Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Edebiyat Hawking 1962’de Türkiye’ye gelmiş, İran’da depreme yakalanmış

        Hamlet şöyle diyor: “Bir ceviz kabuğuna bile sığar ve yine de kendimi sonsuz uzayın kralı sayabilirim.”

        Bazı insanların, insanlık tarihi boyunca büyük sorulara yanıt bulmak istediğini; fiziksel olarak ne kadar küçük ve zavallı olsalar da zihinleriyle evreni keşfetme cesaretine sahip olabileceklerini anlatıyor Hamlet aslında. Stephen Hawking de, son iki yüzyılın en önemli “kral ceviz kabuklarından” biridir.

        Tiye aldığı ve giderek artan fiziksel rahatsızlığına rağmen (ALS/motor nöron hastalığı) fiziğe, kozmolojiye, evrene ve insanlığın geleceğine dair yabana atılmayacak teoriler öne sürmüş, bunların bir kısmı da ispatlanmıştır.

        “Yaşamımı, zihnimin içinde evreni dolaşarak geçirdim” diyor. Çünkü o, “gerçek büyük sorular”a yaşamı boyunca hayrandı. “Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar” da, Hawking’in 2018 Martı’nda ölmeden önce kaleme aldığı, bir kısmı da ölümünden sonra toparlanan soru-cevaplardan oluşuyor. Hemen verelim bu 10 soruyu:

        1) Tanrı var mı?

        2) Her şey nasıl başladı?

        3) Evrende bizden başka akıllı yaşam var mı?

        4) Geleceği öngörebilir miyiz?

        5) Bir kara deliğin içinde ne var?

        6) Zamanda yolculuk mümkün mü?

        7) Dünyada hayatta kalmayı sürdürebilecek miyiz?

        8) Uzayda kolonileşmeli miyiz?

        9) Yapay zekâ bize üstün gelecek mi?

        10) Geleceği nasıl şekillendiriyoruz?

        1962’DE TÜRKİYE’YE GELDİ; İRAN’DA DEPREME YAKALANDI

        REKLAM

        Bu bahislere girmeden, belki benim yeni öğrendiğim ama muhtemelen bazılarını Hawking’in başka yerde anlatmadığı, kendi hayatına dair birkaç özel notu aktaralım.

        * Hawking 1950’de Londra’nın kuzeyinde, 10 yaşına kadar erkek çocukların da kabul edildiği St. Albans Kız Lisesi’ne gitti. Hiçbir zaman sınıf ortalamasının üzerinde olmadığını söylüyor. Yani vasat bir öğrenciydi. Hatta 12 yaşındayken bir arkadaşı, hayatta hiçbir şey başaramayacağına dair bahse girdi. Başka bazı sınıf arkadaşları ise onda bir şey keşfetmiş olacaklar ki, Einstein lakabı taktılar. Okuldaki 6-7 yakın arkadaşıyla radyo-kontrollü modellerden dine kadar herşey hakkında tartıştıklarını; evrenin başlangıcı ve “bu başlangıçta Tanrı’nın rolünü” sık sık konuştuklarını anlatıyor Hawking. Bazı cihazları nasıl çalıştıklarını görmek için parçalarına ayırıyor, ancak çoğu zaman tekrar birleştiremiyormuş. İşte, sırrının bunlar olduğunu vurguluyor: Okulda iyi arkadaşlara sahip olmak ve merak etmek. Kıssadan hisse: ÇOCUKLARINIZI RAHAT BIRAKIN.

        * Daha sonra Oxford’daki University College’a gitti Hawking. “Burada hiçbir çaba sarf etmeden zeki olmanız bekleniyordu” diyor, “Ya da sınırlarınızı kabul etmeniz.” O da aslında hiçbir şey yapmamayı kabul etmiş. Ancak ileride ortaya çıkan hastalığı bunu değiştirmiş: “Erken yaşta ölme ihtimaliyle yüzleşmek, yaşamınız sona ermeden önce yapmak istediğiniz pekçok şey olduğunu fark etmenizi sağlıyor.”

        * Neticede Cambridge günleri başlıyor. Üniversitenin gezi hibelerinden biri için İran’ı seçiyor. O anlatsın: “1962 yazında güzergâhı İstanbul, ardından Türkiye’nin doğusundaki Erzurum, sonrasındaysa Tebriz, Tahran, Isfahan, Shiraz ve Persepolis olan bir trene binmek üzere yola koyuldum.” Talihsizlik bu ki, gezinin bitiminde eve dönerken 12 bin kişinin öldüğü, 7.1’lik İran depremine yakalanıyor. Depremin ardından birkaç günü Tebriz’de geçiriyor, ağır dizanteriye yakalanıyor. İstanbul’a dönenene kadar kendinde değil ve ailesine de haber veremiyor.

        * Oxford’daki üçüncü yılında git gide sakarlaşmaya başlıyor. Yere düşüyor, artık kürek çekemiyor. Doktorlar umutsuz konuşuyor, onunla ilgilenmeyi bile bırakıyorlar. Konuşma, yemek yeme, hatta nefes alma yetisini yavaş yavaş kaybedeceğini öğreniyor: “Beklentilerimin sıfıra inmesinden sonra, her yeni gün bir bonus gibi gelmeye başladı ve bu durum sahip olduğum her şeyin kıymetini bilmeye başlamamı sağladı. Yaşamın olduğu yerde umut vardır.” Sonra Jane’le tanışıyor, evleniyor ve hiç de sıradan olmayan özel hayatı başlıyor…

        * 1985’te, öldürülmesine karar veriyorlar! İsviçre’de CERN’e gidiyor ve orada zatürreeye yakalanıyor. Hastanede solunum cihazına bağlıyorlar ve karısı Jane’e hiçbir şey yapamayacaklarını, yaşamına son vermek için solunum cihazının kapatılması gerektiğini söylüyorlar. Ancak Jane, Tarzan’ını kurtarıyor; onu hava ambulansıyla İngiltere’ye götürüp 33 yıl daha yaşamasını sağlıyor…

        ÜÇ ŞEY LAZIM: MADDE, ENERJİ VE UZAY

        Gelelim büyük sorulara… Hepsini burada anlatacak değilim. Bir kere Tanrı’nın varlığıyla ilgili Hawking’in ne söylediği ve bu fikriyle ne kadar dayak yediği açık. “Benim Tanrı’yla alıp veremediğim bir şey yok. Ortaya koyduğum çalışmanın Tanrı’nın varoluşunu kanıtlamak ya da çürütmek üzerine olduğu izlenimini vermek istemiyorum. Çalışmam etrafımızı çevreleyen evreni anlamak adına rasyonel bir çerçeve bulmak üzerine kurulu” dese de… Ancak konuya mizah katmayı da ihmal etmiyor Hawking. Yüzyıllar boyunca kendisi gibi engelli insanların Tanrı tarafından lanetlenmiş bir yaşamla cezalandırıldığına inanıldığını belirtip devam ediyor: “Açıkçası yukarına birilerini rahatsız etmiş olmam pekâlâ mümkün, ancak her şeyin başka bir yolla, doğa yasalarıyla açıklanabileceğine inanmayı tercih ediyorum.”

        Biraz ciddileşelim. Dâhimize göre bir evren için gerekli olan üç malzeme madde, enerji ve uzaydır. Einstein, E=mc2 denklemiyle madde ve enerjinin aynı şey olduğunu vurguladı. Peki öyleyse tüm bu enerji ve uzay nereden geldi? Onun cevabını bilenleriniz vardır: Big Bang yani Büyük Patlama. “Zaman”ın da böyle başladığını söyleyen Hawking, doğa yasalarına göre Büyük Patlama’ya hiçbir şeyin sebep olmamasının mümkün olduğu fikrinde: “Çünkü bir nedenin varolması için ortada mevcut olan zaman yoktu.”

        50 HARRY POTTER KİTABI KADARIZ

        REKLAM

        Hawking’e göre yaşam, kendini düzensizlik eğilimine karşı sürdürebilen ve kendini yeniden üretebilen düzenli bir sistem olarak tanımlanabilir. Böyle bakıldığında bilgisayar virüsleri de yaşam olarak kabul edilmeli. Bu işin teorik kısmı. Diğer kısımda DNA var. Evren, yaklaşık 13,8 milyar yıl önce Büyük Patlama ile başladı. Dünyada bir tür yaşam formu bulunduğunu gösteren fosil kalıntılarsa üç buçuk milyar yıl öncesine dayanıyor. İşte bu da ilk DNA. 10 bin yıllık kayıtlı tarihte insan DNA’sında biyolojik evrimin yol açtığı tespit edilebilir bazı değişimler gerçekleşti. Nesilden nesile aktarılan bilgi miktarı da büyük ölçüde arttı. Arttı da çok önemnli bir şey mi oldu. Hawking’i dinleyip cevabını siz verin:

        “Bir insan yumurtası ya da spermi yaklaşık üç milyar nükleik asit baz çifti içerir. Ancak bu dizide kodlanan bilginin çoğu gereksiz ya da etkisizdir. Dolayısıyla genlerimizdeki toplam kullanışlı bilgi miktarı muhtemelen yüz milyon bit kadardır. Bir bit bilgi, bir evet/hayır sorusuna yanıttır. Diğer yandan ciltli bir roman iki milyon bit bilgi içerebilir. Dolayısıyla bir insan, yaklaşık 50 adet Harry Potter kitabına eşdeğerdir. Bununla birlikte büyük bir milli kütüphane bünyesinde aşağı yukarı beş milyon kitap ya da diğer bir deyişle 10 trilyon bit bilgi barındırabilir. Kitaplar ya da internet aracılığıyla aktarılan bilgi miktarı, DNA’daki bilginin 100 bin katı kadardır.” Buradan bakıldığında, mağara adamı olan atalarımızdan daha güçlü ya da özünde onlardan akıllı da olmayabiliriz. Ancak bizleri onlardan ayıran bir şey var Hawking’e göre: Son 10 bin yılda, özellikle de son 300 yılda birarada getirdiğimiz bilgi...

        O zaman o soruya gelelim. Evrende bizden başka akıllı yaşam var mı? Evrendeki bazı yıldız sistemlerinin dünyadan beş milyar yıl önce oluştuğunu söyleyip, soruya soruyla cevap veriyor Hawking: “Durum buysa o halde neden galaksi kendini tasarlayan mekanik ya da biyolojik yaşam formlarıyla dolup taşmıyor? Dünya neden şimdiye kadar ziyaret edilmedi ve kolonileştirilmedi?”

        O, UFO’ların uzaydan gelen varlıklar içerdiği iddialarını da dikkate almıyor: “Zira uzaylılar tarafından gerçekleştirilen herhangi bir ziyaretin bundan çok daha aşikar ve muhtemelen de oldukça nahoş olacağını düşünüyorum.”

        “VAHŞİLİK VE BARBARLIĞA DÖNÜŞ RİSKİ VAR”

        Bir başka merak edilen ve hayati soru daha. Dünyada hayatta kalmayı sürdürebilecek miyiz?

        Hawking felâket tellallığı yapmasa da pek de iyimser değil. Zira son 200 yılda dünya nüfusu 1 milyardan 7,6 milyara sıçradı. Ona göre bu üstel büyümenin sonsuza kadar devam edemeyeceği açık. Zira 2600 yılına gelindiğinde dünya nüfusu insanların dip dibe yaşadığı bir seviyeye ulaşacak ve elektrik tüketimi dünyanın akkor parlamasına neden olacak. Peki bu durumda ne olacak? Hawking, nükleer savaş benzeri bir felaketle soyumuzun yeryüzünden silinebileceğini düşünüyor: “Irkımızı bütünüyle yok etmesek bile Teminatör filminin açlış sahnesinde olduğu gibi vahşilik ve barbarlık haline alçalabilme olasılığımız var.” Bir başka tehlike, asteroit çarpması. Bu, savunmasız kalacağımız bir tehlike. Ancak böylesine büyük bir asteroit çarpması en son yaklaşık 66 milyon yıl önce gerçekleşti ve dinozorların yaşamına mal oldu. Bundan daha yakın tehlike ise kontrolden çıkmış iklim değişikliği ona göre: “Okyanus sıcaklığındaki artış buz katmanlarını eritecek ve çok büyük miktarda karbondioksit salınımına neden olacak. Her iki etki de iklimimizin Venüs’ünkine dönüşmesine, yani 250 santigrat derecelik bir sıcaklığa ulaşmamıza neden olabilir.”

        “30 YIL İÇİNDE AYDA ÜS KURARIZ”

        REKLAM

        Öyleyse bu dünyadan kaçalım mı? Veya onun sorusuyla, “Uzayda kolonileşmeli miyiz?”

        “Dünyayı terk etmemek ıssız bir adada mahsur kalmış insanların kaçmaya çalışmaması gibi olacaktır” diyor Hawking. Burada da mizaha başvuruyor. “İnsanlar Kolomb’un boşa kürek çekmek üzere yolculuğa çıkması için para harrcamanın israf olduğunu muhtemelen düşünmüşlerdi. Ancak Yeni Dünya’nın keşfi, Eski Dünya’dan büyük bir fark yaratmıştı. Bir düşünün Kolomb bu keşfi yapmasaydı Big Mac ya da KFC’miz olmayacaktı. Uzaya yayılmak bundan bile daha büytük bir etki yaratacaktır. Bu durum insan ırkının geleceğini bütünüyle değiştirecek ve belki de herhangi bir geleceğe sahip olup olmayacağımızı belirleyecektir.” Peki bu konudaki öngörüleri? “30 yıl içinde Ayda bir üs kurmayı, 50 yıl içinde Mars’a ulaşmayı ve 200 yıl içinde diğer gezegenlerin uydularını keşfetmeyi başarabiliriz. Ulaşmak derken, mürettebatı insanblardan oluşan bir uzat aracının Mars’a ulaşmasını kastediyorum.”

        YAPAY ZEKÂ: “İKİNCİ BİR ŞANSIMIZ OLMAYABİLİR”

        Günümüzün en tartışmalı konusu, yapay zekâ. Aslında Hawking de ömrünün son döneminde gözlüğüne bağlı bir yapay zekâ sayesinde dünyayla bağlantı kurdu, kendini insanlara anlattı. Dolayısıyla “Yapay zeka bize üstün gelecek mi?” sorusuna vereceği cevap önemli.

        Hawking, iletişimin geleceğinin beyin-bilgisayar arayüzü olduğunu düşünüyor. Bunun iki yolu var: Kafatası üzerine yerleştirilecek elektrotlar ya da beyne yapılacak implantlar: “Birincisi buzlu camdan bakmak gibi, ikincisi ise daha iyi bir yöntem, fakat enfeksiyon riskini beraberinde getirir. İnsan beynini internete bağlayabilirsek tüm Wikipedia’yı kendi kaynağı olarak kullanması mümkün olacak.” Tabii Wikipedia’ya erişebiliyorsanız.

        Peki yapay zekâ ile gelecek riskler? Hawking’e göre bilgisayarlar, her 18 ayda bir hızlarını ve hafıza kapasitelerini iki katına çıkardıklarını söyleyen Moore Yasası’na itaat etmeye devam ederse, yüz yıl içerisinde insandan daha akıllı olmaları oldukça muhtemel. “Buradaki endişe, yapay zekânın ipleri kendi eline alması ve kendini sürekli artan bir hızda yeniden tasarlamasıdır. Yavaş biyolojik evrimle sınırlı olan insanlar böylesi bir yapay zekayla yarışamayacak ve yapay zeka bizlerin yerini alacaktır. Bununla birlikte yapay zeka gelecekte kendine ait ve bizlerinkiyle çelişen bir irade ve amaç da geliştirebilir” diyor dâhimiz. Ve uyarıyor: “Ateşi bulduğumuzda defalarca çuvalladık ve ardından yangın söndürücüyü icat ettik. Ancak nükleer silahlar, sentetik biyoloji ve yapay zekâ gibi güçlü teknolojiler özelinde geleceği planlamalı ve her şeyi en başından doğru yapmayı hedeflemeliyiz. Zira bu konuda ikinci bir şansımız olmayabilir.”

        “Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar” zorlayıcı, ama bir o kadar da ufuk açıcı. Çağın en önemli bilim insanını anlamak için, hele anlattıklarının yaşamının son dönemine kadar uzanması hasebiyle kaçırılmamalı. Kitapta, “Her Şeyin Kuramı” adlı Hawking’in hayatını anlatan filmde onu canlandıran Eddie Redmayne onunla yaşadıklarını, görüşmesini yazmış önsöz olarak. “Kendisiyle tanışma fırsatına nail olduğum en komik insan” diyor. Girişte, Profesör arkadaşı Kip S. Thorne, Hawking’in bilim macerasını özetliyor. Sonsöz ise, Hawking’in 2018 Martı’ndaki cenaze törenini müthiş bir üslupla anlatan kızı Lucy Hawking’den: “Eminim bu kitaptan fazlasıyla gurur duyar ve hatta kendisi bile, nihayetinde bir katkı sağladığını kabul etmek durumunda kalırdı.”

        KİTAPTAN

        REKLAM

        “MÜSTESNA İNSANLARIN ARDINDA MÜSTESNA BİR ÖĞRETMEN VARDIR”

        “İnsan zihni gerçekten de olağanüstü bir şey. Göklerin ihtişamını ve maddenin temel bileşenlerinin inceliklerini kavrayabiliyor. Ancak her bir zihin potansiyeline bütünüyle ulaşmak için bir kıvılcıma, eşdeyişle sorgulama ve merak duygusuna ihtiyaç duyar. Bu kıvılcım genellikle bir öğretmen tarafından ateşlenir. Açıklamama izin verin. Öğretmenlik yapılacak en kolay kişi değilim, zira okumayı öğrenmek konusunda yavaştım ve el yazım da bozuktu. Ancak 14 yaşımdayken St. Albans’daki öğretmenim Dikran Tahta enerjimi nasıl kullanabileceğimi göstermiş ve beni matematik konusunda yaratıcı bir şekilde düşünmek adına teşvik etmişti. Bir başka deyişle evrenin bizatihi kendisinin taslağı olarak matematiğe gözlerimi açmıştı. Müstesna insanların ardına bakarsanız müstesna bir öğretmen görürsünüz. Her birimiz, büyük ihtimalle bir öğretmen sayesinde hayatta neler yapabileceğimize karar veriyoruz. Eğitimin geleceğinin temeli okullarda ve ilham verici öğretmenlerde olmalı.”

        ***

        İKİ TAVSİYE

        Burcu Aktaş, çocuklara edebiyata ilk adımı attıracak güzellikte bir hikâye kaleme almış. Olay, 85.5 yaşındaki Mualla’nın pencere kenarında geçiyor. Diğeri ise Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir sempozyumda sunulan tebliğlerin derlemesi.

        .png
        .png

        Hastaneden kaçırılan bir bebek, iki yıl sonra bulunan bir çocuk, ailenin “Bu bizimki” deyişi ve DNA testinin yalanlayışı… Çarpıcı bir gerçek hayat hikâyesi. Bilincin depolanıp yeni bir bedene aktarılabildiği 26. yüzyılda geçen, yakında dizisi de yayınlanacak çok önemli bir bilimkurgu romanı… Bu hafta okumak için iki çok iyi seçenek.

         Psikanaliz ve Göç Der: Nesli Keskinöz Bilen (İthaki )
        Psikanaliz ve Göç Der: Nesli Keskinöz Bilen (İthaki )
        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ