Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Belediye ne yapsın!

        Ölü sayısı hala net değil.

        20 ya da 22. Belki de 23 veya 24.

        Herkes Belediye Başkanlarını, valiyi suçluyor.

        Yazılar bu yönde.

        Adres yanlış.

        Suçlu onlar değil, yasalar, yasa koyanlar.

        Belediye bu atölyeye ruhsat vermiş mi?

        Vermemiş.

        Belediye bu kaçak işyerini mühürlemiş mi?

        Mühürlemiş, hem de 5 kere.

        Daha ne yapacak belediye?

        Buranın başına bir de zabıta ordusu mu dikecek?

        Sorun yasada diyorum.

        Çünkü belediyenin taktığı mühürü söküp içeri girmenin doğru düzgün bir müeyyidesi yok.

        Belediye mühürlüyor. İş yeri sahibi mühürü söküp giriyor. Çünkü üç otuz ceza verip kurtuluyor.

        Aynen 30 keredir aynı yerde basılıp duran kumarhane gibi.

        Belediye ne yapsın, vali ne yapsın!

        Önemli olan müeyyideyi doğru düzgün, caydırıcı hale getirmek. Getirmezsen böyle olur işte.

        Kaçak olunca, ruhsatsız olunca kalitesini, güvenliğini de kontrol etme şansın yok ki!

        Anladığım kadarıyla iş yeri sahibi de patlamada can vermiş.

        “İlahi müeyyide” demek lazım herhalde.

        Bazıları da konuyu kayıt dışı açısından ele alıyor.

        Ruhsatı olmayan, çalışma izni olmayan, o şartlarda üretimi yasak olan bir iş yapan nasıl kayıt içinde olabilir!

        Bu mantık biraz da “PKK kayıt dışı terörist çalıştırıyor” demeye benziyor.

        Tabii mantıksız bu yaklaşım, Türkiye’deki kaçak işçi çalıştırma sorununu yok saymamızı gerektirmiyor.

        Doğru Türkiye bir kaçak işçi çalıştırma cenneti oldu.

        Tam bir azgelişmişlik örneği ama bu konuda 5 yıl önce bir uyarı yazısı yazmıştım.

        Yaşar Okuyan’ın büyük marifeti yeni Çalışma Yasası yürürlüğü girmek üzereyken 2003 yılında hükümeti uyarmıştım.

        “AB ile uyum için bu yasayı çıkardınız ama Türkiye için henüz erken. Bu yasayı biraz yumuşatın. Bu haliyle yürürlüğe girerse Türkiye’de zaten yüksek olan kayıt dışı işçi çalıştırma oranları tavan yapar. Hem doğru düzgün işverenleri cezalandımış olursunuz, hem kayıtdışındaki artış nedeniyle sosyal güvenlik sistemine zarar verirsiniz, hem de işçilerimizin sosyal güvenlik şemsiyesi dışına çıkmasına neden olursunuz.” diye yazmıştım.

        Yazımdaki bu uyarı dikkate alınmış, hükümet bu yasanın yürürlük tarihini ötelemek istemiş ancak Cumhurbaşkanı Sezer konuu derinlemesine bilmeden “İşçi haklarını koruduğunu zannedip” bunu veto etmişti.

        Bugünün gelişi dünden de bellidir.

        Bunu vaktinde göremeyenler, sonra aptal aptal konuşurlar.

        Sıkıysa ihbarcı ol

        Patlamadan sonraki muhabbetlerde “Konu komşu niye ihbar etmiyor kardeşim” diyenler de vardı.

        Doğru medeni ülkelerde böyle mekanizmalar çalışır.

        Faydalı da olur.

        Ama bizde yürümez.

        Size bir ihbar hikayesi anlatayım da neden yürümediğini anlatın.

        Sanayici bir arkadaşım, sanayi bölgesindeki iş yerinde komşusunun kimyasal atıkları araziye boşalttığını farkedince şikayetçi olur.

        Şikayeti alan merci benim arkadaşın komşusuna “Komşunuz sizden şikayetçi” diye gider.

        Komşu bizim arkadaşın kapısına dayanır, “Ulan sen beni nasıl şikayet edersin” diye.

        Hır gür iş büyür.

        Bir kaç gün sonra bizim arkadaşın fabrikas kurşunlanır.

        Bizimki yine şikayet eder.

        İş iyice büyür.

        Bir süre sonra bir gece bizim arkadaşın fabrikasının otoparkındaki araçlar bir gece ansızın yanmaya başlar.

        Bir kaç kamyonet, bir kaç otomobil tamamen yanar.

        Bizimki yine şikayetçi olur. Fabrikaya koruma ister. Verilmez. Kendi bir güvenlik ekibi kurar.

        Bir süre sonra silahsız güvenlikçilerden biri vurulur.

        İşler iyice çığrından çıkmıştır.

        En sonunda bir gün bizimki fabrikadan çıktığında yolda bir otomobil gelip bizimkinin aracına bindirir.

        Otomobilden iner.

        Diğer otomobilden inen bir adam bizimkini bacağından vurur.

        Kaza düzmecedir. Maksat gözdağıdır.

        Vuran kişi yakalanır.

        Yargılama sonucunda bir kaç ay hapse mahkum olur.

        Bir atık ihbarı olayları bu hale getirmiştir.

        Bizimki ihbarı yaptığına da, yapacağına da pişmandır ama yapacak bir şey yoktur.

        En sonunda fabrikasını taşımaya karar verin.

        Kentin diğer ucunda bir arazı alır. Fabrikayı oraya taşır.

        Bir ihbar nedeniyle ölümden dönmüş, vebinden en az 10-15 milyon dolar harcamak zorunda kalmıştır.

        Bunun tek nedeni ihbarı yaptığı kurumun ihbar ettiği kişiye adını vermesidir.

        Siz böyle bir ülkede ihbarcı olmak ister misiniz?

        Diktatorya böyle başlar

        Üniversitelerde bir düzenleme yapılıyor. Üniversitelerin sahibi bilim adamlarından görüş, öneri veya eleştiri geliyor.

        Dönüp adamlara hakaret ediyorlar.

        İstanbul Üniversitesi’nin idolojik yönünü hiç bir zaman öne çıkarmayan, provakasyondan uzak tavırlarıyla her zaman çözüm üretmeye çalışan, adam gibi adam rektörü Profesör Mesut Parlak gibi bir adam bile bunlar payını alıyor.

        Aylardır diyorum “Çoğunluk diktatoryası” diye.

        Bakın AK Partililerin tavrına. Haklılığımı nasıl da hergün ortaya koyuyorlar.

        Kendileri dışında kim bir şey dese hakarete uğruyor.

        “Sen sus. Sen konuşacak adam mısın? Sana mı soracağız? İsterseniz amuda kalkın bize ne?”

        Bunlar en alt tondan olanları.

        Daha beterlerini de söylüyorlar.

        Üstelik de çoğunlukları seçim sistemi nedeniyle meclis çoğunluğundan ibret.

        Toplumsal çoğunluk değiller.

        Söylendiği gibi eğer bir gün yüzde 60 falan oy alırlarsa siz asıl o zaman görün.

        El kesesinden ilan

        Dün Sabah Gazetesi’ni elime aldığımda tam sayfa Dinç Bilgin ilanları gördüm.

        Annesini kaybetmiş.

        Sayfa sayfa ilan.

        Ölüm acı bir şey. Allah kimseye göstermesin.

        Dinç Bilgin’in annesine de Allah rahmet eylesin ama ilanlara bir anlam veremedim.

        Bugün bildiğimiz kadarıyla Sabah Gazetesi TMSF’nin kontrolünde.

        Dinç Bilgin, TMSF ile davalı. TMSF’ye milyan dolar mertebesinde borcu var.

        O zaman bu ilanlar neyin nesi?

        Bunların parasını, parasız yayınlanıyorsa onayını kim veriyor?

        TMSF mi?

        Peki yarın Uzan ailesinden birine bir şey olsa onların ilanları da mesela Kral TV’de yayınlanacak mı, ya da Star Gazetesi'nde!

        Ya da fon kontrolündeki bankaların eski patronlarına ya da onların bir şey olsa bu bankalar gazetelere sayfa sayfa ilanı TMSF kesesinden verecekler mi?

        Yazarlar Dinç Bilgin’i seviyorlarsa elbette köşelerinden bir şeyler yazabilirler.

        Kim ne diyebilir.

        Ama el kesesinden, daha doğrusu kamu kesesinden hortomcu adına ilan vermeyi doğrusu anlamadım.

        Ahmet Ertürk dostum anladıysa bana da anlatsın lütfen.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Toplumları parçalayarak değil ibaraya getirerek ileri götürebileceğimizi anladığımız zaman.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ