Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem 3. Sayfa Muhteşem Yüzyıl'ın Rüstem Paşa'sı Ozan Güven Habertürk'e konuştu

        Aysun Öz - HT PAZAR

        İkinci Bahar dizisinden sonraydı. Ozan Güven yeni popüler olmuş, kızların ona ilgisi büyüktü. O zaman yaptığımız röportajda da işini ne kadar sevip ciddiye aldığını dile getirmişti. O zaman da röportaj için nazlanmıştı... Ancak haklı; dizinin çekimleri nedeniyle sabah erken saatte girdiği platodan gece yarısı çıkıyor, güneşi görmemekten şikâyet ediyor. Üstelik şu ara sadece dizide değil Lipton reklamlarında da çay içerken izliyoruz kendisini... Geçen hafta Meryem Uzerli rahatsızlanıp çekimler iptal edilince röportaj için zaman doğdu. Ve Boğaz'da, Four Seasons Bosphorus'un bahçesinde güneşin altında Ozan Güven'le buluştuk...

        Çok röportaj vermeyen, magazinde pek görünmeyen, bir ayakkabı mağazası bulunan, iyi bir baba ama biraz huysuz bir adam... Ozan Güven böyle biri mi?

        Zaten haftada bir gün televizyona çıkıyorsanız, onun dışında çıkıp bilirkişi olarak görünmek saçma. Bu mesleği yapıyorum diye her konuda konuşmam gereksiz. Kendime göre fikirlerim var ama örnek alınmak gibi bir durumum olmamalı. Sadece bir meslek icra ediyorum. Bakkaldan, manavdan farkı yok; benimki sadece televizyonda gösteriliyor. Ayrıca "Onu yaptı, bunu yaptı" diye televizyona çıkmak istemiyorum. Mahremiyet konusunda eski kafalı olabilirim ama bu benim tercihim. Ne çocuğum olduğunda, ne evlendiğimde, ne ayrıldığım zaman, ne de başka bir zaman özel hayatımla ilgili konuşmadım. Yakın arkadaşlarıma anlatamadıklarımı bir röportajla tüm Türkiye'ye anlatmak da saçma.

        Bu Türkiye'ye özgü bir durum değil ki...

        Tüm dünyada böyle diye biz kendimizden vazgeçiyoruz. Evet Hollywood'da da böyle ama burası Türkiye. Başka türlü nefes alan, başka türlü hisseden insanlardık. O artık elimizden alındığı için biz de o yola girdik.

        Böyle değil miydik?

        Değildik. Mahremiyete önem verirdik. Biz çocukken dedikodu kötü bir şeydi. Kimse kimsenin hakkında konuşmazdı. İnsanlar birbirleri hakkında düşündüklerini suratlarına söylerdi. Ama her şey bir samimiyet içinde devam ediyordu. Bir tek dilimiz bize kaldı. Tuhaf buluyorum bunların hepsini.

        Tamam, tamam; size dönelim. Ezberimizi bozacak bir şey söyleyin...

        Herkes gibi insanım. Olağanüstü yeteneklerim, içgüdülerim ve görüşlerim yok. Ben de sinirlenebiliyorum, öfkelenebiliyorum. Yaptığım işten dolayı bütün bunları kontrol altında tutmak baskı yaratıyor. Sadece mesleğimi yapıyorum. Gerçekten bir bilirkişi olarak görmüyorum kendimi.

        'İYİ BİR İŞİN KÖTÜ OYUNCUSU OLMAYI TERCİH EDERİM'

        Ama senaryo seçiminde bilirkişisiniz... Hep iyi kadrolarla, iyi projelerde yer aldınız.

        İşim konusunda çok hassasım ve mesleğimi çok sevdiğim için uzun süre yapmak istiyorum. Kötü bir işin iyi bir oyuncusu olmak yerine, iyi bir işin kötü oyuncusu olmayı tercih ederim. Başlı başına projedir mühim olan, tek kişilik bir iş yapmıyoruz. Mesleğim bu ve bu meslekten para kazanıyorum ama para birinci amacım olmadı. İşimi iyi yaparsam zaten para kazanacağımı biliyorum. Yeteneklerimin de farkındayım. Bir iş yaparken ne anlatılıyor, ben ne anlatmak istiyorum; hayat görüşlerime uyuyor mu, bir derdi var mı; bunlara bakıyorum.

        Sıralamanız nedir?

        Öncelikle iyi senaryo, iyi yönetmen, iyi yapım ve kimlerle oynayacağım önemli.

        Biz önce yönetmen seçiyorsunuz sanıyorduk...

        Önce senaryo. Adamakıllı bir senaryoyu kötü bir yönetmen bozabilir ama kötü bir senaryoyu, dünyanın en iyi yönetmeni de olsa iyi bir film haline getiremez. İyi bir hikâyeniz yoksa gerisi teferruat.

        'Cem Yılmaz'la yeni projeler var'

        Hep Cem Yılmaz'la çalışıyorsunuz? Bundan sonra da öyle mi olacak?

        Son dönemde öyle oldu. Birbirimizle çalışmaktan keyif alıyoruz. Cem'le yapmak istediğimiz daha bir sürü film var. Ömrümüz yeterse yapacağız. Tek başıma da film yapacağım, Cem de yapacak ama Cem'le çalışmaktan; hem arkadaş olduğumuz hem de üç aşağı beş yukarı dertlerimiz aynı olduğu için mutluyum. Bunun kalıcı olması beni çok sevindiriyor. Oğullarımız muhtemelen birlikte filmlerimizi seyredecek, bu bana iyi geliyor. Bir derdimiz olduğunu anlayacaklar. Muhtemelen yaptığımız işle onlar da gurur duyacak.

        Yine enteresan senaryolar mı göreceğiz?

        Söylemeyeyim şimdi; bir sürü şey var ama kesinleşmeden beklentileri yönlendirmek olmaz.

        Dilinizin ucuna geldi sanki...

        Yok, daha zamanı var.

        Ne kadar zaman?

        Bu yaz değil bir sonraki yaz var projeler.

        Yine beraber mi?

        Hem beraber hem de ayrı...

        'Artık Fenerbahçeli değilim'

        Koyu bir Fenerbahçelisiniz...

        Artık Fenerbahçeli değilim.

        Nasıl yani?

        Artık takım tutmuyorum

        Niye ki?

        Yalan dolan çünkü...

        Lizbon'daki maça gittiniz ama?

        Lizbon'a Benifica maçına gittim. Sonra bu Galatasaray maçına da gittim ama artık takım tutmuyorum.

        Buna ne zaman karar verdiniz?

        Fenerbahçe-Galatasaray maçından sonra bıraktım. Mesele artık futboldan çıktı. Mahalle maçı ruhundan çıktı, saçma sapan bir şey oldu. Beraber tatil yapacak iki insan 50 bin kişiyi galeyana getirip hangi sorumluluğu alacak? Gerçekten Fenerbahçeli ve Galatasaraylılar oynamadığı sürece, takım tutmuyorum. Oğlumla maça gidemiyorum artık. Düşünsenize, oğlunuzu maça gönderiyorsunuz ve geri gelmiyor. Niye? Yenildik ya da yendik diye. Bizi kandırıyorlar. Kandırılmış hissediyorum kendimi. Bir keyfimiz vardı, futbol maçı seyrediyorduk... 2 sene önce bir sürü davalar çıktı. Sonucu belli olan bir şeyi niye seyrettiriyorsunuz bize! Küçük ölçekte futbolda böyle, biraz uzaklaşırsak Türkiye'nin genel yapısının da böyle olduğunu görürüz. Herkes tedirgin. Bir şey söylerken on defa düşünüyor insan. O yüzden ben artık takım tutmuyorum.

        Kiminle iyi maç izlenir, diye sormayayım o halde...

        Arkadaşlarla ve taraftarlarla çok güzel maç izlenir. Yine izleyeceğim ama maça gitmeyeceğim. Bundan keyif almıyorum artık.

        'PARA İÇİN KIZINI SATANLARLA YAŞIYORUZ'

        Sizi bu kararınızdan ne döndürür?

        Gerçekten sadece futbol oynandığına beni inandırırlarsa... Hiç utanmıyoruz artık. Nasıl yaptılar bilmiyorum ama utanma duygumuzu aldılar elimizden. Eskiden utanırdık. Her şeyimize sahip çıkardık. Bırakın topuma sahip çıkmayı, kadın erkeğine, erkek kadınına, baba kızana sahip çıkmıyor. Para için kızını satan babaların memleketinde yaşıyoruz artık. Neyin ne olduğu belli değil; çünkü iki taraf, üç taraf, beş taraf olduk. Bir taraftan olmazsan diğerine yakın gösteriliyorsun. Bir sürü değer gitti, gelecek mi?

        Ama Osmanlı'da da taht için evlatlar öldürülüyordu...

        Ama orası imparatorluk, burası demokrasiyle yönetilen bir memleket. Üstelik İngiltere krallıkla yönetiliyor ama oradaki demokrasiyle buradakini tartışabilir miyiz? Mühim olan neyle değil, ne mantıkla yönetildiğiniz. Zaten insanlar yönetilmeye güdümlü olarak dünyaya geliyor. Adaletli olmak zayıfken çok kolay, güçlüyken adalet dağıtmak meziyet. Çocuklarımıza öğretebileceğimiz çok şey var ama neleri öğreteceğimizi unutturuyorlar bize.

        İlk ne öğretmeliyiz sizce?

        Vicdan. Gerisi de yalan. Vicdanlı insan bilerek kötülük yapamaz. Üzülür, kaygılanır.

        Şiddet nasıl önlenir?

        Bunun cehaletle değil fütursuzlukla ve yaptıklarının karşılığını bulmamasıyla alakası var. Siz kim oluyorsunuz da bir forma yüzünden birini öldürüyorsunuz? Maç yüzünden adam niye ölür yahu? Herkes bu dünyada kalıcı olacağını düşünüyor. Çok manasız. Üzülme duygumuz da yok. Yüzleşmekten kaçıyoruz. Haberlere bakmayarak o haberlerin önüne geçmiyorsun ki.

        O kadar mı umutsuzsunuz?

        Böyle düşününce çok umutsuzluğa kapılıyorum ama bir oğlum olduğu için ona bir şey öğretebilirim diye düşünüyorum. Ona öğretirken buraya ayak uydurmayayım diye sakınıyorum. Yaşamanın çok kolay bir yolu var, nefes alıp vermek. Ama zorlaştırdılar her şeyi ve çok daha fazla düşünmek zorunda kalıyoruz. Değer denen şey sadece para oldu. Koca koca beylik laflar etmek istemiyorum ama, galiba ben de büyüyorum. Bir sürü söyleyecek şeyim var.

        Sizi ümitlendiren nedir?

        Oğluma ve arkadaşlarına bakıyorum, çok kafası çalışan adamlar geliyor. Çok aydınlık, zeki, muhakeme yeteneği olan, vicdanlı insanlar geliyor. İnşallah çoğunlukta olurlar.

        'HER GÖRDÜĞÜMÜZ SARI LACİVERTİ FENERBAHÇE ZANNETMEYELİM'

        Oğlunuzla maça gidiyor muydunuz?

        Oğlum 9 yaşında, 6 yıldır maça gidiyoruz ve 5 tane travma yaşadı. Niye gideyim artık stada? Kulüp başkanları spor mu yapacak, ticaretten mi oradalar, siyaseten mi bir karar versinler. Bize de bildirsinler. Bilelim neyi tuttuğumuzu. Her gördüğümüz sarı laciverti Fenerbahçe zannetmeyelim. Artık samimiyetlerine inanmıyorum.

        Canım, eskiden de böyle değil miydi ki?

        Daha saftı, güzeldi. Yan yana maç seyrediyorduk. Rakip olmadan maç seyretmenin ne anlamı var yahu? Biraradayken nefsine hakim olabiliyorsan bu bir erdem, ayrı olduktan sonra ne anlamı var?

        'Artık paşa çayı içiyorum'

        Toplumda çaycılar ve kahveciler diye de iki grup var artık...

        Çay bana daha yakın geliyor. Kahveyi cazip kılan kokusu. Ama "Çay demledim, gel" diye bir şey vardır; kahve bireysel bir zevk. Anketlerde "Türk kahvesi nedir" derlerdi, "Problem" derdim. Biri az şekerli ister, biri sade, diğeri orta. Problemdir, kaostur. Çaysa, ister şekerini atarsın ister atmazsın, koyuysa su katarsın. Muhteşem Yüzyıl'a başladığımdan beri paşa çayı içiyorum!

        Allah Allah, o niye?

        Rüstem Paşa'yı oynuyorum ya; kötü espriler yapıyorum! (Gülüyor...) Ha, kahvenin bir de falı var...

        Fal baktırır mısınız?

        Kaderci bir adamım, gelecekte ne olacağını bilmek istemem. Strateji geliştirmek zorunda kalır insan, boş yere aklını yorar.

        'İyi bir satıcıydım'

        Ayakkabı mağazanız var. Herkesin ayağına bakar mısınız?

        Ayakkabılara bakarım, kadında da erkekte de severim ayakkabıyı...

        Tabii, iş edindiğinize göre...

        Aslında konservatuvarda okurken Beşiktaş'ta başka bir ayakkabıcıda çalışıyordum. Tiyatroya başlayınca çalışma saatlerim çakışmaya başladı. Sonra ortağım Ramazan'la tanıştık. "Sen git yap tiyatronu" dedi. O günden bugüne 20 yıl geçti.

        Sık uğruyor musunuz?

        Çok sık gidemiyorum, vakit bulamıyorum. 10 sene aktif çalıştım. Bir kızın ilkokul ve lise mezuniyet ayakkabılarını, nişan ve evlilik ayakkabılarını verdim. Çocukları bile oldu. Çok başka bir ilişki biçimi.

        İyi bir satıcı mıydınız?

        Evet, iyi bir satıcıydım. İhtiyacı varsa satın aldırırdım. Her gün ayakkabı almaya gelene, aldırmazdım. Böyle bir samimiyet vardı eskiden.

        Ayakkabı tasarlamayı düşündünüz mü, şu ara çok moda?

        Düşünmedim ama ayakkabı için renk kombinleri yapıyorduk, bant attırıyorduk.

        Ne satar bilir misiniz?

        Eskiden tahmin ederdim ama artık koptum. Seçtiklerim artık satmıyor.

        'Anası Türk olan padişah yok'

        Muhteşem Yüzyıl dizisi bu coğrafyada, hem oynayan hem de izleyenler açısından pek çok hayat değiştirdi. Tarihi diziler tuttu. Hürrem'in arkasından bir Thedora dizisi de çekilir mi?

        İstanbul'un hikâyesi bitmez. Burada yaşananların ne olduğuyla değil, buradan ne çıkaracağımızla ilgilenmekte fayda var. O yüzden "Ecdadımız yanlış tanıtılıyor" kaygısına düşmek yersiz. Anası Türk olan padişah yok! Bizim ecdadımız sarayın dışındaki esnaf, halk. Bir gerçeğimizi söylemekten bile imtina eder olduk, çünkü başka türlü anlaşılabilir. Kimseye karşı değiliz ki. Bunu söyleyerek bir taraf olmuyorum. Neyi tartıştığımızı bilmiyoruz. "İnançlıyım" dediğin zaman bir taraf oluyorsun.

        Arkası gelir mi yani? Bu tür dizilerin diyorum...

        Önemli bir yol açtı Muhteşem Yüzyıl. Böyle büyük yapımların memleketimizde yapılabileceğini ve dünyaya satılabileceğini gösterdi. Buna bir iş olarak, sanat olarak bakılması lazım. Michelangelo şortlu adam yapsa bir şey diyemezdik. Bunlar sorgulanacak şeyler değil. Beğenirsin beğenmezsin, ama yok sayamazsın.

        Dizi zamanında mı, yoksa yapılan eleştiriler yüzünden erken mi bitecek?

        Muhakkak düşündükleri bir şey vardır söyleyenlerin, ama akışında önemli bir değişiklik olmadı çünkü çok edebiyle yapılan bir iş.

        'SARAY SOĞUK BİR YER, AÇIK GİYİNEMİYORLAR'

        Dekolteler kapandı...

        Hürrem artık yaşlandı, artık öyle gezemez! Ayrıca saray soğuk bir yer, o kadar açık giyinemiyorlar. Meselenin bu kısmıyla ilgilenmek, bir oyuncu olarak bunlara kafa yormak bile insanın canını sıkıyor.

        Reuters'dan David Rohde, "Amerikan politikalarından bile etkili bir dizi" dedi Muhteşem Yüzyıl için. Yumuşak gücün koçbaşı olarak nitelendirdi. Siz nasıl bakıyorsunuz?

        Amerikalıların hikâyeleri bitti. Artık Anadolu'nun hikâyeleri ilgi çekiyor. Çok zengin ve gerçekten çok şey öğreten bir tarihimiz var. Çok tuhaf, garip, çok muhteşem ve çok kaotik, kanlı... O dönemin insanlarının yaşayışı şizofrenik. İnsanlar iktidar olmak için kardeşlerini öldürüyor ve birleri de "Bu bizi yönetsin" diyor. Bu başlı başına psiko-nevrotik bir durum. Ölüm korkusu yüzünden herkes paranoyak. Çok zor hayatta kalmak. Oynadığım Rüstem Paşa karakteri mesela; ben haklı görüyorum adamın yaptıklarını, öldürmezse ölecek. Bütün mesele de bu.

        'BİR DAHA NE ZAMAN KAFTANLA SARAYDA DOLAŞACAKSIN'

        Rüstem Paşa'la empati kurdunuz yani...

        Akıl almaz, tuhaf bir enerjisi var herifin. Salt kötü gibi görünüyor ama hakikaten o da hayatta kalma mücadelesi veriyor. Büyük bir başarı öyküsü onunki, Steve Jobs gibi... Domuz çobanlığından veziriazamlığa... Adamın kötülükleri karşısında, "Bu kadar soğukkanlı psikopat nasıl olur" diye düşünüyorum. Kendimden bu kadar farklı bir karakteri oynamaktan keyif alıyorum. Bir daha ne zaman kaftan giyip Topkapı Sarayı'nda dolaşacaksın! Gerçekten yaşamış birini canlandırmak ayrı bir sorumluluk, bir zevk ve heyecan benim için.

        Rüstem Paşa sizi çok etkilemiş; günlük yaşamınızı da değiştirdi mi?

        Evde kaftanla dolaşmıyorum! Oynadığım karakterlerin hiçbiri özel hayatımda benimle karışmadılar, o bir hastalık olurdu. Rolden çıkamazsanız hayat ızdırap olur. G.O.R.A'da oynadığım Robot 216'nın etkisinden çıkamasaydım, şu an Çelik'le çıkıyor olurdum! İşin sadece kayıt ve stop kısmı ilgilendiriyor, gerisini çok umursamıyorum. Kayıt anı kendimi özgür hissettiriyor.

        Rüstem Mihrimah'ı seviyor mu gerçekten?

        Seviyor. Öyle oynamak istiyorum. Hayatta bir şeyi olsun sevdiğini düşünüyorum.

        Ortadoğu'da da tanıyorlar sizi...

        Enteresan bir durum var. Türki cumhuriyetlerde, Arap Yarımadası'nda, Doğu Avrupa'da hakikaten fanatik izleyiciler var ve buna tanıklık ediyorsunuz. Araplar hemen fotoğraf çektirmek istiyor. İyi mi, kötü bilmiyorum. Ne kadar tanınırsan o kadar dert çünkü.

        Muhteşem Yüzyıl hayatınızda ne değiştirdi?

        Meral Abla (Okay) benim çok sevdiğim bir kadındır. Onunla beraber çalışıyor olmak; öyle hissediyorum, büyük bir mutluluk. Çok ablalığı olmuştur hayatımın her döneminde... Mücevher gibi saklayacağım bir iş...

        'Süreçten mi geçiyoruz kılıçtan mı?'

        3 yıl önce Nazenin Tokuşoğlu'na verdiğiniz röportajda "Bu toprakların kime ait olduğunu herkes biliyor. Neden 30 senedir bunlar oluyor, siyasetçiler bir düşünsün. Kendi kendimize sorun yaratıyoruz. Askerlik konusuna gelince; oğlum da yapacak ve çok korkuyorum. Çözümü var bunun, bir an önce bulsunlar" diyorsunuz. Şimdi gelinen noktadan memnun musunuz?

        Çözüm sürecinden mi geçiyoruz kılıçtan mı belli değil. Yalan dolanla insanları oyalamasınlar. Biz yan yana yaşamayı bilen insanlarız. Yan yana yaşamayı unutturmasınlar bize. Kimse dilinden dolayı başkalaşmasın. Dünya herkese yetiyor, Yaratan'ın vardır bir bildiği. Gelip geçiciyiz. Fani oluğumuzu unutmadan yaşabilirsek, bir gün gerçekten insan oluruz. Bu ülke başka bir toprağın üzerinde olsa, hakikaten silinmişti. Çok güçlü bir ülke. Çok güçlü manevi duyguları olan insanların birarada yaşadığı, her tarafından ateş çıkan, tutku çıkan topraklar buralar. O yüzden çok bereketli, o yüzden çok göz önünde, o yüzden çok isteniyor. Sahip çıkalım.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ