Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar 'Savaş Atı': Cannes'dan Altın Kamera alan film

        2022 yılında düzenlenen Cannes Film Festivali’nde en iyi ilk filme verilen Altın Kamera ödülünü kazanan ‘Savaş Atı’ (War Pony), yönetmen olarak Riley Keough ile Gina Gammell’in ortak imzasını taşıyor. Filmin gerçekleşme öyküsü 2015 yılına kadar gidiyor. Riley Keough oyuncu olarak çalıştığı ‘American Honey’ (2016) filminin setinde Bill Reddy ve Franklin Sioux Bob adlı iki figüranla tanışıyor. Her ikisinin de Siyuların alt kabilelerinden biri olan Oglala Lakotalarından olduğunu ve devletin onlara ayırdığı Pine Ridge adlı yerleşim bölgesinde yaşadıklarını öğreniyor. Sohbetleri önce arkadaşlığa dönüşüyor. Daha sonra, Gina Gammell’in katılımıyla hep birlikte ‘Savaş Atı’nın senaryosu üstünde çalışmaya başlıyorlar.

        Film, Lakota halkının yaşadığı Pine Ridge adlı bölgede geçiyor ve 20’li yaşlarındaki Bill (Jojo Bapteise Whiting) ile 12 yaşındaki Matho’nun (Ladainian Crazy Thunder) hikâyelerini paralel kurguyla anlatıyor. Ne zaman ve nasıl kesişeceğini merak ettiğiniz farklı öyküler bunlar…

        Bill’den başlayalım. Onu ilk tanıdığımızda aklı havada, ‘kafası hep iyi’, aylak bir genç izlenimi veriyor. Ama iki farklı anneden iki küçük evladına bakmaya çalıştığını anlamamız hiç gecikmiyor. Evinin önünde bulduğu ve sahibine götürdüğü cins bir dişi köpeğin yavrularının çok para ettiğini öğrenince, hayvanı satın almaya karar veriyor. Bu arada, ilk çocuğunun annesinin içeri alındığını ve kefalet parasını kendisinden beklediğini öğreniyor. Ama Bill’in aklı ve gönlü, ikinci çocuğunun annesi Echo’da (Jesse Schmockel)... Para kazanmak ve onunla birlikte yaşama hayalleri kurarken tesadüfen tanıştığı beyaz çiftçi Tim’in (Sprague Hollander) yanında çalışmaya başlıyor. Çiftlikte sadece işçi olarak değil, Tim’in bazı gizli işlerini yaparak da para kazanıyor. Başlangıçta her şey yolunda gitse de Bill, giderek artan iş yükü ve babalık sorumlulukları arasında sıkışıp kalıyor. Köpeğinin doğum yapmasıyla sorumlulukları artıyor ve işler onun için giderek zora giriyor.

        Bill’in öyküsünün alt metinlerinde Amerikan yerlileriyle çiftçi beyazlar arasındaki ilişkilerin, aradan geçen yüzyıllara rağmen özünde pek değişmediğini görmek mümkün. Tim ve ırkçı yanlarını gizleyemeyen eşi Sheila (Ashley Shelton), onu yemeğe davet ediyor, hatta Echo’ya hediye etmesi için takı bile veriyorlar. Ama mülklerine mallarına gelen en ufak zararda dahi işlerini eski ‘Vahşi Batı usulü’nde çözmekten kaçınmıyorlar. Bill’in öyküsü, beyazların sömürgeci zihniyetinin pek değişmediğinin açık göstergesi. Sonuçta, sermaye ve güç yine onlarda… Kimisinin emeğini kimisinin bedenini satın almaya devam ediyorlar. Buna karşılık, yerliler de üstlerine düşeni yapıyor; haklarını almanın yolunu arıyorlar.

        Matho’nun öyküsünde ise Pine Ridge bölgesinde yaşayan okul çağındaki çocukların günlük hayatına tanık oluyor; uyuşturucuya başlama yaşının hayli düştüğünü görüyoruz. Bunun en önemli nedeni Matho’nun durumunda olduğu gibi gerekli ebeveyn ilgisinden mahrum olmaları… Matho, annesiz büyüyen bir çocuk. Uyuşturucu satan babasından pek ilgi göremiyor ama onun gibi olmak istiyor. Örnek alacağı başka kimsesi de yok. Babasının malını satarak para kazanmak isteyince evden atılıyor ve ailesiz kalan çocuklara bakan bir kadının yanında kalmaya başlıyor. Orada da bölgedeki yoğun uyuşturucu trafiğinin dışında duramıyor. Bu arada, okulda ilgi duyduğu kıza kendini beğendirmenin yollarını arıyor.

        Bill ve Matho, zor şartlarda hiç kimseden destek almadan ayakta durmaya çalışan karakterler. Biri, babalık yapmaya çalışıyor; diğeri, kendine sahip çıkan bir babanın eksikliğini çekiyor. Açıkçası, her ikisi de yanlış kararlar alarak giderek daha kötü durumlara düşüyor; deyim yerindeyse, battıkça batıyorlar. İkisi de seyircinin hemen özdeşleşebileceği karakterler değil. En başından beri yaptıkları hataları görmemek mümkün değil. Fakat tüm bu kötüye gidişin arkasında gözlerden kaçmayan bazı noktalar var.

        Sözgelimi, Bill’in babalık sorumluluğundan kaçmaması umut veriyor, içimizi aydınlatıyor. Mücadele azmi ve inadını doğru yere yönlendirirse Matho’nun da kendini kurtarabileceğini hissediyoruz.

        Kuşkusuz, bardağın boş yanına odaklanan karamsar seyirciler de olacaktır. Kaldı ki, film temelinde bölgedeki hayatın zorlukları üzerine… Klişelerden uzak gerçekçi ve sert bir film seyrediyoruz. Alkol, uyuşturucu, işsizlik, yoksulluk, aile korumasından yoksun çocuklar ve bu koşullarda okulu ayakta tutmaya çalışan eğitimciler… Her şeye rağmen yönetmenlerin yine de pozitif bir bakışı olduğunu düşünüyorum.

        Bill ve Matho’nun ortak noktalarından biri gördükleri bizon hayali… Bizon, Avrupalı işgalciler gelmeden önce Kuzey Amerika kıtasında sürüler halinde yaşayan; beyaz avcıların sistematik ve gereksiz şiddetle katlettikleri bir hayvan… Aynı yıllarda yerlilerin de aynı beyaz avcıların hedefi olduğunu not edelim. Bizon, ova yerlileri arasında yer alan Siyular için kadim kültürlerinin simgesi ama daha önemlisi, Bill ve Matho’nun geçmişle, kökleriyle bağının tümden kopmadığının bir göstergesi…

        Tam da burada, filmin açılış sahnesinde gördüğümüz yaşlı yerliyi, onun kendi dilinde şarkı söylerken yaktığı tütsüyü unutmayalım. Finale doğru Bill’i benzer bir ritüel gerçekleştirirken görüyoruz. Matho ise yaktığı ateşe attıklarıyla yeni bir hayata başlama özlemini dile getiriyor. Ateş burada kötülükleri yok etmenin bir aracı gibi… Özetle her ikisinin de geçmiş kültürleriyle bağları var. Çevrelerindeki tüketim toplumu ve kapitalist zihniyete karşı yegâne silahları bu kültür…

        Bill ve arkadaşlarının servis elemanı olarak çalıştıkları Cadılar Bayramı partisi de filmin ilgiye değer sahneleri arasında. Beyazların burada eğlenmekten ziyade kendilerinden geçip uyuştuklarını görüyoruz. Dekadans havası taşıyan partiye Amerikan yerlisi kıyafetiyle katılan beyaz da dikkat çekici. Yerliler onlar için hâlâ yabancı ve vahşi olanın simgesi…

        ‘Savaş Atı’, duygu sömürüsü yapmadan, melodram klişelerine başvurmadan gerçekçi bir dünya kuruyor. Görüntü yönetmeni David Gallego, çok sıcak tonlara kaçmayan pastel renkler üzerinden kuruyor filmi. Belgeselci tarzı hatırlatan genellikle hareketli ama çok sallantılı olmayan bir kamera kullanılıyor. Filmdeki oyuncuların çoğunun bölgedeki yerlilerden oluştuğunu da belirtelim.

        7/10