Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Erkan Mumcu iktidara yüklendi

        Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu'nun parti grup toplatısı'ndaki konuşmasının tam metni:

        Değerli arkadaşlar, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli Anavatanlılar, değerli konuklar, sevgili basın mensupları sözlerime başlamadan önce sizlere saygı ve sevgilerimi sunuyorum, saygı ve sevgiyle selamlıyorum. İyi bir çalışma haftası diliyorum. İyi haftalar diliyorum. Değerli grup başkanvekillerimize gösterdikleri duyarlılık dolayısıyla teşekkür ediyorum. Evet kendi tarih bilincimizi yaşatmak adına zaman zaman bunları idrak etmemiz, bunları hatırlamamız hatırlatmamız gerekiyor. Anlaşılan o ki biz geçmişin defterlerini ne kadar bir kenarda bıraksak da unutsak da bazıları bunu unutmak niyetinde değil. Sürekli geçmişte bir şeyleri kurcalamak, sürekli geçmişten bir şeyleri getirmek, geçmişten bir şeyleri bugüne getirmek niyetiyle karşımızda bir takım ülkeleri, bir takım siyasetçileri buluyoruz. Bu sadece Fransa’nın bugünlerde ortaya koyduğu tutumdan ibaret bir şey değil. Ama biliyorsunuz bu kürsüde yapmaya çalıştığımız en önemli şeylerden bir tanesi de milletimiz adına şifreleri çözmek. Ve milletle diplomatik bir dille konuşmak yerine, millete imalı sözlerle “miş gibi” yaparak bir şeyler anlatırmış gibi yapmak yerine, apaçık ne olmakta olduğunu millete aktarmak. Çünkü görünen odur ki ülkemize ve milletimize karşı biriktirilmiş husumetlerle karşı karşıya geldiğimiz her durumda, bu mücadelede bizi galip çıkaracak yegane kudret milletimizin azmi ve iradesidir. Tıpkı Amasya Tamimini ilan ederken, büyük önder, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi: “Milleti ve memleketi içine düştüğü bu fevkalade fena ahval ve şeraitten yine milletin azmi ve iradesi kurtaracaktır” diyen sözlerini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Tabii işin kendi sorumluluğumuza, ülkedeki işlerin gidişatından kaynaklanan boyutuna geleceğim ama önce bu ikide bir dönüp “Vur abalıya” misali, Türkiye’den ve Türklerden hınç almaya çalışanların psikolojisini bir analiz edelim. Anlaşılan odur ki daha birkaç yüzyıl Batı, Türkiye ve Türkler karşısındaki komplekslerinden kurtulamayacaktır.

        Batının bu komplekslerinden kurtarılması için ciddi bir demokratikleşme ve ciddi bir eğitim sürecinden geçirilmesi gerekir. Ve ciddi bir kendi tarihi ve kendi kültürüyle yüzleşmesi sürecinden geçirilmesi gerekir. Aksi halde Türkiye yönelik husumetler sona ermeyecektir. Bu işin arkasında yatan şey türlü biçimleriyle Doğuya yönelen, Ortadoğu’ya, Asya’ya yönelen ve bölgeyi bir biçimde kendi egemenliğinin konusu, kendi iradesinin, kendi buyruğunun konusu haline getirmek isteyen Batılı güçlerin, burada karşılarında Türkleri bulmuş olmaları hiçbir zaman hazmedemedikleri bir şeydir. Roma’nın doğuya doğru yayılmasının karşısında Türkler vardı. Doğu Roma’nın doğuda, Anadolu’da ve Afrika’da, Afrika’nın kuzeyinde, Ortadoğu’da, Kudüs’te kurumlaşmasının karşısında da Türkler vardı. Bu Türkler tarihin çok eski çağlarından beri ne yazık ki, ne yazık ki yani onlar açısından söylüyorum, bizim açımızdan ne mutlu ki Batılıların tekerine çomak sokmuşlardır. Heveslerini kursaklarında bırakmışlardır. En son Sevr ile paramparça etmeye çalıştıkları coğrafyada yine “şu çılgın Türkler” onlara, yedi düvele kafa tutarak tekerlerine çomak sokmuşlar, hesaplarını, oyunlarını bozmuşlardır. Burada bir Ermenistan kurma hayaline müsaade etmemişlerdir. Burayı etnik açıdan paramparça bir coğrafya, dolayısıyla istenildiği gibi lokmalara ayrılmış, parçalanmış, yutulmaya hazır, sömürülmeye hazır bir coğrafya olmasın müsaade etmemişlerdir. Dolayısıyla Batı, Türkiye ile Türkleri kolay kolay hazmetmemiştir ve hazmetmeyecektir.

        Şimdi açık konuşalım ki, rahatça söyleyelim ki; Batı tarihi aynı zamanda bir uygarlık tarihi olduğu kadar, insanlık için bir medeniyet tarihi olduğu kadar aynı zamanda insanlık suçlarının da tarihidir. Batı’nın tarihi ikiyüzlülüğün tarihidir. Batı’nın tarihi insanlığa karşı suçların tarihidir. Ari ırklar yaratmayı, ırkçılığı biz icat etmedik. Türdeşleştirmeyi biz icat etmedik. Soykırımı biz icat etmedik. Bizim tarihimizde soykırım yok. Soykırımın mucidi de Batıdır, faili de Batıdır. Her anlamda suçlusu, ırkçılığın da, soykırımın da bir tek suçlusu vardır insanlık tarihinde; o da Batı. Kendi suçlarınızı bize projekte etmeye çalışarak bizim suçluluk duygusu içine gireceğimizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

        Dünya savaşlarını ırkçı fantezilerinizle siz çıkardınız ve 10 milyonlarca insanın hayatına mal olan bu savaşlarda soykırımların faili sizsiniz. Faşizmi siz icat ettiniz. Faşist düşüncenin babaları sizden çıktı, tohumları sizin kültürünüzden atıldı. Bize bu suçlar yapışmaz. Bize bu suçlamalar, bu karalamalar yapışmaz. Çünkü bizim hijyenimiz, bizim tabiatımız buna müsait değil. Biz insan seven bir kültürüz. Biz insana inanan bir kültürüz. Biz insanı yeryüzünde Tanrı’nın halifesi olarak kabul eden bir kültürüz. Biz insanı Kabeleştirmiş bir kültürüz. Biz insanı türdeşleştirmeye, biz insanı ırklarla kısım kısım, taksim taksim ayırmaya çalışan ve ırklar arasındaki mücadeleyi Darwinist bir yaklaşımla, bir var olma-yok olma mücadelesi olarak gören bir sapkın kültüre mensup değiliz ki. Bizim tarihimizde böyle bir şey yok. Evet Batının tarihi aynı zamanda uygarlığın tarihidir. Ama Batı uygarlığını işte bu çelişkilerinden bu utanç tablolarından da çıkarmıştır biraz. Dönüp kendi suçlarını bizim kabul etmemizi falan beklemesinler.

        Evet bir mukatele yaşanmıştır 1. Dünya Harbi sürecinde. Yani Türkler ve Ermeniler arasında karşılıklı kıtal yani mukatele yaşanmıştır. Ama mukatele başka bir şeydir, soykırım başka bir şeydir. Bu mukatelenin yaşanmış olması da yine Batının kışkırtıcılığı yüzündendir. Yine, yüzyıllarca barış içinde, bir arada, kardeşçe yaşayabilmiş toplulukları, Osmanlı’nın “tebaa-i sadıka” diye şerefli bir yerde gösterdiği Ermeni topluluklarını Osmanlıya ve Türklere karşı katliama sevkeden yine Batının kışkırtıcılığıdır. Dolayısıyla bizim herhangi bir şeyden suçluluk duymamızı falan beklemeyin. Ancak burada esas mesele tarihin yargılanması, tarihin anlaşılması falan değildir. Şimdi şifreleri çözeceğimiz yere geliyoruz. Burada tamamen güncel bir olgu, güncel bir mesele vardır. Fransa, Türkiye’nin de doğusunda kendi hinterlandını geliştirecek bir atraksiyonun, çabanın içindedir. Ermenistan’a Lübnan’a ve çeşitli Ortadoğu ülkelerine yaklaşımı budur ve Ermeni soykırımı adı altında yürütmeye çalıştığı bayağı, popülist politikasının arkasında böyle bir hesap vardır. Kimse kimseyi kandırmasın. Bunun en ciddi sözcülüğüne savunanlardan bir tanesi Sarkozy’dir. Onun da kendi kişisel komplekslerinden kaynaklanan başka zaafları vardır. O da başka bir şeyi örtmeye çalışırken, başka bir zaafı gizlemeye çalışırken buralara saplanıp kalmaktadır. Ve tabi Ortadoğu’da rolü ve etkinliği istenmeyen Türkiye’nin içine doğru büzülmesi için bir atraksiyon, bir toplu harekat başlatılmıştır. Ve Türkiye’ye yapılan şey bir tür “cambaza bak” oyunudur. Türk kamuoyunun, Türk siyasetçisinin dikkati Irak’tan, Suriye’den, Ortadoğu’dan alınıp Ermenistan’a ve kendi içine doğru çekilmek istenmektedir. Ve Türkiye’ye “bölünürsün” korkusu, Türkiye’ye “işte Ermeniler üzerinde suçun var bu suçunu itiraf et” baskısıyla meşgul edilmeye çalışılmaktadır.

        Bu oyun rolleri paylaştırılmış bir oyundur. Türk siyasetçisinin akıllı olması lazımdır. Aklıma “Braveheart” filmi geldi. Hatırlıyor musunuz filmi? “Braveheart” ı hatırlıyor musunuz? Hani ülkesinin geleceğinden endişe eden bir kral vardı. Oğlunun durumuna, kral adayı prensin durumuna bakıp diyordu ki: “Senin bu durumun, bu kifayetsizliğin, bu yetersizliğin herkesin iştahını kabartıyor. Ülke hakkında kimin kötü niyeti varsa bunu mümkün görüyorlar ve ülkeye saldırıyorlar” diyordu. Hatırlıyor musunuz filmi? Bugünkü hükümetin durumu da aynen bu. Hükümetin içinde bulunduğu zaaf, hükümetin başından beri gösterdiği zaaf tablosu Türkiye’ye karşı kimin ne niyeti varsa hepsini ayağa kaldırıyor. Ama hükümet utanmadan bu işleri idare ediyormuş gibi yapıyor.

        Biraz önce şöyle bir göz ucuyla baktım; sayın başbakan parti grubunda, bu işlerde her şey yolundaymış gibi, böyle aslanlar gibi kükrüyordu. Fakat komik oluyor. Hakikaten komik oluyor. Şimdi efendim biz de bir soykırım anıtı mı diksek? Biz de bir soykırım yasası mı ilan etsek? Ne yapsak? Gazeteciler konuşuyor ama siyasetçiler konuşmuyor. Başbakan sadece işte retorik yapıyor, edebiyat yapıyor, söz… Fiilen ne yapıyorsun kardeşim? Bana bir onu göstersene sen! Ne yapıyorsun? AKP Genel Başkanı sıfatıyla Sarkozy’yi aramış. Çok ayıp çok ayıp. Eğer bir ülkenin Başbakanı böyle bir meselede başka bir ülkenin İçişleri Bakanını muhatap alıyorsa ülkesinin itibarını ayaklar altına alıyor demektir. Çok ayıp. Mutlaka konuşulacak bir şey varsa Abdülkadir Aksu konuşsun. Bence ona bile gerek yok. Bence buna bile gerek yok. Çünkü konuşulacak bir şey yok. Ortada iyi niyet yok. Ortada samimiyet yok. Tavrınızı koyacaksınız. Ağırlığınızı koyacaksınız. Yaptırımlarınızı koyacaksınız. Net koyacaksınız ve arkasında da duracaksınız. Tekrar söylüyorum. Geçen hafta bu kürsüden söyledim; Türkiye dış politikayla ilgili olarak öylesine acınacak bir haldedir ki, öylesine iradesi elinden alınmış bir haldedir ki -dış politika dediğiniz dünya meselelerinde söz söyleme falan değil- hemen kendi etrafında olup biten meseleler ve kendi hayatını etkileyecek meselelerle ilgili olarak o kadar inisiyatifsiz bir hale getirilmiştir ki gelen giden Türkiye’ye bir tokat vurmaktadır. Ve herkes Türkiye’den istediğini alabileceğini zannetmektedir.Ve enteresan bir şekilde artık Türkiye geri çekilmekte o kadar ileri götürmüştür ki meseleyi şimdi bırakın kendi sınırları dışında kendi etkinliğini ortaya koymayı kendi sınırları içinde, kendi sınırlarını koruma mücadelesiyle baş başa bırakılmıştır. Bir utanç tablosudur. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının Amerikan Başkanıyla yaptığı görüşmenin arkasından Türkiye’nin güvenliği, bütünlüğü ile ilgili olarak PKK terörü ile ilgili Amerikan Başkanıyla konuşamadığını itiraf etmiş olması. Bunu gündem yapmak bile lüzumsuzdu. Böyle bir gündemi oraya götürmek bile lüzumsuzdu.

        1 yıldır söylüyorum Türk basını iltifat etmiyor. 1,5 yıl oldu. Irak ve Türkiye’nin güneydoğusu ve Türkiye’de terörle ilgili olarak Amerikan planının ne olduğunu 1 yıldır anlatıyorum. 1,5 .yıl öncesinden yani Türkiye’de hükümet işte ‘Kürt Sorunu’ vesaire tartışmaları etrafında güya sözüm ona bir şeyler anlatmaya çalışırken bile biz olayların nereye gittiğini ve ne olduğunu anlatıyorduk. Nedir mesele? Mesele şu: Irak’ta yürütülmekte olan Amerikan Planları gereği özellikle Irak’ın kuzeyinde oluşacak bir Kürt devletinin Türkiye’nin himayesine ihtiyacı vardır. İlahi nihai Amerikalılar oradaki Kürt devletini ayakta tutamazlar. Bunun askeri himayesini kendileri yapamazlar, bunun bedelinin çok ağır olduğunu Irak’ta görüyorlar. Bu Irak Kürdistanının hamisi olmaya aday ülke Suriye olamayacağına, İran’da bunu kategorik olarak şiddetle reddettiğine göre İran’la herhangi bir ilişkiyi ve iletişimi Amerikalılar reddettiğine göre bu rol Türkiye için yazılmış bir roldür. Bu rol Türkiye için yazılmış bir rol olageldiği için şimdi bunun Türkiye’de PİAR’ı yapılmaktadır. Ve PKK ve PKK terörü meselesi de bu projenin PİAR elemanlarından, araçlarından yani Halkla ilişkiler araçlarından birisi olarak kullanılmaktadır. Ortadaki senaryo bir Amerikan senaryosudur, seyredeceğimiz film bir Amerikan filmidir. Ve yapılmaya çalışılan şey Türkiye’yi bu role ikna etmektir. Yapılmaya çalışılan şey budur. “Efendim Türkiye’de terör bitecekmiş. PKK silah bırakacakmış. Talabani ve Barzani Irak’ta PKK’nın desteklerini yok edeceklermiş. Amerika Türkiye’nin terörle mücadelesinde Türkiye’ye destek olacakmış” bütün bunlar kocaman birer yalandır. İşin aslı, esası Türkiye’nin Kuzey Irak’ta kurulacak Kürt devletine hami olma rolüne ikna edilmesi sürecidir. Bu süreçte PKK’nın bu kadar önemli bir şeymiş gibi sunulması da Türkiye’ye son derece haksızlıktır. Türkiye’nin bu mücadeleyi kazanmak için Amerikan desteğine filan ihtiyacı yoktur.

        Amerikalıların gelip bize meram anlatacakları yerde biz gidip onlara meram anlatıyoruz. Onların bizim gönlümüzü almak için mücadele edecekleri yerde biz gidip onlara meram anlatıyoruz. Ve beni şaşırtan şey iktidardın bu aymazlığı neyse hadi buna alıştık ama muhalefetten de bazı arkadaşlar bu Amerikan filminde rol kapmaya çalışıyorlar. Üstelik “figüran migüran ne olursa olsun oynarım abi…” durumundalar yani. Ama hakikaten Allah’tan başkasından korkmamak lazım. Hakikaten korkmamak lazım. Hakikaten ağır olmak lazım. Ve sadece ağır olmak yetmez ağırlığı muhafaza edebilmek lazım. Hakikaten delikanlı gibi durabilmek lazım. Ben böyle söyleyince sinirleniyorlar. Niye sinirleniyorsunuz kardeşim? Niye sinirleniyorsunuz. Yani ortada dönen filmin Amerikan filmi olduğunu ve bu işin Türkiye’yi Irak’ı Irak’ta bir Kürt devletini korumaya razı etme projesi olduğunu biz bilmiyor muyuz? Ne saklıyorsunuz milletten! “PKK silahı bırakacakmış” PKK silah bıraksa ne olur bırakmasa ne olur. Bıraksa ne olur bırakmasa ne olur? PKK zaten silah bırakmaya mecbur. Zaten silah bırakmaya mecbur. Yani bu Amerikalıların Türkiye’ye sundukları bir nimet mi yani? Eğer bölgede bir şey olacaksa, bölgede bir siyasi proje yürüyorsa Türkiye’nin şunu demesi lazım; “Arkadaş benle danışmadan, benle konuşmadan burada bir şey yapamazsın. Benimle anlaşacaksın. Benimle anlaşmadan burada gönlüne göre proje yapamazsın” diyebilecek dirayeti Türkiye ve Türkiye adına hükümet göstermedikçe işte Türkiye’nin başından, ensesinden tokat eksik olmaz. Şimdi anlıyor musunuz Fransa’nın derdinin ne olduğunu. Fransa’nın böyle bir gündemde Türkiye’yi bir ‘soykırım’ tartışmasıyla karşı karşıya getirmesinin arkasında yatan amaç uluslararası ilişkilerde Türkiye’yi birilerinin kucağına ittirmek. Mesela ‘soykırım’ mücadelesinde Türkiye daima İsrail ile ilişkilerinden yararlanmıştır. Şimdi Türkiye’ye Sarkozy üzerinden bir mesaj veriliyor. Deniliyor ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Sarkozy üzerinden bir mesaj veriliyor. Sarkozy’nin bu konudaki bayraktarlığı yürütmesi boşuna değildir. Son derece sistemlidir. Akıllı bir hesabın ürünüdür. Ve deniliyor ki; “Kardeşim sen İsrail ile sıkı işbirliği yapmaktan sakın ha vazgeçme. Sakın ha İsrail ve Amerikanın dediğinin dışında bir şey yapma.” deniliyor Türkiye’ye. Denilen şey bu. Türkiye dönüp tersini söylemedikçe “Ben PKK konusunda sizden hiçbir yardım istemiyorum kardeşim. Ben kendi teröristimle ve kendi terörümle kendi başıma mücadele ederim. Siz de benden Küresel terör dediğiniz sorunla ilgili olarak bundan sonra gelip bir şey istemeyin” dediğiniz gün lafı gözden anlamanız icap etmez ayağınıza gelirler “Ne istiyorsun abi ne yapalım?” diye sorarlar. Budur. Bunu diyecek cesaretiniz yoksa habire ensenize tokatı vurup dururlar sizde gözlerinde kararlılığı ararsınız birilerinin. Yazıklar olsun.

        Bu ülke bu kadar horlanmayı, bu kadar itilip kakılmayı, bu kadar suiniyetlerin kabartılmasını hak etmiyor. Türkiye’nin iradesi olmadan Irak’ta hiçbir şey olmaz kardeşim. Bütün dünya bunu bilsin. Bu ödlek hükümete rağmen, bu kararsız parlamentoya rağmen eğer Irak’ta bir proje yürüyecekse eğer Ortadoğu’da barış olacaksa eğer İsrail bulunduğu yerde kendi güvenliğinden emin, devlet olma hakkı tanınmış bir devlet olarak varolacaksa Türkiye’nin rızasına muhtaçtır. Bu böyle biline.

        Ve Türkiye’nin Generalleri, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kudretli Generalleri sadece irtica vesaire konularıyla ilgili olarak değil Türkiye’nin bölgesel, ulusal, uluslararası çıkarlarıyla ilgili olarak da bir duruş gösterirlerse bu Türkiye’nin ve Türk evlatlarının önümüzdeki 10 yıllarına, 20 yıllarına 50 yıllarına da hakikaten önemli katkılarda bulunacak değerli bir vazife, değerli bir katkı olur. Bunun da altını bir kez daha çizmiş olalım. Öyle dönüp içeride sürekli bir rejim tartışmasıyla Türkiye’ye korku telkin etmek yerine Türkiye’ye cesaret telkin etmek gerekiyor. Türkiye’ye “korkma” demek gerekiyor. Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak. Korkma! Korkma ey millet!Korkmayın kardeşlerim, korkmayın bu memlekete kimse bir şey yapamaz. Bu millete kimse bir şey yapamaz. Bu ülkeyi kimse bölemez. Kimsenin buna gücü yetmez. Bunu söyleyebilmek ve bu lafın arkasında “Korma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” sözünün arkasında dimdik durabilmek gerekiyor. Risk alacaksanız böyle risk alın. Risk böyle alınır işte. Hani “Riski benim” diyen arkadaşlara sesleniyorum. Hazırlanmış senaryolar içinde rol kapmakla risk alınmış olmaz. Kimse kimseyi kandırmasın. Maaşlı köşe yazarlarının alkışlamasıyla da milletin kalbinde,gönlünde bir yer alınmış olmaz. Milli siyaset milli siyasettir. Milli siyasetin memleketin milli çıkarları arkasında durabilen milli bir duruş göstermekle yapılır. Demokratik siyasette böyle yapılır.

        Şimdi ülkeyi bu hale getiren hükümet ne yazık ki önümüzdeki dönemi sadece ve sadece kendi çıkarlarına halel gelmeyeceği bir dönem olarak idrak etmenin derdinde. Hani Türkiye’nin ‘Avrupa ile ilişkileri fevkalade ilerdeydi. Berlusconi dostumuzdu, Chirac’la ilişkilerimiz fevkalade iyiydi.’ Berlusconi’ye Aria tavizini verip GSM işinde zararı TELEKOM’a yıkıp arkasından gene Fransızların bir başka şirketine TELEKOM’u -Lübnan şirketi filan değildir o OGER bir Fransız şirketidir- vermekle Airbus’la uçak pazarlığı yapıp uçak rüşveti vermekle dış politika yapılamayacağını öğrendiniz mi Sayın Başbakanım? Öğrendiniz mi? Hadi bakalım şimdi başka neyin rüşvetini vereceksiniz, hadi. Ülkenin elinde vere vere kalan bir tek şey kaldı; enerji dağıtımı, elektrik dağıtımı şebekesi. Türkiye’nin varlık olarak satabileceği, elden çıkarabileceği bir tane şeyi kaldı ve işbirlikçi sermaye Türkiye’yi sömüren sermayenin yerli işbirlikçileri büyük bir iştah içerisinde buradan da pay alabilmek için bekliyorlar. Hiçbir şey de onların elinde kalmaz, onu da söyleyeyim size. Yani yerli sermaye falan diye giriyorlar ya bazı işlere. Bilin ki ellerinde hiçbir şey kalmaz. Bunlar taşeron. Ne yazık ki Türkiye’nin bir milli burjuvazisi yok, ne yazık ki Türkiye’nin çıkarlarını ülkenin çıkarlarıyla, milli çıkarlarla bütünleştirmiş, özgüleştirmiş bir burjuvazisi yok ve Türkiye’nin burjuvazisi bir işbirlikçi burjuvazi ve bu işbirlikçi burjuvazinin hayal ettiği Türkiye Avrupa Birliği’nin de kabul edebileceği kadar ölçeklerde küçülmüş bir Türkiye. Onun için ey millet! Ülkenin samimi, milliyetçi ayrımları, açın gözünüzü! Açın gözünüzü, bu işbirlikçi kadroların, bu işbirlikçi hükümetin, bu işbirlikçi sermayenin Türkiye’yi götürdüğü yer önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde parçalanmış, küçülmüş, elindeki bütün ulusal değerleri elinden alınmış bir Türkiye tablosudur ve borç baskısı altında iradesi elinden alınmış bir Türkiye tablosudur. Bunları çok aşırı, çok abartılı kaygılar olarak algılayacak insanlar da olacaktır, onlara da saygı duyuyorum, ama benim görevim ülkeyi, toplumu, milleti, ülkenin aydınlarını herkesi uyarmaktır. Ben uyarma görevimi yerine getiriyorum ve bütün bunlar tarihin kayıtlarına da geçmiştir.

        Bütün bunların tarihin kayıtlarına geçmiş olmasının ne anlamı var? Şu anlamı var: Günün birinde biz duymadıydık diyemezsiniz. Tarih ve tarih içinde bu milletin hakiki evlatları günün birinde birilerinden hesap sormak için ellerini uzatıp bazı yakalara uzattıkları zaman kimileri ben duymadım, ben bilmedim, be habersizdim diyemeyecek ve sanmayın ki bu ülke böyle bir karanlık maceraya sürüklenirken pozisyonunu işbirlikçi pozisyon olarak seçenler cezasız kalacak, hiç sanmayın cezasız kalacağını. Milletin hakiki evlatları sizden bütün bunların hesabını soracaktır. Millete çektirdiğiniz acıların, millete ödettirdiğiniz ağır bedellerin hesabını soracaktır. Hiç şüpheniz olmasın. Onun için bütün bunların tarihe kaydedilmiş olması değerlidir, önemlidir. Şimdi kendi projelerine ortak arayanlar, kendi senaryolarına ortak arayanlar istedikleri ittifakları kursunlar, istedikleri ortaklıkları kursunlar. Bütün bu pazarları dağıtacak şey milletin iradesidir ve bu millet Atatürk’ün gösterdiği yoldan, Atatürk’ün ona sunduğu, ona anlattığı irade ve azimle kendi istikbalini kendisi tesis edecektir.

        Kendi istikbalini de kendisi koruyacaktır. Kimsenin himayesine muhtaç değildir. Hiç kimsenin himayesine de muhtaç olmayacaktır. Herkes bunu böyle bilsin, hesabını da böyle yapsın. Biz millete güveniyoruz. Milletin azmine, iradesine güveniyoruz ve milletin karşı karşıya bulunduğu bütün zorlukları kendi azmi ve iradesiyle aşabilecek kudrette olduğuna da inanıyoruz. Ve Anavatan Partisi bu ülkeyi bu siyasi esaretten, bu iktisadi esaretten, bu israfa köle olmaktan, bu faizin kölesi olmaktan bu yabancı sermayenin kulu olmaktan ve bu adaletsiz düzenden kurtaracak yegane alternatiftir. İşte biz buradayız.

        Bu mücadelenin içindeyiz. Kimseden korkmadan, kimseye yaranma çabası içinde olmadan, milletimizin yanında, milletimizle beraber bu mücadeleyi sürdürüyoruz. Burada kendilerine korunmuş pozisyonlar arayanlar, avantajlı pozisyonlar arayanların yolu açık olsun. Ama o yolların çıkmaz yol olduğunu bilsinler. Milletten başka hiç kimse hiç kimseye ne ikbal ne istikbal vermeyecektir. Birilerinin ikbal yada istikbal dağıttığını zannedenler ham hayal kuruyorlar ve gittikleri bu yoldan bir an önce dönmelidirler. Dönmelidirler, ittifak kuracaklarsa milletleriyle kurmalıdırlar başkalarıyla değil. Benden söylemesi. Hepinize saygılar sevgiler sunuyorum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ