Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik Keşke başyazar olsaydım

        HAYATINIZI yazarak kazanıyorsanız bir gün bir "son" yazınızın olacağı kesindir. Ama hayatınız boyunca ilk yazı ağırlığından kurtulmanız da kolay olmuyor. Son yazı yazmak bana daha kolay geliyor; biraz nostalji, duygusallık koydunuz mu son yazı adeta kendi kendisini yazar.

        Süregiden yazarlık yaşamında yeni bir ilk yazı daha omzunuza yük yüklüyor. O güne kadar yazdıklarınızdan çok daha farklı ve daha güzel bir şey yazmak zorunda hissediyorsunuz kendinizi; insanlara "Bir yazı okudum, hayatım değişti" dedirtecek önemde bir yazıyı, hayatta böyle bir şey olmadığını, olamayacağını bilmenize rağmen, aramaya başlıyorsunuz.

        Gazetemizdeki bu ilkyazımı planlarken keşke başyazar olsaydım diye düşündüm. Başyazar olsaydım, fazla anlamı olmayan, içinde yaratıcı tek bir fikir bile bulunmayan, kahvede "Ne olacak Türkiye'nin bu hali" sohbetinin az biraz daha içeriklisi türde bir yazıyı ortalama 18 saat sürede, çok zorlanıyormuş havaları filan atarak yazıp işi bitirebilecektim. Yazım anlamsız olduğu için kendimi ağır satmak imkânım da otomatİkman olacaktı. Başyazı yazarken dikkat edilecek nokta, herhangi bir konuda görüş bildirmekten mümkün olduğunca kaçınmak ve her konu hakkında olabilecek farklı bütün görüşlerin sanki hepsine birden sempati duyuyormuş gibi yazmaktır. Bunun bir yazı ustalığı gerektirdiğini düşünebilirsiniz ama bizdeki başyazarlar bunu yazı ustalıklarından değil de istemeden, farkında olmadan yapıyorlar; çünkü gerçek hayatlarında da öyleler, hemen hemen hiçbir konuda net fikirleri yok, hayatlarında bir kez bile hatırlanacak enteresan bir görüş atmamışlar ortaya, bırakın görüşü bir tek enteresan cümleleri bile yok meslek yaşamlarında. Onların yazıları, kötü yazılmış kanun hükmündeki kararnamelere benziyor. Ben eminim ki bu tür insanların ilkyazı sıkıntıları olmaz; çünkü hep sıkıcıydılar ve hep sıkıcı yazdılar, öyle olmaya devam ettikleri takdirde bir sorun da yaşamazlar.

        Ben bir başyazar olabilmenin en büyük önşartı olan sıkıcı olmak, enteresan olmamayı becerebilmek koşullarına sahip olmadığımdan başyazar olamıyorum. Bir ilk yazıda sorun yaşamayacak bir diğer kategori de benim "dadaist" yazarlar olarak tanımladığım kişilerdir. Bunlar yazılarını, dadaist şairlerin şiir yazmak yöntemiyle yazarlar.

        Dadaist yazarlar, ellerine bir makas alıp başkalarının fikirlerini çeşitli yayınlardan keser ve ellerinde biriken cümleleri bir sayfa üzerine fırlatıp atarlar. Sonra bunları belirli bir düzen ve iç tutarlılık kaygısı taşımadan özgün yazı olarak ortaya çıkarırlar. İşin garibi, bunlar arasında Hasan Cemal gibi entelektüel ikon haline gelenler de vardır. Okuyucular, onların yazılarındaki dağınıklığı ve tuhaflığı bir derinlik ve düşünce üretme çabası olarak yanlış anlayıp dadaist yazara birtakım hak etmediği payeler de verebilirler. O yazarlar da kendilerine verilen önemi bir süre sonra maalesef ciddiye alabilirler, gerçekten söylenildiği gibilermiş gibi davranmaya, etrafta havalar atmaya filan başlayabilirler. Entelektüel hayata hiçbir enteresan katkı yapmadan yaşayıp giderler. Dadaist şairler deyince benim bu gazetede başıma benzer şeylerin gelebileceğini de fark etmiş durumdayım ne yazık ki. Basında geçmiş olan uzun yıllarım boyunca meslek hayatımın çeşitli aşamalarında bir nedenden dolayı öldürmek teşebbüsünde bulunduğum insanların oranlarının yüzde 80'inin oluşturduğu Habertürk yazı işlerine girdiğim zaman, benden beklenen yazı uzunluğu gösterilince ilk tepkim, "Yahu benim sadece bir cümlemin uzunluğu bile bu kadar tutuyor" oldu. Bunca yıldan sonra Haiku yazarı mı olacaktım yoksa?

        İkinci tepkimde ise "Bunlar yoksa benden şiir mi yazmamı istiyorlar ki" diye panikledim. Her Türk, potansiyel bir şair olduğundan ve bunların önemli bölümü de maalesef potansiyel şair olmakla yetinmeyip şiir filan de yazdıklarından, bunların okunmasını dahi beklediklerinden benden de gazetede böylesine absürd bir şey is¬teyebiliyor olabilirlerdi. Bu konudaki üçüncü ve son düşüncem ise yıllar boyunca hiçbir yazı işlerinde cinayet işlemem nasip olmamıştı ama galiba bu yazı işlerinde sonunda hayatımın en büyük düşlerinden birisi olan "yazı işlerinde katliam" arzumun gerçekleşmesi ihtimali de büyüktü. Çünkü kısa yazmamda nedense ısrar ediyorlardı.

        Kabul ediyorum, bazı yazılar kısa yazılabilir. Örneğin, "Başbakan Erdoğan ve Joie de Vivre" diye başlık atarsanız yazınızın sadece tek bir kısa cümleden oluşabilmesi mümkündür; hatta çok zorlanırsanız o cümleyi yarıda bırak¬sanız bile kimse bir şey fark etmez. Hatta dadaist yazarlar gibi sadece o yarım cümle nedeniyle önemli bir insan bile olabilirsiniz.

        Fakat ben arada bir hayli ciddi konularda da yazılar yazıyorum ve yazacağım. Şimdi bütün meselem, Klaus Heinreich'ın "Versuch über die Schwierigkeit, nein zu sagen" (Hayır diyebilmenin zorluğa üzerine bir makale) adlı kitabından yola çıkıp Jürgen Habermas'ın din üzerine görüşlerinin analizi üzerine olacak yazımı bu köşeye nasıl sığdırabileceğim gibi basit bir soruna çözüm bulmaktan ibaret.

        Bu işi başarmak da benim görev tanımım gayet tabii ki. Siz böyle şeyleri dert etmeyin, bana güvenin. Hepinize merhaba, inşallah birlikte yolculuğumuz uzun bir yürüyüş olur.

        Kıyametin çıkacağı söylenilen yer geminin vurulduğu yere çok yakın

        3 büyük tek tanrılı din, aslında sınırları dar bir coğrafyada ortaya çıktı. O coğrafyayı anlatmak için yazılmış olan "Tanrı'nın Yürüdüğü Topraklar" adlı kitap, insana manevi haz ve dinginlik verecek cümleler yerine operasyona giden bir İsrail helikopterini anlatarak başlıyor. Dinlerin kökeninin aynı coğrafyada olması ve inanca sahip çıkmak rekabetinin tırmanmasıyla ve işin içine devlet çıkarlarının girmesiyle o topraklar hep din adına akıtılan kanla sulandı.

        Aynı topraklarda yeşerip büyüyen üç dinde de kıyamet inancı olduğunu hatırlarsak dün yaşanan akıllara durgunluk veren vahşete belki farklı bir açıklama getirebiliriz. Hıristiyanlık'ta ve Yahudi dininde dünyanın sonunun yaklaştığını düşünenlerin sayısı hayli fazladır. Bunların birçoğu, bu sonu getirmek için aktif olarak çalışmaktadırlar; çünkü iyiler ve kötüler arasında yaşanacak son dünya savaşından sonra gelecek kıyametle dünyanın sonunun gelmesinin iyi bir şey olduğunu düşünmektedirler.

        İsrail'e yıllık olarak gelen toplam turist sayısının varışının kıyamete inanan Evanjelik Hıristiyanlar olduğu bilinmektedir. Kıyamet anında bir kopuşun yaşanacağı ve mesihin gelmesinden ve kıyametten önce inançlı Hıristiyanların ve son anda Hıristiyan olmayı kabul eden Yahudilerin göğe çıkarılacağına inanan ve bunu bekleyen bu insanlar kıyamet turistidirler. Bunlar son dünya savaşının yaşanılacağı yer olduğuna inanılan ve üstünün milyarlarca cesetle kaplanacağı beklenilen Megiddo vadisini, yakındaki Armageddon tepesinden seyretmeye heveslidirler. Hatta bir ara Evanjelik Pat Robertson bu alanın yakınına bir din "disneyland"i kurmaya bile girişmişti. (Kıyamet temalı bir eğlence parkı oksimoronunu bir tek Amerikalılar düşünebilirdi.)

        Her dinde aşırı uçlarda yaşayanlar olabilir. Bizde de kıyamete inananlar ve bunu çabuklaştırmak gerektiğini düşünenler var. Ama bu gibi durumlarda makul insanların yapması gereken, bu meseleyi bir din savaşı söyleminden çıkarmak ve İsral'in yaptığının aslında bir dine karşı değil, bir insanlık suçu olduğunu söylemektir. Dün Taksim'de gösteri yapanlar, laflarıyla, kıyafetleriyle maalesef bir din savaşı havasındaydılar; İsrail'de bu son işe girişenlerin de yaklaştığına inandıkları SON'a katkıda bulunmak için hareket ettiklerine eminim.

        O insanlar var İsrail'de ama unutmayalım ki kendi hükümetlerinin yaptığı bu işi şiddetle protesto eden Yahudiler de var. İncilin şifresini çözen İsrailli matematikçiler, kıyametin 2012 yılında geleceğinin yazıldığını açıkladılar. 2012 yaklaştıkça dün yaşanan türde olayların garip biçimde artacağına şahit olacağız. Kıyameti umarak bekleyen fanatiklere teslim olmayalım, makul Müslümanlar ve Yahudiler arasında bir diyalogu başlatalım.

        Marksistler, kıyamet inancının yaygınlaşması durumunda bunun her inanç gibi maddi bir güce dönüşebileceğini ve beklenilenin gerçekten olabileceğini görürler. Bu yüzden kıyameti gündemimizden hemen çıkaralım. (Lawrence E.Joseph-Apocalypse 2012).

        sturgut@htgazete.com.tr

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ