Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya Ufuk Güldemir'in katıldığı son program

        Melih Meriç: Basın Kulübü’nden iyi akşamlar. Sevgili seyirciler, öncelikle bayramınızı kutluyoruz. Değerli izleyiciler bugün Basın Kulübü’nde aslında benim bu programa başladığım günden bu yana konuk etmeyi çok çok arzu ettiğim bir konuğum var. Habertürk Yönetim Kurulu Başkanı Ufuk Güldemir. Sadece benim patronum olduğu için değil.. Açıkçası bugün bu meslekte hâlâ bulunmama neden olan ve neyim varsa bu meslek konusunda harcamaya motive eden bir neden o. Bu güne kadar hep bir biçimde erteledi. Bu teklifimi hep en kabul edebileceğini düşündüğüm zamanlarda yaptım ama muhakkak çok makul bir cevabı oldu. Demek ki nasip bu güneymiş. Basın Kulübü’nün artık dördüncü yılına girerken, üç yıl önce başlarken çok arzu ettiğim konuğumu bugün ağırlıyorum. Ufuk bey hoş geldiniz Basın Kulübü’ne..

        Ufuk Güldemir: Teşekkürler

        Melih Meriç: Bu arada tabii benim için çok değerli ama aynı zamanda Basın Kulübü için de bunun bir anlamı var çünkü Basın Kulübü programının fikir babası da Sayın Ufuk Güldemir. Bu açıdan da Basın Kulübü de yıllar sonra kendisinin fikir babasını da ağırlamış oluyor.

        Değerli izleyiciler Ufuk Güldemir’i aslında kiminiz çok iyi tanıyor, kiminiz az tanıyor.. Kiminiz özellikle son zamanlardaki söyleşilerinden fark ettiniz.. Kiminiz de aslında biliyor ama araya giren uzun dönemde pek televizyon ekranlarına çıkmadığı için belki de unuttunuz. Oysa 90’lı yıllarda özel televizyonlarda yaptığı analizlerle, unutulmayacak analizlerle neredeyse hepimizin aklında yer edinmişti. Ben birazdan o analizlerden birisini size izleteceğim ve hatırlamayan birçok kişi, “Aa.. Ben hatırlıyorum. Ben bunları izlemiştim” diyecek diye düşünüyorum. Onunla konuşacağımız çok şey var çünkü, Türk medyasının son çeyrek asrının tam ortasında yer aldı. Belli başlı büyük medyalarda yöneticilik yaptı. Sonra kendi medyasını kurdu. İşte bu izlediğiniz Habertürk, Ufuk Güldemir tarafından kuruldu. Hem gazetecilik tarafını gördü hem de patronluk tarafına geçti. O nedenle soracak çok, çok şey var . Ve bu Basın Kulübü’nde benimle beraber Ufuk Güldemir’e sorular yöneltecek olan çok, çok değerli gazeteciler var. Onlar da hemen hemen bu dönemi ve daha fazlasını bilen kişiler. En baştan başlayalım; Habertürk Yönetim Kurulu Üyesi Ankara Temsilcisi Taki Doğan burada, yanında uzun yıllar Cumhuriyet’te de Ufuk Bey’le çalışan gazeteci Ahmet Tan var ve yanında hepimizin ‘Leyla Abla’sı Leyla Umar var, hepimizden en fazla deneyimli olan ve nasıl başladığını nasıl devam ettirdiğini çok iyi bilen birisi.. Yanında Habertürk Genel Yayın Müdür Yardımcısı ve ana haber anchorman’i Murat Ongun var. Onun yanında şu an Vatan Gazetesi yazarı ve yine televizyondaki programlarına devam eden Sayın Reha Muhtar var.. Onun yanında Star Haber Genel Yayın Yönetmeni Erdoğan Aktaş var. Basın Kulübü başlıyor ama ben daha önce size söylediğim taahhüdü yerine getirmek istiyorum ve size, sizin çok bildiğiniz, tanıdığınız Ufuk Güldemir’i hatırlatmak istiyorum. 1996 yılına gidelim, o zaman da laiklik tartışmaları var bakın Ufuk Güldemir o zaman yaptığı analizinde Show TV’de neler söylemiş.

        Ufuk Güldemir’in 1996 yılındaki analizi;

        En büyük sorunlarımızdan birisi ne biliyor musunuz? Türkiye’deki bu kabuğunu yırtma arayışını, gerçek demokrasi ve laiklik özlemini doğru tahlil edemeyenler. Sanki Türkiye elden gidiyormuş havası yaratmanın bize ne kadar büyük zarar verdiğini hiç düşündünüz mü? Şimdi size acı bir örnek vereceğim elimdeki gazete Wall Street Journal’in geçen pazartesi günü yayınlanan sayısını fotokopisi, bu gazete dünya finans çevrelerinin en yakından takip ettiği yayın organlarından bir tanesidir, ülkelerin imajlarını değiştirecek etkileyecek güce sahiptir. Ve öylesine seçicidir ki, birinci sayfasında sadece üç tane uzun haber yayınlar. Geçen pazartesi bu üç haberden bir tanesini Türkiye’ye ayırdı, başlığı şöyleydi, “İslamcı partinin İstanbul zaferi radikal Türkiye korkusu yarattı”. Haberin referans kaynakları neydi biliyor musunuz? CIA falan değil, bizim aydınlar.. Yazar Barry Newman İstanbul’da Türklerle konuşarak hazırlamış bu yazıyı içinde sürekli İran’a döneceğimizden, mini etekli kızların dövüldüğünden bahsediyor. Yazısı okuyanın aklındaysa, istikrarsız, karışıklıklara gebe bir Türkiye kalıyor. Soruyorum size şimdi; siz bir yatırımcı olsaydınız ve Türkiye’de iş yapmaya niyetiniz olsaydı bu yazıdan nasıl etkilenirdiniz? İşte Türkiye’nin sorunu burada yatıyor.. Laik kesim dindar kesimi anlamaya çalışmıyor. Hepsini aynı kefeye koyarak gerici, yobaz muamelesi yapıyor. Yarattıkları bu taassup da tam aksine şeriat özlemini tırmandırıyor. İslami kesim de her laikliği savunana düşman gözüyle bakınca, ipler geriliyor ve dışarıya Wall Street’deki bu yüzeysel izlenimler yansıyor. Ve Türkiye’nin rüzgarı çalınıyor. Yani bize zarar verenler dışarıda değil içimizde, bizzat kendimiziz. Oysa biz gerçek laikliğin hoşgörüsünü egemen kılarsak demokrasi anlayışımıza o zaman hem dinine bağlı insanları rencide etmeyiz, hem şeriatçılığı önleriz, hem de Türk ekonomisinin önünü açarız. Ve şimdi bu yüzden diyoruz ki demokrasiye ve gerçek laikliğe sahip çıkalım, geleceğimizi ister İslami, ister asli yaşam tarzımızı güvence altına almak istiyorsak demokrasi ve gerçek laiklikten başka çaremiz yok. Türkiye herkese yeter.

        Melih Meriç: 1996 yılında böyle söylüyorsunuz, hemen hemen bügün de aslında güçlü bir biçimde söylenebilecek şeyler Ufuk Bey. Bu arada bütün bu uzun hayat hikayesinin bu son aylardaki bölümünde çok tatsız bir rahatsızlık da geçirdiniz. Hep beraber yaşadık. Bu süreci de anlatırız bunları da konuşacağız. Kuşkusuz en acımazsı hastalıklardan bir tanesi kanser. Tıpkı bu analizde verdiğiniz tepki gibi, kansere karşı da çok cesur ve dirayetli bir mücadele verdiniz. Bunları hep konuşacağız.. Ben izleyicilere bir şey söylemek istiyorum, aslında bu programa çok sayıda gazeteci katılmak istedi, ben yer darlığı nedeniyle bunun ne kadar mümkün olamayacağını anlattım ama bir kişinin özellikle katılmasını istedim, buradaki gazetecilerin arasına o da Uğur Dündar’dı. Çünkü sizin Babıali’de çok polemiğiniz oldu. Bunlardan bir tanesi de Uğur Dündar’la. O nedenle o da bulunsun istedim, kendisine de bu daveti yaptım. Kayıtlara geçmesi için değerli izleyiciler yazılı olarak bu daveti kendisine faksla yaptım. Teyitlerini aldım ama şu ana kadar herhangi bir cevap da alamadım. Bu uzun girişin ardından size gelelim Ufuk Bey, önce şunu sorayım, belki sizinle ilgili değil de, ben bu vesileyle oturdum sizin analizlerinize baktım, neler söylemişsiniz, Türkiye’yi nasıl analiz etmişsiniz neler konuşmuşsunuz, bugüne baktım aynı meseleler devam ediyor. Hala düşünce özgürlüğü, laiklik, ifade özgürlüğü tartışmaları var. Tahmin ediyorum siz uzunca bir süredir analizlerinize yakın zamanda bakmadınız. Peki siz şimdi Türkiye’ye bakınca, “Boşa mı konuşuyoruz bu kadar konuşmuşuz”, ne düşünüyorsunuz, ne hissediyorsunuz merak ediyorum.

        Ufuk Güldemir: Ne düşünüyorum biliyor musunuz? Eskiden böyle düşünüyordum. Eskiden biz boşa konuşuyoruz diye düşünüyordum. Cumhuriyet’in Amerika temsilciliğini yaptığım yıllarda gazeteler böyle internetten okunamazdı. Taze gazeteyi ancak uçağa bindiğimizde bulurduk. Her seferinde gazetede yine aynı tartışma, yine aynı tartışma ve Türban, şu, bu.. Buna biraz içerlerdim, üzülürdüm. Türkiye çok enerji kaybediyor diye üzülürdüm. Fakat bugün baktığımda bunun öğrenme süreci olduğunu düşünüyorum. Bazılarımız daha çabuk öğreniyor, bazılarımız daha geç öğreniyor. Bu demokrasinin bir erdemidir. Yani demokrasi de çok hızlı olmuyor ama sağlam oluyor. İnsanlar laikliği öğreniyor. Bize laiklik öğretildi, bir üst kurum, şimdi yerleşiyor, yerleşme süreci. Dolayısıyla ben bunları 10 sene önce söyledim ama ben o zaman azınlık arasındaydım, şimdi bunları birçok insan söylüyor. Dolayısıyla biz kazanıyoruz makul insanlar, makulden yana olanlar, normallikten yana olanlar… Çoğunluk ve bunların kazandığını düşünüyorum ben . Aşırılık demokrasilerde yaşamıyor.

        Bir şey daha sorayım bu arada.. Nasıl hissediyorsunuz kendinizi sağlık olarak?Melih Meriç:

        Sağlık olarak tabii ben iyi hissediyorum ama, iyi hissetmekle iyi olmak iki ayrı şey. İyi hissetmek güzel ama iyi hisseden herkes iyi olmayabilir. Benim durumunda olduğu gibi. Ben iyi hissediyorum ama yüzde yüz iyi değilim. Bunu biliyorum ama iyi olma mücadelesi veriyorum asıl önemlisi bu. Sağlık olarak da iyi olmaya çalışıyorum.Ufuk Güldemir:

        Ben genelde iyi görüyorum size de.. Diyorum ki acaba bize hissettirmemek için mi, “Üzülmeyin” demek için mi? diye özellikle sormak istedim bunu size..Melih Meriç:

        Ben iyi hiseediyorumUfuk Güldemir:

        Bu fena değil demektir, buyurun bir soru alayım, Reha Bey.. Melih Meriç:

        Medyayla ilgili bir şey soracağım. Geçtiğimiz günlerde yayınlana bir röportajında, bir soruya.. Muhabirlikten başladın ve bir medya grubunun patronluğuna kadar geldin. Bu, muhabirlikten başlayıp genel yayın müdürlüğüne gitmek genelde arada bir görülen bir özellik ama medya patronluğuna gelmek pek bizim mesleğimizde görülen bir özellik değildi. Orda bu patronluk prosedürünü anlatırken bire soruya, “İyi yaptığım işlerden sonra beni ne zaman kovacaklar diye düşünmemek için medya patronu oldum” diyorsun. Senin çok başarılı ve parlak bir meslek hayatın vardı; Türk Haberler ajansı , Cumhuriyet Gazetesi muhabirliği arkasından Washington temsilciliği arkasından İstanbul’da yazı ilerinde çalışman Cumhuriyet’te, araksından Star TV genel yayın müdürlüğü, Show TV genel yayın müdürlüğü, Star TV genel yayın müdürlüğü, Milliyet genel yayın müdürlüğü, Sabah genel yayın müdürlüğü ve şimdi patronluk. Ama tabii bu süreç bu kadar basit geçmedi, o parlak başarılara rağmen gazetelerden ayrılmalar oldu, televizyonlardan ayrılmalar oldu şimdi böylesine parlak bir gazeteci kimliği nasıl olup da her dönem işsiz de kalabiliyor, mesleğin dışında da kalma durumunda kalabiliyor. Sen şu anda kendi müesseseni de gayet iyi götürüyorsun, bu demek ki elbette patronlarının da müesseselerini götürebilirdin, neydi sana bu korkuyu yaşatan şey?Reha Muhtar:

        Hayattaki en büyük idealim patron olmak değildi. Benim en büyük idealim genel yayın müdürü olmaktı. Daha üst bir makam gözümde, hayalimde yoktu. Patron olmak gibi bir idealim yoktu ama ben patron olmak zorunda kaldım. Gazeteci olarak hür gazetecilikle ilgili başarılır mesleki hayatiyet için yeterli değil. Benim eski patronlarıma sorsanız, “Ufuk Güldemir’in gazeteciliği hakkında bir sorun var mı, ne düşünüyorsunuz?” deseniz hepsi parlak şeyler söylerler. Peki, niye olmadı? Ayrı bazı nedenler söylerler. İşte o ayrı şeylere ben ‘My way’ diyorum, onlar benim yolum. Ayrı şeyler nedir? Kiminin ‘huysuz’ diyebileceği benim ise ‘direnç’ diyebileceğim, zaman zaman, şeyler. Kiminin ‘dik kafalı’ diyebileceği, kiminin ‘siyasete aldırmıyor’ diyebileceği unsurlar. Bütün bunlar benim, ‘My way - benim yolum’ dediğim cüzzü oluşturuyor. Dolayısıyla bunlarla gazeteci Ufuk Güldemir’i bir araya getirebileceğim tek yer patronluktu. Yani ben dedim ki, ben hem gazeteci olup, hem de gazetecilikle ayakta kalınabilecek, gazetecilik dışı karakterlerin sorun yaratmayacağı tek alan kendi medyamın sahibi olmak. Yani dik başlılık, kafa tutmak gibi patronlarımın çok hoşuna gitmeyebilecek unsurlar -ki haklıdırlar- onları asla bu konuda eleştirmiyorum. Yani zaman zaman dik başlı olduğumu, inatçı olduğumu kabul ediyorum. Ama bunlar ben’dim, ben’dim, bunlar karakterimin bir parçasıydı. Onlara asla kızmıyorum, tamamen haklarıdır. Ama bu karakterimin özellikleriyle gazeteciliği örtüştürebileceğim kaçınılmaz olarak tek yer patronluktu. Patron olmaktan başka çarem yoktu. Benim için tek çare patronluktu.

        Erdoğan Aktaş: Mesela Melih gelse size kafa tutsa, ya da Melih ‘This is my way Ufuk Güldemir’ dese ne yaparsınız? Yani ben şu sorunun yanıtını arıyorum. Genel yayın müdürü olarak patronla ilişkiler; patron olarak genel yayın müdürü ya da diğer arkadaşlarla ilişkiler?

        Ufuk Güldemir: Şimdi tabii Melih’in bana kafa tutmadığını sanıyorsan, yanılıyorsun. İkincisi sadece Melih değil, Habertürk’te bütün arkadaşlarımız bu konuda tabii söyleyeceklerini söylüyorlar. Fakat, belki benim diğer patronlardan farkım şu: O yoldan geçtiğim için arkadaşlarımın hissiyatına daha iyi anlıyorum. Yani ‘Enterprenor’ olarak değil, gazeteci olarak, işine asılan hırslı bir gazetecinin ne hissettiğini biraz daha iyi anlıyorum diye düşünüyorum. O yüzden herhalde, Habertürk önemli bir biçimde kuruluş kadrosunu hemen hemen koruyor.

        Erdoğan Aktaş: Ben devam edeyim mi soruma.. Tabii şu açıklamayı da yapmak zorundayım, Ufuk Güldemir benim televizyonculuk hocam. Önce bunu belirtip sorumu sormak istiyorum. Hem öğrenci olarak karşısındayım hem de gazeteci olarak karşısındayım çünkü. Merak ediyorum, niçin agresif Ufuk Güldemir olarak tanınıyorsunuz siz? Az öncekini anladık ve doğal hatta. Bu yorumu yaparken belki yanılabilirim. Patronaj, o agresiflikten yana tezat duruşta çoğu zaman. Hoşnutta olabilir çünkü ortaya yeni bir şey çıkacaktır. En azından sonuçtan gidilerek, “Ufuk haklıydı” dediği de olmuştur. Ama baktığımız zaman az önceki cümleyi söylediğimde ‘Ufuk Güldemir benim hocamdır’ dediğimde birçok insanın yüzünün değiştiğini de görmüşümdür. Niçin, çünkü ben de biliyorum ki Ufuk Güldemir asabi de olabiliyor, agresif de olabiliyor. Cümlelerim için özür dilerim farklı terimlerde kullanılabilir ama öyle zannediyorum ki beni anlıyorsunuz. Bunu açıklayabilir misiniz?

        Ufuk Güldemir: Yani şimdi çok şaşıracaksın, şekerim vardı Erdoğan. Ben bilmiyordum bunu gizli şeker hastasıymışım. Yani bunun nedenlerinden bir tanesi bu olabilir. Nitekim daha sonra ortaya çıkan pankreas tümörünün bununla ilgili olduğu düşünülüyor. Bu nasıl şeker hastası? Uzun saatler çalışma, yemek yememe, aniden yiyince ortaya çıkan yüksek şeker bir asabiliği getirmesi son derece mümkün. Ama bu tamamı değil manzaranın, biliyorum. Bu benim de öğrendiğim yeni bir unsur. Benim bildiğim bir yönetim biçimi olarak asabiliği ben uyguladım. Bunu bir yönetim biçimi olarak yöneticiyken yaptım. Benim açımdan yönetim biçimiydi. Daha iyi yönettiğimi daha iyi sonuç aldığımı düşündüm. Kimine göre bu asabilikti, kimine göre düşündüğünü söylemekti.

        Ufuk Güldemir:

        Şöyle bir şey var.. Benim bu soruyla ilgili sormak istediğim şey şu.. Hayatta en, en, en önemli, o an bütün dünya için en önemli şeymiş gibi gösterdiğiniz refleksler var, bir haberdir, bir şeydir neyse... Sonuçta binlerce haber üretiyoruz bir tanesi iyi olur, bir tanesi kötü olur, bir tanesi atlanır... İşte finaldesinizdir, final vuruşu yapacaksınız, “Neden bunu kötü vurdun” diyebilirsiniz. Ama gün içinde bir yığın haber yapılıyor, çok küçük bir haberin kötü olması ya da atlanması bile sizi etkileyebiliyor. Ben şöyle düşünüyorum.. Bu sizin kendinizi hayat motivasyonunuz ile ilgili bir şey mi?. Mesleğe… Gazetecilikle ilgili bir şey sizin tarafınızdan affedilemiyor. Benim için de gazetecilik çok önemli bir şey de, ama bazen “olmaya da bilir” diyebiliyorum. Bu neden oluyor?Melih Meriç:

        Kendimi bu konuda analiz etmem güç. Neden böyle yapıyorum. Neden bir haber için zıvanadan çıkıyorum bunu bilmiyorum. Belki de bunun incelenmesi gerekir. Belki arkadaşlarım daha iyi anlatır. Bilemiyorum. Ufuk Güldemir:

        Kendimi bu konuda çok merak etmiyorum. Bu nedenle analiz edemiyorum diyorum. Niye bu habere bu kadar kızdım diyemiyorum. Salak habere çok kızıyorum ama niye bilmiyorum bu salaklıktan dolayı mı bilmiyorum. Ama basit hatalara kızıyorum, komplike hatalara değil.

        Sizin yolunuzla diğerlerinin yolu nasıl ayrıldı? Medya patronu olarak daha önce çalıştığınız medya patronlarını nasıl görüyorsunuz? Kimden hoşlanıyorsunuz, kimden hoşlanmıyorsunuz? Eski patronunuz Erol Aksoy’la neden anlaşamıyorsunuz?Murat Ongun:

        Melih’in sorduğu soruyu ben sizin muhabirinizken sorardım. “Ya Ufuk bey dünyayı yerinden oynattık bir sürü şey yaptık buna mı, kızıyorsunuz” derdim. Şimdi Ufuk ağabey patronajı nasıl anlıyorsa ben de Star Haber’in başına geçtikten sonra Ufuk Güldemir’i anlıyorum. Anlık tabii.. Erdoğan Aktaş:

        Melih Meriç: Evet Murat.. Ben Reha Bey’in sorusuna verdiğiniz cevabı biraz somutlaştırmak için soracağım, o “My way” dediğiniz durumlardan bize anlatabileceğiniz bir iki örnek var mı? Ayrıca, genel yayın müdürü olarak birlikte çalıştığınız medya patronlarını nasıl görüyorsunuz? Kimden hoşlanıyorsunuz, kimden hoşlanmıyorsunuz. Bunların en iyisi kimdir, mesela Erol Aksoy ile birlikte çalıştınız eki patronunuz neden problemlisiniz?

        İlk soru şeydi Ufuk Bey, sizin yolunuzla diğerlerinin yolu nasıl ayrıldı patron olarak mesela..Melih Meriç:

        Bir kere bütün eski patronlarımdan hiçbirine saygıda kusur etmediğimi söyleyeyim. Bizim binamıza geldiklerinde bile kapıda karşıladım, eski patronlarımın da bu saygımdan memnun olduğunu düşünüyorum ama bazen ufak tefek şeyler olmuş olabilir. Mesela Erol Bey’le.. Bugün baktığımda çok önemli değil belki ama onu yapmasa daha iyi oldu. Bir gün Erol Bey beni evine davet etti. Cine 5 ile ilgili bazı düşünceleri var. Bana Habertürk’te çalışan birisini sordu, almamda bir sakınca var mı diye sordu, ben de var dedim çünkü biz kendimizi toparlamaya çalışıyoruz, yeni televizyonuz, var sakınca dedim. Ben Erol Bey’in evinden çıkıp işe gelene kadar Erol Bey o kişiye iş teklifi yapmış. Ben onun yerinde olsam şöyle düşünürdüm, “Ya bu çocuk yanımda yetişmiş, bugün bir mücadele veriyor, bir TV kuruyor. Ben o kişiyi almasam ne olur, almasam ne olur” ben olsam böyle bakarıdım, Erol Bey böyle bakmadı. Ben kızınca, “Adam alamayacak mıyız? Habertürk’ten” dedi. Alakası yok, ben bir prensipten söz ediyorum ama hem bana sorup hem de bunu yapınca nezaketsizlik olarak gördüm. Ama Erol Bey çok şey öğrendiğim birisidir. Erol Bey’le ilgili düşüncelerimin tamamı bu değil. Erol bey önemli hasretleri olan televizyonculukta öenemli şeyleri bize öğreten birisi.. Bunu Reha’da bilir , Erdoğan da bilir. Erol Bey bize önemli şeyler öğretti, önümüzü çok açtı. Bu açıdan kendisini takdir ediyorum. Ufuk Güldemir:

        Peki diğer patronları nasıl değerlendiriyorsunuz?Melih Meriç:

        Diğer patronlar değerlendirmesini daha böyle somut yapmak bakımından. Patrolarla, “benim doğrultum”, “benim yolum” dolayısıyla sıkıntıya girildi ve “siyaset” sözcüğünü kullandınız.Ahmet Tan:

        Çok güzel bir anekdot geldi aklıma geldi anlatayım mı?Ufuk Güldemir:

        Anlatın ben durayım yerimde..Ahmet Tan:

        Sabah Gazetesi’nde işime son verildiği gün öğleden sonra, sabahleyin Dinç Bey ofise gelip “Bugün çok güzel gazete yapmışsın komutan” dedi. İşte “on the record” herkesin gözü önünde söyledi.Ufuk Güldemir:

        Benim söyleyeceklerimi çok özetlemiş oldun çok teşekkür ederim. Erol Aksoy, İktisat Bankası sahibi okurlar belki bilmeyebilirler.. Hemen arkasından Dinç Bilgin dediniz, bunlar aynı zamanda banka patronları, şu anda da müflis banka patronları acaba o patronların öncelikleriyle bu çatışmanın ortaya çıktığı durumlarda sizin önceliğinizin gazetecilik ve yalnız gazetecilik olmasının bir sonucu mu? Ahmet Tan:

        Medya siyaset ilişkisini Türkiye’de yanlış kurgulanması sebebiyle mi bu işler oldu? Kamuoyu yoklmalarında, mesleklerin saygınlık sıralamasında sıralamasında gazeteciler ve politikacılar en altta yer alıyor. Bunlar birbirlerini aşağı doğru çekiyor herhalde. Birbirlerinin üstüne çıkmaya çalışırken ikisi de aşağı gidiyor. Bunun çatışmasına bireysel olarak maruz mu kaldınız? Çünkü o zaman işin içinde bankacılık var, ticaret var, siyaset var. Sadece gazetecilik yapmak isteyen birisinin kurban olması mı var?

        Kuvvetle muhtemel öyle. Görevin gazeteyi iyi yönetmek... Akıllı olman elbette beklenir ama görev dışı konularda… Şimdi banka sahibi patronlarımı anlıyorum. Ama ben gazeteyi yapmakla yükümlüyüm. O bankaya ne olacağını.. Sonuçta deli değiliz bu hayatın gerçeği, bunu burada söylemekte hiçbir sakınca görmüyorum elbette ben çalıştığım patronlarımın menfaatlerini kollamak için elinden geleni yaptım. Sonuçta hizmet veriyoruz. Elbette deli değilim adamın bankasına taş atacak değilim ama gazetecilik hayatımın merkeziydi. Yani gazete merkezli düşündüm, haber merkezli düşündüm. O banka bundan dolayı bir zarar görüyorsa belki bundan kaynaklanan sorunlar başıma gelmiş olabilir. Sabah’ta böyle bir şey olabilir. Ufuk Güldemir:

        Melih Meriç: Ufuk bey Miliyet’ten ayrıldınız mesela, a anki inisiyatifler, ben okudum biliyorum öyküsünü, bunun bankayla falan bir alakası yoktu herhalde

        Ufuk Güldemir: Milliyet’ten ben ayrıldım zaten, işime son verilmedi. Milliyet başka bir konu, Ahmet Altan’ın işine son verilmek istendi, ben de direnç gösterdim ve ayrılmak istedim, ayrıldım.

        Özünde Ankara gazetecisisin. Ben seni tanıdığımda filoloji öğrencisiydin 17-18 yaşında, sen de hemen sünnete müteakip gazeteciliğe başlayanlardan bir tanesisin. Kişiliğini Ankara gazeteciliği biçimlendirdi. En uzun Amerika deneyimi olan gazetecisisin. Amerika ve Ankara gazeteciliğini biçimlendirdi. ABD gazeteciliği özünde Amerika başkanını devirecek kadar güçlüdür. Diğer patronlardan farkınız bu. Gazetecilik mesleğini fazla abarttığın için mi bu çatışmaları yaşadın?Ahmet Tan:

        Ben öyle düşünmüyorum eğer onu abartsaydım zaten bugün Habertürk ortaya çıkmazdı. Doğru yaptığımı düşünüyorum. Ufuk Güldemir:

        Belki de abarttığın için bağımsız medyanı kurdunAhmet Tan:

        Ama ondan Habertürk doğduAhmet Tan:

        Ahmet Tan: İşte abartmak iyi bazen

        Meslek şovenistliğinin iyi olduğunu düşünüyorum. Mesleğine sahip çıkmak, kurallarını yerine getirmek, bundan böyle bir kurum doğduUfuk Güldemir:

        Aynı şeyi ben de yaşıyorum ama ben de genel yayın yönetmeni olamadım ama milletvekili oldum, mesleğime ihanet ettiğimi düşünebilirsin, ama vekilliğim döneminde ve bakanlığımda yazmayı sürdürdüm hep Ahmet Tan:

        Buradaki eski gazetecilerin arasındayım. 25 yıllık bir dönemim ve sizinle birlikte bir 10 küsür yıllık bir dönemim var. Burada iki farklı olay yaşıyorum. Ercüment Karaca’nın Abdi İpekçi gazetesi, Rahmet Ilıcak, Dinç Bilgin ekolü ve daha sonra da medyaya sonradan giren patronların ekolü var. Ben sizde mesleğimin ilk yıllardaki ekolü daha çok yaşıyorum. Siz de iki farkı bir arada yaşadınız. Siz eski dönemi savunan bir gazeteci misiniz? Bana öyle geliyor. Siz bu mesleğin bir ‘survivor’ısınız kimilerine göre, bana göre de öyle, bir kahraman, bir gruba göre de sevilmeyen, antipati duyulan bir yapınız var. Ben buna katılmadığı mı da 1o yıllık dönemde gösteriyorum. Ufuk Güldemir ile çalışan gazeteciler çok para kazanır ama Ufuk Güldemir de çok para kazanır. Ekrana yapışık bir gazeteci değil, yapınız itibarıyle de yıldız yaratan bir gazetecisiniz. Böyle özelliklere rağmen antipati duyulan bir kişisiniz. Ama sizin yokluğunuzda da patronaj ile çalışan ilişkinize hep adınızı arkanızdan hasrete adınızı anarlar. Bu bağlamda, aldığınız ücret, verdiğiniz ücret, yıldız yaratıcılığınız, iki gazetecilik ekolü arasındaki yeriniz ve daha sonra Habertürk’ün kuruluş öyküsünü de izleyicilker çok merak ediyor. Taki Doğan:

        Ben soruları somutlaştırıyım. Öncelikle şu parayla ilişkiniz. Yüksek ücret, Gazetecilerin ücret meselesi? Mesela daha önce bir röportajda Güneri Cıvaoğlu’nu çok beğendiğinizi söylemiştiniz. Oradaki açıklamanız da buna yakın.Melih Meriç:

        Sonuçta ben bu ülkede 10 sene 4 büyük kurumda genel yayın müdürlüğü yaptım. Bu kolay bir pozisyon değil. Birçok kişinin ayağına basıyorsunuz, bir çok insanın önünü açıyorsunuz. Bu pozisyondaki kimse rahat değildir. Dolayısıyla sevilip sevilmeme güncel bir mesele, daha sonra başka türlü bakılır, çok önemsemiyorum. Yani biz bir ormanda yükseldik. Acaba benimle birlikte o dönemden Ahmet Tan kaç kişiyi hatırlar, çok az kişi çünkü bizimler birlikte gelemediler. Biz bir kuşak Ankara’dan çıktık. Çok insan geride kaldı. Ormanın içinde yükselmek kolay değil, yükseldikçe rüzgâr alıyorsunuz. O yüzden ben doğal karşılıyorum. Ufuk Güldemir:

        Ücret konusunda da ben meslek şovenistliği yaptım. Ücret konusunda ben arzuladım ki, benim mesleğime en iyi insanlar gelip en iyi parayı alsın. Mesleğim toplumdan da saygı görsün. Gazeteciler toplumun en elit, en saygıdeğer insanları olsun istedim. İnsanlar sadece iyi ücret vermemi göz önünde bulunduruyorlar. Ben en iyileri seçmeye çalıştım. Dil bilsin, Felsefe, Edebiyat bilsin istedim. Bu insanları mesleğime kazandırmak istedim. Bunlara da iyi ücret vermek istedim. Bu benim Habertürk’te de koyduğum bir idealim. Habertürk ücret politikası bakımından piyasa ortalamasının üstüne çıkmak üzere. İddia ediyorum yakında Habertürk ücret politikası olarak kapısında sıraya girilen bir kurum haline gelecek. Ben kazandığım parayı gazetecilerle paylaşmak istiyorum. Gazetecilerin iyi yaşaması , zengin olması gerektiğini istiyorum.

        İyi yaşamak iyi ücret anlıyorum. Taransferler oldu milyon dolarlar mesela sizin de oldu.. Çok para sahibi olmak iyi gazetecilik yapmanızı sağlar mı? İyi gazetecilik için yeterli midir?Melih Meriç:

        Bu konudaki sınır, Mehmet Barlas’ın deyimiyle 100 bin dolardır. Mehmet Barlas bir yöneticinin bir yerde mutlaka bir 100 bin doları olmalı der. Tabii Mehmet Barlas’ın söylediği bununla alakalı değil, 100 bin dolarla alakalı da değil. Mehmet Barlas’ın söylediği şu, bir gazeteci esnemeli ama parasal nedenlerle değil. Elbette müessesesi için yapması gereken şeyler olabilir. Patronlarını istekleri karşısında esneyebilir. Ufuk Güldemir:

        Gazetecilikten zengin olur mu?Erdoğan Aktaş:

        Ufuk Güldemir: Türkçe’de maalesef iki kelime yok ama İngilizce’de iki kelime var, birisi zengin olmak öbürü, “well off”. Zengin gazeteci olmayacağını biliyorum. Zaten zengin olmak isteyen adam yola gazeteci olarak çıkmaz. Ben zengin olmak için gazeteci olmadım ki, iyi gazeteci olmak için zengin olmak zorunda kaldım. Geçen gün birisi hatırlattı, bir patronla görüşmemde biraz uçukça bir rakam istemişim, daha sonra bana nedenini sormuş o kişi, ben de demişim ki, ben bu kadar uçuk bir rakam istiyorum bana bunu vermelisin ki, daha sonra beni işten atamakta zorlanmalısın, yani kendimi güvence altına almak için istemişim. Atarsa acısın, atarsan canın yasasın onun için istemişim. İyi para kazanmak burada ayakta kalmak için bir savunma mekanizmasıdır. Zenginlik değildir yoksa ama gazeteci “well off” olmalı. Gazeteci iyi yaşamalı, evi, arabası olmalı, günlük kaygıları olmamalı.

        Taki Doğan: Eski yol ve yeni yol bu otuz küsür yıllık gazeteciliğinizde tabii bir Ufuk Güldemir ekolü de var.. Bir de yıldız yaratma, isim yaratama gazeteye televizyona gazeteci yetiştirme özelliğinizi de merak ediyorum

        Melih Meriç: Ufuk Bey, siz kendinizi gazeteci olarak hangi ekole ait hissediyorsunuz? Nasıl tanımlıyorsunuz? Muhakkak ki kendinize özgü bir stil yarattınız televizyon haberciliğinde ve gazete haberciliğinde. Bu zaten biliniyor. Özel televizyonculukla beraber yöneticiliğiniz başlıyor. Reha Bey’de mesela kendine özgü stili olan gazetecilerden. Belli kişiler var zaten bu konuda. Ama siz kendinizi hangi gazetecilere, kime, kimin ekolüne yakın buluyorsunuz, kendi gazeteciliğinizi siz nasıl tanımlıyorsunuz? Diğerlerinden nasıl farklılaşıyor mesela?

        Ufuk Güldemir: Yani şunu söylerken acaba meslek büyüklerimize saygısızlık eder miyim diye düşünüyorum, yani birazda korkarak söylüyorum. Tabii bunu söylememek de aslında kendime haksızlık olur. Sonuçta Habertürk gibi bir markayı yaratmış olmak bakımından yani gazeteci patrondan kastınız eğer Ali Naci Karacan, Sedat Simavi yani ‘gazeteci gazeteci’; Dinç Bey bence ‘gazeteci gazeteci’ bir patron değil. Dinç Bey gazeteci bir babanın oğlu. Gazeteci patron benim gördüklerim Haldun Bey’de gazeteci patron değil, Haldun Simavi de değil. Haldun Bey’de gazeteci bir babanın oğlu. Yani babadan gazeteci denilebilir. Dinç Bey’de babadan gazeteci. Ama gerçek anlamda gazeteci patron benim gördüğüm Ali Naci Karacan’ın Milliyet’i; yani benim en azından yakın tarih için söyleyebileceklerim tabii.. Hürriyet kurucusu Sedat Simavi; tabii ki Zafer Mutlu, Vatan’ı kuran, tabii ki diğer meslektaşlarım. Yani bu yanımızın olduğunu düşünüyorum. Yani bu bir gerçek herhalde… Ama diğer yandan da onlara da layık olmak gerekir diye düşünüyorum. Yani eğer bu kategori de anılacaksak onlara da layık olmak gerekir, onlar gibi olmaya çalışmak da gerekir diye düşünüyorum. Kendimi hemen o kategorinin içine atmak da istemiyorum, biraz zorlanıyorum yani bunu yaparken.

        Ahmet Tan: Nasıl bir aile geçmişi, nasıl bir köklerden geliyorsun ki bu gazetecilik tutkun, merakın daha güçlü oldu? Biraz ailenden bahsetsene…

        Ufuk Güldemir: Her ailenin yatkınlıkları olabilir. Kimi aileden mühendisler çok çıkar. Kimi aileden şairler çıkar. Benim ailem hukukçular ve gazeteciler ailesi. Dayılılarım, mebuslar..

        Leyla Umar: Ama senin anneni, hatırlıyor musun Ankara’ya geldiğimde sen dedin ki ‘Annemle röportaj yapar mısın?’ Annen yorgan üreten bir hanımdı.

        Ufuk Güldemir: Yok, yanlış hatırlıyorsun. Annem Ankara’da çok tanınan bir manifaturacıydı.

        Melih Meriç: Ben bunu düşündüm, mesela bazı meslekler aileden tevarüs eder, mesela baba gazetecidir oğlu olabiliyor.. Hukukçuluk çok tevarüs ediyor.. ‘Ben gazeteci olacağım’ dediğinizde sizin kararınızı verdiren şey nedir? Mesela ben de hukukçuyum çok mütereddittim bu mesleği sürdürüp sürdürmemekle bende sizin bir etkiniz oldu, az önce yayınladığımız analizler mesela. Etkisi oldu, size bu kararı verdiren şey nedir?

        Ufuk Güldemir: Ben bu kararı gazeteci olduktan sonra verdim. Yani önce gazeteci oldum, 3- 4 sene sonra karar verdim. Önce ben foto muhabiriydim, çünkü fotoğraf çekmeyi çok seviyordum. Fotoğraf çekmek için gazetelerde çalışmaya başladım. Daha sonra dedim ki ‘Ben bu mesleği çok sevdim, ben gazeteci olmaya karar verdim’ dedim. Ondan sonra gazeteci olmaya karar verdim. Yani, gazeteci olmaya karar verdiğimde zaten gazeteciydim.

        Reha Muhtar: Önemli patronlarla, genel yayın müdürü olarak en üst düzeyde çalıştın. Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Erol Aksoy, Cem Uzan. Bugün Türk basınında belki de şu anda kendisi iktidarda olmadığı için, şu anda kendisi patron olmadığı için ama geçtiğimiz dönemde bu zaman zaman konuşulan bir şeydi... ‘Uzan tipi medyacılık’ gibi bir ibareden sürekli onunla bir ‘emphesise’ ediliyor, bu konu sürekli söyleniyor. Bu daha çok, şirketin çıkarları için gazetecilik yapma, anlamında söyleniyordu. Bütün bu patronlarla çalıştın. Bu ifade için ne düşünürsün? Bu patronların her birinin en rahat hangisiyle çalıştın, bir cümleyle ya da iki cümleyle onların patronajını söyleyebilir misin?

        Melih Meriç: Mesela Aydın bey.. Aydın Bey’i nasıl buluyorsunuz?

        Ufuk Güldemir: Aydın Bey’i çok başarılı buluyorum. Aydın Bey, demin Taki Doğan söyledi. Eleştirilir, şu olur, bu olur ama Aydın Bey çok önemli bir insan, çok başarılı bir insan. Yükselen herkes eleştiri oklarına hedef oluyor, Aydın Bey’de hedef. Aydın Bey bunu kaldırabilen birisi. Aydın Bey benim muhabbet beslediğim birisi ayrıca. Aydın Bey içimde iyi duygular uyandıran birisi.

        Melih Meriç: Nasıl çalıştınız?

        Ufuk Güldemir: Aydın Bey’le biz çok iyi çalıştık. Aydın Bey bana dedi ki, ‘Genel yayın müdürü ile patron etle tırnak olacak, biz seninle etle tırnak olacağız.’ Biz ayrılma noktasına kadar Aydın Bey’le etle tırnak gibi olduk.

        Melih Meriç: Şimdi bunu geçtiniz ama. Biraz açmanızı rica edeceğim.. Milliyet’ten gerçekten bir yazı nedeniyle mi ayrıldınız? Bunu biraz daha açar mısınız? Sonra rivayet oluyor..

        Ufuk Güldemir: Evet, öyle oldu. Ahmet Altan’ın bir yazısı çıktı ‘Atakürt’ diye. Şimdi bu yazıyla ilgili dönemi,.., Yalnız konjonktürü anlatmam gerekiyor. Milliyet o dönemde gazetecilerin zayıfladığı, yazarların yükseldiği bir kurum halinde. Oysa Milliyet geleneksel olarak gazetecilerin kuvvetli olduğu bir kurum. Abdi İpekçi bir gazeteci… Abdi İpekçi liderliğinde gazeteciler Milliyet’te daima kuvvetli. Fakat zaman içinde gazeteciler kuvvetlerini kaybetmişler, yazarlar hatta gazeteci olmayan yazarlar ağırlık kazanmış. Şimdi gazetedesiniz, gazeteci olmayan mesela Sayın Taha Akyol, ben kendisini çok takdir ederim, beğendiğim bir yazardır. Ama gazeteci değildir. Taha Akyol yazardır. Taha Akyol Milliyet’te ağırlık kazanmıştı. Yani Taha Akyol nerde, Milliyet nerde. Taha Akyol, hukuk kökenli, her gün MHP cenahının okuduğu bir gazetenin genel yayın müdürlüğünü, yazarlığını yapmış önemli bir düşünür bence. Ve bu da iyi bir şey ama gazeteci değil. Şimdi benim dönemimde mesela Taha Bey gazete içinde ağırlık kazanmıştı. Yani gazetede gazeteciler ağırlıklarını yitirmiş, gazeteci olmayan yazarlarda ağırlık kazanmıştı. Her şeyi yerli yerine oturtmak gerekiyordu. Ben de orda Aydın Bey’in malını koruyacaksam eğer, bunun da gereğini yapmam gerekiyordu. Seni oraya koyuyorum, süs diye orda durma dedi bana, gerekeni yap dedi. Biz de gerekeni yapıyorduk. Şimdi bu çerçevede gazete içinde bu mücadele var. Ben yazı işlerini öne çıkarıyorum, gazetecileri öne çıkarıyorum, yazı işlerinin önemi gazetede yükseliyor. Genel yayın müdürünün kıytırık bir odası vardı ben Milliyet’e gittiğimde. Yazı işlerinin kenarında duvarı bile olmayan bir oda. Yani düşünün genel yayın müdürü birisiyle konuşacak, konuşamıyor başkaları duymadan. genel yayın müdürü dediğiniz o gazetenin en önemli unsuru. Nasıl olur böyle bir şey. Ben o odayı yıkarak başladım, gittim kendime duvarları olan bir oda yaptım. Yani Milliyet’te ilk işim benim gazete değil, oda yaptım kendime. Ve yazı işleri katında yaptım bunu. Yani anlatmak istediğim orada sadece bir Ahmet Altan meselesi değil. Önemli bir gazeteyi yazarlardan geri alma mücadelesi vardı. Yani gazeteyi geri alıp gazete haline getirmek… Gittim nasıl bir yer, bir gün bir yazar geliyor bir yere gidiyor. Bir bakıyorum birisi Kuzey Irak’ta. Genel yayın müdürünün haberi yok. Böyle bir şey olabilir mi? Tamamen genel yayın müdürü dışlanmış, genel yayın müdürü denen şeyin ağırlığı kalmamış, her gün bir yazar kendi başına bir yere gidiyor. Muhasebeden önüme bir kâğıt geliyor, bilmem ne yazar bir avans almış. Gazete, yazarların yazıları nedeniyle gecikiyor. Şimdi yanlış anlaşılma olmasın, Hasan Pulur denince benim içimde saygıdan başka bir şey uyanmaz. Biz meslekte bu yazarlara saygıyla büyüdük. Yani benim aklımın köşesinden bir gün bile geçmemiştir ki bu meslek büyüklerimi ben devre dışı bırakayım diye. Hasan Pulur’u öbürleri hiçbir şekilde. Asla aklımdan Milliyet’te de böyle bir şey geçmemiştir. Ama Milliyet’i tekrar kazanmak da gerekiyordu. Yani gazeteci gücünü tekrar orada tesis etmek gerekiyordu. Gazete yazarların yazıları nedeniyle geç dönüyordu. Şimdi ben bakıyorum benden sonra da 10- 15 sene olmuş genel yayın müdürleri hala aynı mücadele içinde. Demek ki benim yaptıklarımın bir anlamı varmış orada. Hep söylerler gazete, köşe yazarı yazısını yollamayınca Ufuk Güldemir dedi ki ‘Oraya kuş resmi koyun dönün.’ Böyle bir şey aklımdan asla geçmedi. Ben sadece yazısını geç yollayan yazar bilsin ki o yazı olmadan da o gazete döner diye bir mesaj verip gazeteyi bastırdım, döndürdüm ki Kıbrıs baskısına gitsin. Yani Altan Öymen, Hasan Pulur bunlar benim hep saygı duyduğum, gördüğümde hala içimde güzel duygular kaplayan insanlar. Meslekte ben bunlarla büyüdüm. Dolayısıyla böyle bir konjonktür. Bu konjonktürde işte o yazı geldi. Yani ‘Atakürt’ yazısı tek başına bir olay değildir. Böyle bir konjonktür, böyle bir mücadele var ortada gazeteyi toparlamaya çalışıyoruz. Bu mücadele içinde böyle bir yazı geldi. Ahmet Altan Milliyet’e benden önce alınmıştı.

        Melih Meriç: ve yazarlar galiba bir bölümü bun akarşı mı çıktılar. Veya patronun önünde iki cephe çatıştınız mı ne oldu? Patronun önünde iki cephe çatıştınız mı? Nasıl oldu? Sonra Aydın Bey diğer cepheyi mi haklı buldu? Gitsin mi dedi?

        Ufuk Güldemir: Yazarlarla Aydın Bey arasında bu konuda tam birebir ne geçti söyleyemeyeceğim. Benim önümde olmadı ama benim duyduklarım –ki doğru olabilir- bir kısım Milliyet okuruyla birlikte bu yazının rahatsızlık yaratmış olacağıydı. Ben bu yazının rahatsızlık yaratmadığını söylemiyordum. Ben bir tek şunu söylüyordum: “Bir yazının ömrü bir gündür Aydın Bey, yazı gelir geçer. Bakın Milliyet gazetesi bundan 30 sene önce Çetin Altan’ı attı. Benim kuşağım bile bunu hatırlıyor. Biz bu kabahati bir daha işlemeyelim.” Ben bu yazının katılırım, katılmam, yazının içeriğine hiç girmiyorum. Ama şunu söylüyorum: “Biz sonunda bir ürün yapıyoruz. Gazete bir ticari üründür. Bu ticari üründe köşe yazarları, köşe yazıları da her gün bir ürün koyuyor ortaya. Biz bunu okurlarımıza satıyoruz her gün. Bu yazının ömrü bir günü geçmez. Çok bunun üstünde durmayalım. Elbette duralım, ama gazeteyi bozucu bir unsur üzerine girmeyelim.’ Gazete hakikaten iyi gidiyordu.

        Melih Meriç: Ahmet Altan’ı atmayalım yani dedim.

        : Evet. Ahmet Altan’ı atmayalım yani dedim. Ahmet Altan’ı atmanın yanlış olacağını söyledim. Ama şunu da söylemem lazım, Aydın Bey’in bu konuda hakkını teslim etmem gerekiyor. Bir Genel Yayın Müdürü, patron birçok şeyi Genel Yayın Müdürüyle paylaşır ama her şeyi değil. Aydın Bey’in benimle paylaşmadığı bazı şeyler olabilir. Ben bunları bilmiyorum. Dolayısıyla böyle bir kararında ısrar etmiş olabilir ve bu kararını uyguladı.

        Melih Meriç: Diğer patronlarınızdan da bahsedelim hep Aydın Bey’den bahsettik. Ve siz Milliyet ile yollarınızı ayırdınız.

        Ufuk Güldemir: Ama şunu söylemem gerekir. Evet. O olaydan sonra bile Aydın Bey’le aramız her zaman iyi olmuştur. Aydın Bey bana her zaman özel ilgi göstermiştir. Ben de her zaman saygı gösterdim. Aydın Bey benim her zaman özel ilişkilerim ve duygum olan birisidir.

        Melih Meriç: Dinç Bilgin ile de çalıştınız. Onu nasıl buluyorsunuz?

        Ufuk Güldemir: Dinç Bey’e de gazeteci bir babanın oğlu olarak çok önemli hasretler görürdüm. Elbette ‘Komutan bugün çok iyi bir gazete yapmışsın’ dediği gün işime son verilmesinin çok iyi bir şey olduğunu söyleyemeyeceğim. Yani bu çelişki ama Dinç Bey çok enteresan bir adamdı. Çok hızlı bir insandı, her şeyi hızlı isterdi. Dinç Bey eğer başında bu banka meselesi olmasaydı herhalde güzel gazetecilik yapılabilirdi diye düşünüyorum, Dinç Bey’le..

        Melih Meriç: Cem Uzan?

        Ufuk Güldemir: Şimdi Cem Uzan’la ilgili herkes her şeyi söyleyebilir ama ben Cem Uzan’la en uzun süre çalışmış yöneticilerden birisiyim. Ben Cem Uzan’ı gazetelerden tanımıyorum. Ben Cem Uzan’ı şahsen tanıyorum. Yani benim tanıdığım Cem Uzan halkın tanıdığı Cem Uzan değil. Ben başka bir Cem Uzan tanıyorum. Benim tanıdığım Cem Uzan’la halkın tanıdığı Cem Uzan arasında büyük çelişki var, büyük bir uçurum var. Benim tanıdığım bir kişiyi ben anlatmakta zorlanıyorum. Çünkü bunu anlattığımda zor durumda kalıyorum. Bana sitem ediliyor, ama ne yapayım ki ben böyle birisini tanıyorum. Yani benim tanıdığım Cem Uzan bana şefkatle yaklaşmış birisi. 28 Şubat’ta arkamda durmuş birisi.

        Melih Meriç: Nasıl? Nasıl durmuş arkanızda?

        Ufuk Güldemir

        Ufuk Güldemir: Yani şöyle durdu, 28 Şubat’ta Özkasnak Paşa, Genel Sekreter Özkasnak, o andıçları bize de yolladı. Yani direk değil de Özkasnak Paşa kaynaklı andıçlar genel yayın müdürü olarak benim de elime geldi. Ve bizden de bunu yayınlama beklentisi vardı, yayınlamadım. Tabii bunun bedelini ödetmeye kalktı Özkasnak. Ve bunun için Cem Uzan nezdinde girişimlerde bulundu. Cem Uzan bu dönemde güçlü bir karakter olarak arkamda durdu. Özkasnak’ın kastını aşan laflarının doğru olmadığını biliyordu. Dolayısıyla ben bunları hatırlıyorum mesela.

        Melih Meriç: 28 Şubat’taki medya management’ine karşı durdunuz. Cem Uzan’da bu konuda sizi yalnız bırakmadı. Bunun için değerli buluyorsunuz.

        Ufuk Güldemir: Benim tanıdığım Cem Uzan’la başkalarının tanıdığı Cem Uzan arasında büyük farklar var. Ben bu çelişkiyi de anlayışla karşılıyorum. Büyük olaylar yaşandı, benim tanıdığım Cem Uzan’la kamuoyunun tanıdığı Cem Uzan arasında büyük farklar var.

        Melih Meriç: Turgay Ciner’i ile ilgili de değerlendirmeniz almak istiyorum. Hem patronluk, hem de gazetecilik yapmış birisi olarak Turgay Ciner’i nasıl buluyorsunuz?

        Ufuk Güldemir: Herkesi beğeniyorum gibi düşüneceksiniz ama ben Turgay Ciner’i de beğeniyorum. Bakın, taç giyen baş akıllıdır, akıllanır ayrıca. Bu insanlar havadan düşmüyor, bu insanların hepsi önemli insanlar. Turgay Ciner bugün sahibi olduğu medyaları büyük bir mücadele sonunda; beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Çeşitli şeyler söylenebilir ama büyük bir mücadele sonunda aldı. Turgay Ciner hasretleri olan birisi, Turgay Ciner mücadeleci birisi, Turgay Ciner büyük ticari dehası olan birisi. Bana göre kamuoyu belki şaşıracak ama ticari deha olarak Aydın Bey’e çok benzeyen birisi. Bundan yıllar sonra ne kadar benzediğini göreceksiniz. Büyük bir ticari deha

        Melih Meriç: Medyada uzun soluklu kalacağını düşünüyorsunuz.

        Ufuk Güldemir: Ben öyle düşünüyorum. Medyada uzun soluklu olacağına inanıyorum. Çıkmak kendi kararı olabilir, bu ayrı konu. Ben bunu bilemem ama kalırsa kalır. Onun kararına kaldığını düşünüyorum.

        Melih Meriç: Mesela Karamehmet’i konuşurken koskoca Turkcell’ın patronu olarak dinliyorum.. Mehmet Emin Karamehmet ve Ferit Bey’le ilgili de düşüncelerinizi alalım…

        Ufuk Güldemir: Mehmet Emin Bey çok enteresan bir medya, medya patronluğu bakımından değerlendirebilirim kuşkusuz, önemli bir iş adamı. Medya patronluğu bakımından böyle.. ‘Illusive’ tabiriyle anlatabileceğim birisi. Karaca gibi. Yani medyanın kenarında karaca gibi dolaşıyor, tekrar ormana çekiliyor. Mehmet Emin Bey medyada yöneticilerini serbest bırakan birisi. Bunu ben dikkatle takip ettim. Özgürlük veren birisi. Ben Mehmet Emin Bey ile hiç çalışmadım tabii. Ama Reha çalıştı. Belki kendisi bu konuda bir şeyler söyler. Yöneticilerine müthiş özgürlük veren birisi…

        Reha Muhtar: Yöneticilerine çok özgürlük veriri. Ben bunca sene hiçbir konuda telkinde bulunduğunu bişle görmedim. Bazen telkinde bulunması bile istersiniz ama yöneticilerini özgür bırakır

        Ufuk Güldemir: Ferit Şahenk’te çok önemli bir medya patronu olduğunu düşünüyorum. Ferit Bey’in birçok işi var ama hali tavrı bana çok iyi bir medya patronu olduğunu gösteriyor. Ferit Bey’in çok iyi bir medya patronu olduğunu düşünüyorum.

        Melih Meriç: (Gülümseyerek) Rakibimiz NTV’ye de buradan verdiğiniz destek için teşekkür ediyorum Ufuk Bey.. Evet Murat Ongun

        Murat Ongun: Ufuk Bey 28 Şubatt’ta andıçlara direndiğinizi ve bu nedenle canınızı sıkacak olaylar olduğunu biliyoruz. 28 Şubat ve Andıç meselesi çok konuşulduğunda sanki bana sizin isminiz kimi zaman unutulabiliyor gibi geliyor. Ben bir yazı okuyacağım size.. Birgün gazetesinden Tayfun Atay’ın yazısını okuyacağım size Ekim 2006. “Benim zihnimde ve kalbimde Ufuk Güldemir adını esas saygın ve unutulmaz kılan 12 Eylül’ün dehşet ikliminin hala havaya hakim olduğu bir zamanda yazdığı “Kanat Operasyonu” adlı kitabıdır.”

        Kanat Operasyonu kitabı da; Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne olanak sağlayan Türk vetosunun kaldırılışı…

        “Darbe yönetimini en tepe noktasında bulunan, memleketi kurtarma iddiasındaki kişinin Türkiye açısından nasıl bir uluslararası acze imza attığını ortaya koyan bir çalışmaydı. Herkesin yapamayacağı yürek isteyen bir iş yapmıştı Ufuk Güldemir. Şahinlerin en haşin ‘Emin’i avlamıştı”

        Şimdi mesela geçmişte böyle bir tablo da var, yani 85’de çıkarmış olduğunuz bir kitap, darbenin ardından darbecileri rahatsız edecek türde… 28 Şubat var… Ama mesela bunlardan daha çok, bunları göremiyorum da, sizin av hikâyelerinizin veya avcılığınızın eleştiri kaynağı olduğunu çok rahat görebiliyorum, yazının bu bir parçasıdır bunun bütününde sizin… Aslında tek desteklendiğiniz avınız bu aslında… Bu niye öne geçiyor? Bu kadar önemli işler yapıyorsunuz ama şu avcılık meselesi kadar gündeme geldiğiniz bir konu görmedim.

        Melih Meriç: (Gülümseyerek) Kötü bir avcı olduğu mu söyleniyor? Murat, ondan mı bahsediyorsun?

        Murat Ongun: Hayır iyi bir avcı olduğunu biliyorum da… Mizah dergilerinden köşe yazılarına kadar… Siz benim bilakis ‘yumuşak karnım değil sert karnım’ diyorsunuz. Avcılığınıza yönelik, avcılığınızla ilgili yazıları da son derece sert karşılayabiliyorsunuz. İki soru birden; Neden bunlar konuşulmuyor da avcılığınız konuşuluyor ve Türkiye’de sizden başka avcı, av hayvanı vuran yok mu?

        Melih Meriç: Siz nasıl cevap veriyorsunuz bir de bu eleştirilere?

        Ufuk Güldemir: Bir kere ben bu avcılıkla ilgili eleştirilerin, avcılıkla ilgili olmadığını düşünüyorum aslında… Bunlar gazetecilikle ilgili diye düşünüyorum, o yüzden önemsemiyorum yani şöyle önemsemiyorum… Örneğin avcılık konusunda bana bir şey söyleyebilmek için…

        Murat Ongun: Avcılığı mı bilmek lazım?

        Ufuk Güldemir: Onu söylemeyeceğim de… Ben o kişilerin asıl söylemek istediklerinin gazetecilikle ilgili beğenilmeyen bir tarafım olduğunu düşünüyorum.

        Erdoğan Aktaş: Niye bu eleştiriyi de getiremez misiniz?

        Ufuk Güldemir: Getirilebilir tabii. Hiç bir problem yok. Ama orada önemli bir nokta var. Benim avlanmama mı, avcılığıma mı karşı, hayvan öldürülmesine mi karşı, bunu bilmem gerekiyor. Yani avcılığa karşıysan o zaman avcılıkla ilgili konuşmamız gerekiyor. Eğer avlamaktan kasıt hayvan öldürmeye karşıysan o zaman o ayakkabılarını çıkarıp bana vermen gerekiyor çünkü o ayakkabılar ağaçta çıkmıyor. O ayakkabılar hayvan derisi. Biraz önce yediğin tavuk hayvan… Yani şunu söylemem gerekiyor. Öldürmek ile avcılık arasında çok büyük bir fark var. Eğer hayvan öldürmeye karşıysan bunu bir kere net ve açık koyalım. Hayvan öldürmeye karşı olmak başka bir şey avcı olmak başka bir şey. Hayvan öldürmeye karşıysak, ha, avcılıkla ilgili laf söyleyenlerin tabii ki hayvan öldürme konusundaki düşüncelerini de bilmem gerekiyor. Yani o zaman belki bir değerlendirme, bir analiz yapabilirim. Yoksa, yoksa eğer, diyorum ki bu gazetecilikle ilgili, çünkü tutarlı değil. Neden diyor ki, çünkü niye hayvan öldürüyorsun? E, sen öğlen tavuk yedin. Nasıl açıklayayım yani? Açıklayamıyorum anlatabiliyor muyum? Tutarlı gelmiyor, çelişkili görünüyor bana.

        Melih Meriç: Avcı olduğunuz için değil, avcı siz olduğunuz için.

        Ufuk Güldemir: Evet avcı ben olduğum için bunlar gündeme geliyor.

        Murat Ongun: Mesela Aydın Doğan da sizin gibi avcı olsa daha kolay olur muydu işiniz?

        Ufuk Güldemir: Sayın Aydın Doğan avcı değildi ama Hürriyet’in eski sahibi Erol Simavi avcıydı. Leyla Umar'ın eşi sevgili eski meslektaşımız, eski eşi büyüğümüz Refik Erdoğan avcıydı. Ercüment Karacan.

        Leyla Umar: Bak sana bir şey söyleyeceğim. Ben ava hiç karşı olamadım ama benim evim yukarda teras altı kat çıkılır. Bir gün uyandım simsiyah bir ayı.. Ayı mı? Domuz, domuz... Düşünebiliyor musun benim o hayvanla kar... Böyle, bu büyüklükte nerdeyse (eliyle yeri göstererek). Balkon da terasta…

        Ufuk Güldemir: Refik Erdoğan balkona getirmiş domuzu koymuş.

        Leyla Umar: Hemen telefon ettim. Gelin hemen bu domuzu alın dedim. Ne yaparsanız yapın dedim.

        Ufuk Güldemir: Çetin Altan'ın da vardır.

        Leyla Umar: Ama sen geçen sene bize avda tuttuğun bıldırcınları şimdi gelir gelmez yapacaksın. Harika bıldırcın tuttu bize yedirdi. Ne zaman yedireceksin.

        Ufuk Güldemir: İlk fırsatta söz.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ