Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Başbakan'ın görmezden geldiği mektup

        Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, bir yıl önceden bugünkü sorunları tahmin edip, birlikte çözüm üretebilmek için Başbakan'dan randevu istemiş. Bu randevu isteğine herhangi bir cevap alamayan Mumcu, bugün başbakana yazdığı mektubu Atılgan Bayar'a gönderdi. İşte o mektubu, Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu'nun notuyla birlikte yayınlıyoruz.

        Sayın Atılgan BAYAR

        Uzun lafın kısası Türkiye stres içinde. Yan yana, omuz omuza olması gereken kurumlar karşı karşıya. İşler bu noktaya gelmeyebilirdi; gelmemeliydi. Yaşanabilecek sorunlara dikkat çekmek ve siyasetin ana işlevi olan çözümü önermek için Sayın Başbakan’dan randevu istedim.

        Ancak, bu talebim taraflarınca kabul görmedi. Bunun üzerine tespit ve çözüm önerilerimi 10 Temmuz 2005 tarihli bir mektupla Sayın Başbakan’a gönderdim. Ülke olarak yaşadığımız sorunları çözmek adına bir yıl sonrasında dahi güncelliğini ve geçerliliğini muhafaza etmesi açısından mektubu dikkatinize sunmak istiyorum.

        Selam ve sevgilerimle,

        Sayın Başbakan,

        1982 Anayasası ve onun kurduğu sistem, varolduğu günden beri siyasal toplumsal yaşamımızda ortaya çıkan pek çok soruna kaynaklık ediyor. Temel sorun bu Anayasa’nın yapıldığı koşullar ile bugünün Türkiye’sinin ihtiyaçları arasındaki uzlaşmaz çelişkidir. Ancak bundan daha önemli olanı mevcut anayasal düzenin biriktirdiği sorunlar ve geciktirdiği çözümlerle sürdürülemez bir noktaya gelmiş olmasıdır.

        Bu süreç içerisinde Türkiye, biriktirdiği değişim ihtiyacını kendi vizyon ve iradesiyle hayata geçirmek yerine, kendi dışındaki odakların (AB, IMF gibi) telkin, yönlendirme ve bazen de dayatmasıyla gerçekleştirebilmiştir. Özellikle Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi etrafında oluşturulan siyasi atmosfer ve konsensus bu kısmi değişim ve dönüşümlerin önünü açmıştır.

        Her ne kadar bu süreç Türkiye’nin zaten ve kendiliğinden ihtiyacı olan bir takım değişim ve gelişmelerin önünü açmak gibi faydalı sonuçlar doğurmuşsa da, özellikle Avrupa Birliği’nin kendi içinde yaşadığı bazı sorunlar, uluslararası alanda yaşanan veya yaşanması muhtemel bazı gelişmeler ve Türkiye’nin çözülmeyi bekleyen pek çok sorunu birlikte değerlendirildiğinde, göz ardı edemeyeceğimiz riskler-tehditlerle karşı karşıya bulunduğumuz aşikârdır.

        Türkiye kendi değişimini başkaca bir moderatöre ihtiyaç duymadan yönetebilmelidir.

        Bilhassa uluslararası ilişkiler alanında yaşanması muhtemel gerginliklerin ortaya çıkarabileceği yeni sorunlar ve bunların iç komplikasyonları göz önünde tutulduğunda, Türkiye’nin kendi değişim yönetimi kapasitesini yaratabilmesinin ne kadar acil ve ne kadar hayati bir öncelik olduğu görülecektir.

        Bugün itibariyle uzak bir ihtimal gibi görülseler bile, bu risk ve komplikasyonların ciddiyetle değerlendirilmesi ve çözümlerinin hayata geçirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi ve topyekûn Türk siyaseti açısından ihmal edilemez varoluşsal bir görev olarak önümüzde durmaktadır.

        Bu çerçevede her demokrasi için olağan kabul edilebilecek rekabet, “çözüm için demokratik uzlaşmayı” engellememelidir.

        Unutmamalıyız ki demokratik rejim ve unsurları ulusal birlik ve toplumsal barışın hem ürünü hem güvencesidir. Onun için ulusal birliği ve toplumsal barışı korumak demokratik kurumların ve demokratik rejimin tüm unsurlarının en önemli görevidir.

        Son yirmi yıl içinde gerçekleşen seçimlerin gündemlerine ve siyasi tercihlerin odağına yerleşen, ülke gündemini çeşitli aralıklarla ama sürekli meşgul eden konu-sorunların neler olduğu konusunda sanıyorum kolaylıkla uzlaşabiliriz. Hatta siyasi partilerin seçim beyannameleri, siyasilerin gazete ve televizyonlara yansıyan beyanları üzerinden yapılacak kısa bir araştırma da bu konuların neler olduğunu açık seçik olarak önümüze koyabilecektir.

        Sayın Başbakan,

        Türkiye’nin bu sorunların çözümlerini geciktirmekten elde edebileceği hiçbir yarar yoktur.

        Bu sorunların çözümü için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden daha üstün ve daha yeterli hiçbir irade ve adres de yoktur.

        Ve bu sorunları demokratik bir uzlaşmayla çözmekten başkaca bir yöntem de yoktur.

        Bu bağlamda “toplumsal mutabakat” veya “kurumlararası mutabakat” gibi içeriği açık olmayan ve çözüme yaklaştırmayan kavramlar etrafında düşünmenin fazlaca bir yararı olmayacağı açıktır. Bu gibi söylemleri anlamlı ve geçerli kılacak şey çözümleri mümkün kılacak bir “demokratik uzlaşma”dır. Çünkü demokrasilerde toplumsal mutabakatın sözcüsü ve adresi parlamentolardır, kurumları da siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları gibi demokratik oluşumlardır.

        AB ile ilişkiler ve bölgemizde yaşanması muhtemel sıcak gelişmelerin önümüzdeki zaman diliminde tetikleyebileceği sosyal tepkiler göz önünde bulundurulduğunda, bekletilen bu sorunların çözümü için en uygun ve elverişli zaman kesitinin hemen şimdi olduğunu görüyoruz.

        Bu sorunların çözümü için demokratik bir uzlaşmaya gidilememiş olması ve yukarıda işaret edilen sosyal psikolojik ortam bir arada düşünüldüğünde, çözümden daha uzaklaşacağımız gibi, biriken sorunların daha derin ve daha vahim boyutlar kazanabileceğini göz ardı edemeyiz. Onun için şimdi çözmeliyiz. Demokratik bir uzlaşmayla çözmeliyiz. Zaman kaybetmemeliyiz.

        Hiç şüphesiz bu sorunların en başında birey ve toplum yaşamının vazgeçilmezi olan din değerleri ile demokratik devlet düzeninin vazgeçilmezi olan laiklik ilkesi arasında uzlaşmaz bir çelişkinin var olduğu yönündeki yanıltıcı algı gelmektedir. Bu yanılgı tüm toplumsal ve siyasal yaşamımızı baskı altına almakta; bu baskı biçimsiz ve niteliksiz sorunlar yaratmaktadır. Bu sorunlar, bireylerin günlük yaşamından siyasi tercihlerine, ülkenin toplumsal barışından uluslararası ilişkilerine kadar uzanan bir yelpazede yaşanan daha pek çok soruna da kaynaklık etmektedir.

        Anılan sorunun en yoğun ve somut biçimde simgeleştiği alan, daha çok “başörtüsü” tartışmasıdır. Kız öğrencilerin başörtüsü sorunu olarak başlamış olan bu sorun, geldiğimiz noktada, bir yandan kapsamlı bir yükseköğretim reformunu engelleyen bir boyuta taşınmış, diğer yandan haklar ve özgürlükler eksenli bir tartışmanın odağına yerleşmiş ve toplumda hem kamplaşmaya yol açmış, hem de kamu vicdanını yaralayan sonuçlara dönüşmüştür.

        Bir tek noktadan üreyen ve çoğalan sorunlar toplamı bütün siyasal ve toplumsal atmosferi belirleyebilecek boyutlara kadar büyüÖte yandan sorunları çözmek adına açık seçik olmasa da ortaya atılan fikirlerin hem kavrayış hem çözüm yeterlilikleri kuşkuludur. Özellikle anayasamızın 42. maddesinde bir değişiklik yapılarak “gerekirse referanduma götürülmesi” yolundaki çözüm girişimleri sorunu çözmekten çok, toplumu kutuplaşma ve bölünmeye götürecek sonuçlar ortaya koymaya adaydır.

        Çözümü olabildiğince yalın, açık, anlaşılır, toplumsal uzlaşmayı yansıtacak ve demokratik uzlaşmayı mümkün kılacak biçimde üretmek gerekir.

        Anavatan Partisi olarak çözüm yol ve yöntemlerini önermekten başlayarak diyaloğa açık ve önkoşulsuz olarak her türlü katkıya hazır olduğumuzu bilmenizi rica ederim.

        Çözümün konuya çeşitli açılardan yaklaşan tüm tarafların gösterecekleri “kişi hak ve özgürlüklerine karşılıklı saygı” ortak tutumu üzerinden inşa edilebileceği açıktır.

        Bu düzlemde, kamuoyuna da deklare etmiş bulunduğumuz önerilerimizi, burada bir kez daha sizinle paylaşmak ve tarih önünde belgelemek gereğini görüyorum.

        İlk önerimiz “başörtüsü sorunu” olarak tanımlanan, ancak çok daha kapsamlı bir yüksek öğretim reformunun konusu olması gereken anayasa değişikliklerine ilişkindir.

        Siyasi tercihlerden cumhurbaşkanı olacak kimsenin eşinin kılık kıyafetine kadar uzanan tartışmalarda kendisini bütün ağırlığıyla hissettiren başörtüsü sorunu, öngördüğümüz demokratik uzlaşı kapsamında nihai bir çözüme kavuşturulmalıdır.

        Bunun için yapılması gereken sadece “başörtüsü” konusuna odaklanmaktan uzaklaşarak Anayasa’nın 130. ve 131. maddelerin değiştirilmesi suretiyle Bologna Deklarasyonu ilkelerine uygun kapsamlı bir üniversite reformunun gerçekleştirilmesidir.

        Bu reform sadece ilişkilendirildiği başörtüsü bağlamında değil, anaokulundan ilköğretime, orta öğretimden mesleki eğitime ve oradan ülkenin işgücü ve insan kaynakları planlamasına kadar pek çok alanı sıkı sıkıya ilgilendiren hayati ve öncelikli bir ihtiyaçtır. Reform daha önce akademik çevrelerle ve çeşitli toplum kesimleriyle varılan mutabakat gereği; üniversiteleri Anayasa’da idari ve mali açılardan özerk kurumlar haline getirmeyi, Üniversitelerarası Kurulu akademik özgürlüklerin güvencesi olan Anayasal bir organa dönüştürmeyi ve yükseköğretim kurumları arasında eşgüdüm ve eşyetkinlik yetki ve görevleri ile donatılmış bir yükseköğretim eşgüdüm kurulu oluşturulmasını hedeflemelidir.

        Mevcut YÖK yönetmeliğinden kaynaklanan ve temel bir insan hakkı olan eğitim özgürlüğünü ortadan kaldırıcı boyutuyla, pek çok toplumsal ve siyasal soruna kaynaklık eden ve kamu vicdanında onaylanmayan kılık kıyafet kısıtlarının kaldırılması bu girişimin çok küçük bir parçası olsa bile, getireceği çözümün toplumsal barışa ve siyasal verimliliğe katkısının çok büyük olacağı açıktır.

        Kılık kıyafet tartışmalarına son verilebilmesi bakımından ayrıca, kamu hizmeti alan ve kamu hizmetini veren esasında yapılacak bir ayrışmaya dayalı olarak,kamusal alanın devletle ilişkili boyutu açık ve net bir şekilde tarif edilebilir ve kamu erkini kullanan kesimlerin herhangi bir din ya da ideolojiye dayalı sembol bulunduramayacağından hareketle, kişi hak ve özgürlüklerine devletin ancak kamu erkini kullananlar açısından bir sınırlandırma getirilebileceği hükmü açıkça yazılabilir.

        İkinci önerimiz, Cumhurbaşkanlığı makamının ve siyasal sistemimizin sağlıklı biçimde tanımlanmasına ilişkindir.

        Geride bıraktığımız yirmi yıl içinde pek çok kısır tartışma ve verimsizliğe yol açan cumhurbaşkanlığı konusunun da demokratik doktrinin icaplarına uygun bir çözüme kavuşturulması gereği vardır.

        Mevcut haliyle yarı başkanlığa benzeyen, ancak seçilme yöntemi, yetkileri ve sorumsuzluk prensibiyle dünyada başka bir örneği bulunmayan bu model, olması gereken biçime dönüştürülmelidir. Birinci yöntem, sistemi gerçek bir parlamenter rejim hüviyetine kavuşturmak ve böylece Almanya’daki örneğine benzer bir cumhurbaşkanlığı modelini benimsemek olabilir.

        Her ne kadar mevcut durumdan daha anlaşılabilir ve kabul edilebilir görülse de özellikle demokratik rejimin çoğulcu ve müzakereci karakteri göz önüne alındığında, temsili demokrasi düzeyinde kalma, çoğunluk rejimine dönüşme gibi riskleri bertaraf edebilecek ve kuvvetler ayrılığı ilkesini daha etkin kılacak bir yöntemin benimsenmesi bize daha doğru görünmektedir.

        Bu ise mevcut uygulamaya Parlamentoyu seçime götürebilme yetkisi ve halka karşı sorumluluk anlayışının yerleştirilmesi, yani cumhurbaşkanının halk tarafından en çok iki dönem için ve iki turlu bir sistemle seçilmesi suretiyle gerçekleşebilir.

        Üçüncü önerimiz, “yolsuzlukla mücadele” çerçevesinde dokunulmazlıkların sınırlandırılmasına yönelik bir anayasa değişikliğini öngörmektedir.

        Ana muhalefet partisinin anayasa değişiklikleri konusunda dokunulmazlık sorununun çözülmesini ön koşul olarak ileri sürmesi, öngördüğümüz uzlaşmanın alanını daraltabilecek bir sorun olarak görülmektedir. Oysa hiç kuşkusuz ana muhalefet partisinin de bu uzlaşıya kendi iradesi ve katkılarıyla katılması çok değerlidir.

        Bunun için iktidar ve ana muhalefet arasında uzlaşmazlık noktası olarak görülen dokunulmazlıklar sorununun, yürütme erkini kullananlar bakımından sınırlandırılması yönünde yeni bir uzlaşma ile çözüme kavuşturulması mümkün gözükmektedir. Böylece yasama dokunulmazlığı aynen korunarak, kamu vicdanının da rahatsız olduğu yolsuzluk, suiistimal gibi itham ya da isnatlar karşısında Türk siyasetinin kamu vicdanında aklanmasına imkân verecek bir kapı aralanabilir.

        Sayın Başbakan,

        Yeni bir yasama yılının sonuna geldiğimiz şu günlerde böyle bir çözüm ve uzlaşma platformunun oluşturulmasının önemine dikkat çekmek istiyorum.

        Ayrıca, Anavatan Partisi olarak getirilebilecek başkaca önerileri de müzakere etmeye ve desteklemeye hazır olduğumuzu belirtmek isterim.

        Üstelik, seçimlerden bugüne ortaya çıkan Parlamento tablosu, ortaya koyduğu aritmetik dengelerle, bu çözümlere çok yakın olduğumuzu da bize göstermektedir.

        Önemli olan burada değinilen meselelerin ülkenin acil ve öncelikli sorun alanları olduğu üzerinde mutabık olmaktır. Türkiye’nin birliği ve dirliği açısından bu sorunlar ihmal edilemez. Yaşanılan sorunlara ilişkin bugünden geliştirilecek çözümler, önümüzdeki dönemde ülkenin gündemine girmesi muhtemel riskleri de bertaraf etmeye katkı sağlayacaktır.

        Anavatan Partisi olarak bu konuların Parlamento çatısı altında görüşülebilmesini sağlayacak sayısal çoğunluğa sahip olmayışımız nedeniyle, sorunların çözümü yönünde koşulsuz irademizi, taahhüt ve beyanımızı tekrarlamak ve mevcut Parlamentonun tarihi ve vicdanı sorumluluğunu sizinle paylaşmak adına bu çağrıyı yapma ihtiyacı duydum. Meclis çoğunluğuna sahip olma imkanı ile bu sorunları çözme bahtiyarlık ve şerefine -“ortak” demiyorum- “sahip olmak” isteyeceğinize inanıyorum.

        Saygılarımla.

        Erkan MUMCU

        Anavatan Partisi Genel Başkanı

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ