla inşa edip, zirveye doğru taşıyor.

        17

        Western seyretmeye gelenlerin “silahlar ne zaman patlayacak, kim kimi öldürecek” gibi sinemasal haz almaya yönelik beklentilerini, finale kadar görmezlikten geliyor. İç Savaş sonrasının Kuzey – Güney gerilimi ve ırkçılık bütün filme damgasını vuruyor. Abraham Lincoln ise bir çeşit birleştirici simge olarak öyküde özel bir işleve sahip. Filmin karakterleri ise ödül avcıları, kanun kaçakları ve eski askerlerden oluşan, kendi çıkarlarını kollayan bir avuç anti – kahramandan oluşuyor...

        18

        9. Ölüm Geçirmez 2007 (Death Proof)

        1970'li yılların “ucuz B filmi estetiği”ni her şeyiyle “bire bir” uygulamaya çalışan “Death Proof”, “ölüm geçirmez” otomobiliyle genç kadınları öldüren bir dublör ve onun kendine av olarak seçtiği dört kadının hikâyesini anlatıyor... “Death Proof”, ABD'de Robert Rodriguez'in “Planet Terror” filmiyle aynı salonda peş peşe gösterilmişti. İki yönetmenin “istismar sineması”na olan tutkularının sonucu olarak gerçekleşen bir projeydi...

        19

        Her ikisi de “istismar sineması”na yeni bir yorum getirmek için uğraşmamışlar, sadece o filmlerin bir benzerini çekmeye çalışmışlardı. “Ölüm Geçirmez”, bence kadın bedenini arzu nesnesi haline getiren kamera kullanımı başta olmak üzere her şeyiyle yaratıcılıktan uzak pespaye bir istismar filmiydi. Buna rağmen Cannes'da yarışmaya kabul edildi ve Türkiye dahil birçok ülkede filmi zekice yapılmış bir şaka gibi gören eleştirmenleri kendine hayran etmeyi başardı.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ