Kim aradı, kim aramadı?
Emin Çölaşan 30 yıllık dostu Yavuz Donat'a konuştu
ODTÜ'de öğrenciyken "hedefi, dünyası, hayali" DPT'de çalışmak üzerineydi. Ama "27 yaşında bir gençken" DPT'den kovuldu.
Bu arada Danıştay'a gitti ve "kazandı" ama. Kovulduğu DPT'ye geri dönmedi.
DPT'den sonra Petkim'e girdi.
Sonuç, tahmin ettiğiniz gibi...
Petkim'den de kovuldu.
Ama Petkim'den kovuluşu ona "vız geldi tırıs gitti." "İş mahkemesine" dava açıp kazandı. Fakat "Petkim'e de geri dönmedi."
Ve gazetecilik yılları...
Milliyet ve Hürriyet günleri.
Birlikte NTV'de program yaptığımız dönem. Rüya gibi geçiverdi.
"Kovulmaya talimli" Emin'e, yıllar önce sorduğumuz soruyu tekrarladık:
- Nasıl bir duygu?
* Olayın hala sıcaklığını yaşıyorum.
* Üzüldüm tabii.
* Böyle olmamalıydı.
* Bir somut gerekçe olsa neyse.
"Gelip geçen" laf attı, el sıktı, birkaç söz söyledi.
Kimi "abi üçkağıdın yok, düzgün adamsın" dedi.
Kimi "sayın Çölaşan adınız temiz kaldı."
Demirel... Erol Simavi... Hülya Avşar
- Ne dedi?
- Üzgünüm. Çok üzüldüm. Olmamalıydı.
- Emin bey geçmiş olsun... Çok üzüldüm.
Erol Simavi, Emin'in yaşamında önemli bir isim. Aramaz olur mu hiç?
- Emin, geçmiş olsun. Çok üzüldüm. Şu anda elimdeki para ancak bana yetecek kadar. Daha fazla param olsa, inanır mısın, şu halimle Babıali'ye dönüp gazete çıkaracağım.
- Hayır, askerlerden kimse aramadı... Dost olarak sayın Org. Yaşar Büyükanıt arayabilirdi... Ama 30 Ağustos telaşı... İşleri yoğun.
Sonra söz "mesajlardan" açıldı.
1.500'den fazla mesaj.
Çölaşan bir ara dedi ki:
Onun için bazen dostlara "battaniye" hediye ederiz.
Ağustos bitiyor, sonbahar yaklaşıyor ya...
"Özel" üretim.
"Bayrak" gibi.
Geçen yıl yaş gününde Kenan Evren'e hediye etmiştik.
Çok beğenmişti.
- Akşamları üstüne örtersin.
- "Yok arkadaş" dedi:
- Kıyamam... Saklarım.
Dün dedik ki:
- Emin, aslında Turgut bey seni çok severdi.
- Başlangıçta öyle.
- Hatta seni Başbakanlık Konutu'na davet etmişti.
- Doğru... Bana Başbakanlık Basın Müşavirliği önermişti.
- Hatta... Demişti ki "Emin, ileride benim hayatımı yazarsın."
- Doğru... Onu da söylemişti.
- Sonra... Ne oldu da ipler birden koptu... Sigortalar attı?.. Özal düşmanı oluverdin.
- Papatyalar... Yolsuzluklar... Ailenin yaşam tarzı... Benimkisi düşmanlık değildi.
- Aradan yıllar geçti... Bugün ne düşünüyorsun?
- Bugünü, türbanı, olanları görünce bazen düşünüyorum... Özal'a acaba haksızlık mı ettim?
Dede, baba ve oğul
yazmıştık.
"Prof. Çölaşan'ı görevden alacaklar" diye. Oğlu Emin Çölaşan bize sormuştu:
"Suçu kusuru ne? Neden alacaklar?"
"Böyle işlerde suç kusur aranmaz" demiştik. Gerçekten de Prof. Çölaşan "görevden alındı." Sonra hiçbir yerde çalışmadı.
Onurlu adamdı, Allah rahmet eylesin.
- Bizim ailede normal şekilde görevden ayrılan yok ki zaten.
Babasının babası veteriner albay Emin bey, Abdülhamit tarafından Fizan'a sürülmüş.
İttihatçı olduğu için.
8 yıl Afrika çöllerinde yaşamış. Ve 2'nci Meşrutiyet'te af çıkınca dönebilmiş.
Annesinin babası Refik Şevket İnce "ilk Meclis' te milletvekili."
Atatürk'ün Adalet Bakanı.
1950'de DP milletvekili.
Menderes'in Milli Savunma Bakanı. Sonra ise "parti içinde Menderes' e karşı muhalefete geçenlerden."
Dışlanıp, 1954'te "Meclis dışında" bırakılanlardan.
Dün Emin'e takıldık:
- Dedelerin... Baban... Sıra sendeydi demek.
Yanıtı buruk bir gülümseme oldu ve... "Evet" dedi:
- Bizim olay da bu işte.
Zaman tüneli
Gazetecilikte dolu dolu geçen "30.5 yıl." İşte Emin Çölaşan'ın "romanı."
Onu "1977 öncesinden" tanıyoruz.
Devlet Planlama Teşkilatı'ndan. Emin "aynı Emin." Başına buyruk, kendi doğrularının ardında duran, oldukça duygusal Emin.
Seneler önce "ilk kitabını" getirmişti.
İlk sayfasına "tanıdığım ilk gazeteci olan Yavuz Donat'a" diye yazarak.
DPT'deyken "yazıp çizmeye" meraklıydı. Yazdığı iki yazıyı AKŞAM gazetesinde yayınlamıştık da "başına çok iş açılmıştı."
Karda düşmüş, kolunu kırmış, hastanede yatıyordu. Doktorlara sordu:
- Ne zaman çıkacağım?
Doktorlara "susun" işareti yapmış ve yanıtı biz vermiştik:
- 6 ay yatacaksın?
- Neee?.. 6 ay mı?.. Neden?
- Siyasi iktidar öyle istiyor.
Hastane kahkahadan çınlamıştı.
Yine "seneler önceydi." Bir kış günü Kızılcahamam'da yürüyüşe çıkmış "tepeye" tırmanmıştık. Sohbetten zamanın farkına varmamışız. Hava neredeyse kararacak.
Aşağı inmek en az 1 saat.
"Ya kurt gelirse? Ya kaybolursak" diye karlar arasında güçlükle yürürken.
Takılmıştık:
- Emin seni kurt yerse kaç kişi sevinir acaba?
Yanıtı "ben sana gösteririm" olmuştu.
"Göstermişti" de...
Bir gece telefonumuz çalmıştı. Karşımızdaki "dönemin çok önemli bir siyasetçisiydi." Konuşma uzayınca fark ettik ki telefondaki kişi Emin.
Biz "işletildiğimizi anlayıp kalayı basınca. Emin gülmeye başlamıştı:
- Rövanş alınmıştır arkadaş.
Ve kendi kendimize dedik ki "yılların arkadaşı... Bugünü Emin'e ayırsak nasıl olur?"