Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik "Demokratikleşme PKK'yı korkuttu"

        Usak Bilim Kurulu Başkanı ve terör uzmanı Prof. Dr. İhsan Bal, Yeni Şafak Gazetesinden Murat Aksoy'a konuştu.

        Türkiye Kürt sorununu çözmeye çok yaklaşmışken, yeniden çatışma iklimine girdik, neden?

        Türkiye Kürt sorunundan çok çekmiş ve gelinen nokta itibariyle çözüm konusunda oldukça mesafe almış bir ülke. 1990'larda PKK ile mücadeleye "kandırılmış insanlar" vakası şeklinde yaklaştı. Yaşanan şiddete, nedenler üzerinden değil, sonuçları ortadan kaldırmak gibi dar bir perspektiften baktı. 1990'lar, sivil aklın devre dışı bırakıldığı, hukukun es geçildiği bir mücadele dönemi oldu. Bu dönemin Türkiye'ye maliyeti nereden bakarsanız bakın oldukça ağırdır. Ancak, 2000'li yıllarla birlikte, karar alıcılar ve toplum yüz yüze olduğu sorunun "nedenleri" üzerinde durmaya başladı. Kürtlerin mağduriyetlerini anlayan ve onlarla empati kuran bir yaklaşım giderek gelişti ve bu mağduriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik sosyal, ekonomik ve siyasi projeler uygulanmaya başlandı. Aynı zamanda sorunun temelini oluşturan hak ve özgürlüklerin temini, mahrumiyetlerin giderilmesi gibi alanlarda ciddi adımlar atıldı ve mesafe alındı. Bu konuda en büyük şans iktidar partisi oldu.

        Neden?

        Çünkü AK Parti de benzeri mahrumiyetleri yaşamış bir gelenekten geliyordu. Bu sayede, AK Parti Kürtlerle empati kurmayı başarabildi. 2002'den bugüne kadar konuya ilişkin tam 42 yasal düzenleme yapıldı. TRT Şeş'in yayına başlaması, Kürtçenin belli alanlarda serbest kılınması, üniversitelerde Kürt diline ilişkin bölümlerin açılması gibi düzenlemeler sayesinde Kürtlerin oldukça rahatladığı bir döneme girdik. Ve hükümet bunların karşılığını seçimlerde bölgeden birinci parti olarak çıkmak suretiyle almış oldu. Bu açıdan "demokratik açılım", 2000'lerin başından itibaren ivme kazanan bu sürecin adlandırılmasıdır. Demokratik açılım süreci ile bir taraftan Kürt halkı kazanılmaya çalışıldı; diğer taraftan ise PKK'ya "silahlarını bırakarak bu süreçten yararlan ve meşru zeminde siyaset yap" denildi.

        SİYASETE DEĞİL SİLAHA SARILDILAR

        Sonuç...

        Ne yazık ki BDP ve PKK bu süreci yanlış okudu. Onlar yaşanan demokratikleşmenin kendi dayatmalarıyla olduğu zehabına kapıldılar. Bunun için son dönemde eylemlerini arttırarak elini güçlendireceklerini zannettiler. Siyaseten önleri açıldıkça, bu çizgi, süreci yanlış okuyarak tetiğe daha fazla sarıldı. Ayrıca, PKK ve BDP bu dönemde ayrıştırıcı bir dil kullanmaya başladı. Bin senedir aynı camide namaz kılan insanların camilerini ayırmaya çalıştı. Bunu yapan örgütün ve siyasal düşüncenin Marksist, seküler bir örgüt olduğunu akıldan çıkarmamak lazım. Onların kurgusu şu: Savaş üzerinden ayrıştırmayı devam ettirerek etnik kimlik temelinde yükselen bir Kürt milliyetçiliği inşa etmek. Bu sağlıksız düşünce nedeniyledir ki BDP ve PKK, son dönemde ivme kazanan barış sürecinin parçası olmadılar. Tam tersine, daha çok silaha sarılarak, aslında Türkiye'nin demokratikleşmesini kendine tehdit olarak gördüklerini ifşa etmiş oldular.

        Bunun için mi şiddet arttı?

        Geçmişe bakıldığında, bütün kritik süreçlerde şiddetin arttığını görüyoruz. 2011 ve sonrası için Türkiye'nin gündemi yeni anayasa ve demokratikleşme. İşte şimdi bunu hedefliyorlar. Yukarıda da belirtmeye çalıştığım üzere hedeflerinde demokratik Türkiye var.

        PKK'nın bu aşamada hedefi ne? Devlet kurmak mı, bölgede özerk bir yönetim kurmak mı?

        İşin doğrusu, bu konuda PKK'nın kendi içinde de bir fikir birliği yok. "Bağımsız, birleşik, Marksist, Leninist bir Kürdistan" diye yola çıkıp bugün gelinen aşamada müktesebatı belli olmayan bir "demokratik özerklik", Öcalanın serbest bırakılması gibi alanlara sıkışmış, bir düşünce aralığından bahsetmek mümkün. Bir başka gün, karşımıza "hayır biz sadece şunu istiyoruz" diyen bir PKK çıkabilir. Çünkü Kürtlerin kazanımları ve yeni anayasa yapım sürecindeki olası olumlu gelişmeler, belli ki PKK'yı rahatsız ediyor. O bizatihi ortaya çıkış nedenlerinden bağımsız, kendi şiddet sarmalında devam eden, terörü araçtan amaca taşımış, yaşam tarzına dönüştürmüş nadir örgütlerden biridir.

        HEDEF YOK ETMEK OLMAMALI

        Şu anda PKK sınır içinde ve sınır içinde ve dışında, nasıl mücadele edilmeli?

        Önce sınır içinden başlayalım. Ülke içinde terörle mücadelenin ana konsepti ceza-adalet prensiplerine göre belirlenmeli. Yani ilk hedef bu insanları canlı yakalamak ve adalete teslim etmek olmalıdır. İstihbarat bilgileri ile bulundukları yeri çembere almak ve teslim olmalarını sağlamak gerekiyor. Yani "silahlı mücadeleden", "istihbarat, kolluk güçleri ve ceza-adalet sistemi" içinde oluşturulacak yeni bir konsepte geçilmeli. Bugünün Türkiyesi, organizasyonel kapasitesi dikkate alındığında bunu yapabilir. Ülkenin içinde örgütün 1.500 civarında militanı olduğu söyleniyor. Ülke dışında ise 4.800-5.200 arasında örgüt mensubu olduğu ifade ediliyor.

        Mücadelenin adalet sistemi içinde sürdürülmesinde sayısız fayda mülahaza ediyorum. Yani, çembere alma ve yok etme anlayışının çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Pek tabi ki silahlı mücadelede kayıplar olabilir ama aslolan hukuk devleti prensiplerinin dışına çıkmamaktır. Nitekim 2011 Türkiyesinin 1990'lardan esas farkı bu noktada ortaya çıkıyor. Hukuku temel pusula olarak gören bir terörle mücadele anlayışına geçmiş bulunuyoruz.

        1990'larda hukuk dışında mücadele edildiği için mi başarısız olduk?

        Evet, hem anlayış farkı vardı -yani bunlara kandırılmış insan gözü ile bakıldı- hem de izlenen yöntemler hukuk dışı olduğu için örgüt zayıflamadı, tam tersine daha da güçlendi. Çünkü hukuk dışına çıkma, işkence, köy boşaltma, mezra yakma gibi eylemler örgütün toplumsal meşruiyetini arttırdı. İşte şimdi tersini yapıp hukuk içinde kalarak teröristleri canlı yakalamak ve onların toplumsal meşruiyetini zayıflatmak gerekiyor. Terörle mücadelede hukuk içinde kalarak ne kadar başarı sağlanırsa ülke içinde meşruiyetiniz ve psikolojik üstünlüğünüz o nispette artar. Bu felsefe, Kürtler için de önemli bir güvence olur. İspanya'nın 1987-1996 arasındaki başarısının nedeni de bu olmuştur. Bu sayededir ki ETA, kendi taleplerinden vazgeçerek masaya gelmiştir.

        TEHDİTLERDEN KORKMAMALIYIZ

        Neler yapılmalı?

        Türkiye, şu anda terör örgütünün elindeki eylem yapma, yeri belirleme, hedef ve zaman tayin etme konusundaki inisiyatifi tersine çevirerek tekeline almak zorundadır. Bunun için doğru istihbarat, o istihbarata seri biçimde cevap veren kolluk güçleri yani polis ve jandarma... Kara Kuvvetlerinin mücadelenin dışına çekilerek yedek güç olarak tutulduğu, talep edildiğinde ise kolluğun ve mülki amirin emrine verildiği bir süreç işlemeli. Örgüt tabi ki gücünü sivil halka da yönlendirebilir, kendi aleyhine açıklama yapanları tehdit edecektir, başta Kürt aydınları ve Türk aydınları olmak üzere, sivil siyasetçileri ve diğer kanaat önderlerini hedef alıp eylem yapmak isteyecektir. Bu dönemde bu tarz sansasyonel suikastlar olabilir. Buna karşı gerekli önlemler alınmalıdır. Ama bu dönem aynı zamanda örgütlerin en fazla hata yaptıkları dönemlerdir de. Çünkü örgüt olarak mücadele meşruiyetini tamamen yitirirsiniz. Ülke değişirken terör örgütü olarak aynı yerde durup, aynı yöntemlerle eylem yaparsanız toplumun gözündeki bütün inandırıcılığınızı yitirirsiniz.

        İstihbarat bu tür eylemleri ne kadar önleyebilir?

        Yapılan araştırmalar istihbaratın bu tür eylemleri yüzde 96-97 oranında önlediğini gösteriyor. Elbette bu yüzde 3'lük sapma da önemlidir. Ancak bu oran her şeyin kötüye gittiğini göstermez. Çünkü örgütün sivil kişilere yaptığı eylemlerin maliyeti çok büyüktür. Aynen, 1990'larda askerin yaptığı köy yakmalarının Türkiye'ye maliyeti gibi...

        Yeni terörle mücadele konsepti ne olmalı?

        Türkiye'nin yeni terörle mücadele konsepti, sebeplerle sonuçların bir arada değerlendirildiği bütüncül bir politikaya dayalı, bu bağlamda alanda güvenlik birimlerinin eşgüdümlü çalıştığı, sosyal, ekonomik, politikaların uygulandığı, özgürlük alanlarının genişletildiği, uluslararası meşruiyet ve dayanışmanın diplomatik kanallarla sağlandığı bir anlayışı işaret ediyor. Bu konsept, polis ve jandarmanın herşeyiyle merkezde doğrudan İçişleri Bakanı'na bağlı olduğu, illerde ise valilerin denemetiminde olduğu, yine aynı zamanda savcıların da aktif gözetiminde silahlı terörüstle mücadele ettiği bir dönemi ifade etmektedir. Bununla birlikte istihbarat eşgüdümün sağlanması, operasyonların geciktirilmeden alana yansıtılması ve gerekli adli sürecin hızla başlatılması da dönemin göze çarpan yeni gelişmeleri olacaktır. Mücadelenin ana kumanda koltuğunda seçilmiş iktidarın oturduğu, mücadele sürecinin de halk tarafından açık bir şekilde takip edildiği, sorgulanabildiği ve denetlenebildiği bir süreç söz konusu...

        Sivil itaatsizlik demokratik Özerklik ne ifade ediyor?

        Açıkçası ben nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Onların da bildiğini sanmıyorum. Çünkü kafaları karışık, nereye gitmek istedikleri konusunda açık bir fikirleri yok... BDP'nin önde gelen bir siyasetçisi ile Taraf'ta Neşe Düzel'in bir röportajı vardı, o röportajda da kafalarının çok muğlâk olduğu, en önde gelen yöneticinin bile bu kavramın içeriğini bilmediği açığa çıkmış ve bu konu da basında birçok yazar tarafından dile getirilmişti. Bugün "özerklik" dediler, "Diyarbakır Tahrir olacak" dediler. Yine "sivil itaatsizlik diyorlar" ama bunu devletin verdiği arabayla yapan milletvekillerini gördük. Bunu yapan birinin sivil itaatsiz olduğunu söyleyebilir misiniz? 2011 Türkiyesinde bunlar olmaz.

        Tekrar 1990'lara mı dönüyoruz?

        Hayır, öyle bir şey artık söz konusu değil. Bugünün Türkiyesinin demokrasisi, adaleti, gücü vs. buna izin vermez. 1990'ların Türkiyesinde kalanlar, 2011 Türkiyesinin gündeminden çekileceklerdir. PKK bu açıdan zaman tünelinde kalmış bir örgüttür. Açık bir anakronizm örneğidir... 2011 Türkiyesinde PKK'ya da, KCK'ya da yer yok. PKK, 1980'lerin konjonktüründe kendine hayat buldu ama düne ait ne varsa dünle gitti. Bugünkü haliyle PKK, Türkiye'deki çoğulcu fikir oluşumunu ve çeşitliliğini bir dayatma ile engellemeye çalışan silahlı bir yapıdan ibaret olarak kalıyor. Bu ise Türkiye'nin sadece batısı açısından değil, doğusunda yaşayan ve çok-sesliliği yaşamın bir parçası haline getirmeyi başaran Kürtler açısından da önemli bir sorun olarak görülüyor. 12 Eylül referandumunda boykot kuşatmasını yaran Kürtlerin, yüzde 58 Türkiye ortalamasının da üstünde "evet" oyu kullanması, örgütle Kürtler arasındaki görüş farkını ortaya koyması bakımından çok dikkat çekicidir. Habertürk'ün yaptırdığı son ankette de Güneydoğu halkının yüzde 81'inin açılımın yapılabilmesi için terör örgütünün silah bırakması gerektiğine inandığını görüyoruz.

        KCK KÜRT SİYASETİNE ENGEL

        Kürtler içinde farklı söylemleri olanların olduğunu söylediniz. Onlar neden daha yüksek konuşmuyorlar?

        Birçok insan var. Orhan Miroğlu, Muhsin Kızılkaya, Şivan Perver, Kemal Burkay var. Ama yakın zamanda bu isimlere yapılan PKK tehditlerini biliyoruz. Kürtler içinde "JİTEM out, PKK in" şeklinde formüle edebileceğimiz bir gerçeklik var. Kürtler içinde PKK eylemlerinden, KCK baskılarından bıkmış ciddi bir taban ve entelektüel kesim var. Bu kesimlerin sesini önümüzdeki dönemde daha fazla duyabilmemizin yolu, Türkiye'nin terörle mücadelesini hukuk zemini içinde sürdürmesi. Dedim ya 2011 Türkiyesinde PKK'ya da, KCK'ya da yer yok.

        KCK nedir?

        KCK iddia ettikleri gibi sivil siyaset alanının genişlemesi için kurulmuş bir yapı değil. Örgüt kaynakları ve Öcalan da KCK'nın illegal bir yapı olduğunu ifade ediyorlar. BDP'nin bununla ilintili olmaması gerektiğini kendileri söylüyorlar. KCK, Kürt siyasetinin çoğulcu, sivil ve özgür bir yapıya kavuşmasının önündeki en büyük engellerdendir. Demokratikleşmenin ortaya çıkardığı oksijen çadırını yangın yerine çeviren bir yapıdır. Sokak eylemlerini, dağa adam çıkarma gibi pek çok eylemi yapan bu yapıdır.

        Sivil siyasete engel mi?

        Evet. Yani KCK'nın yaptığı "dağdan in siyaset yap" değil, "dağdan in, ovada arbede çıkar" mantığıdır. Bunu siyaset diye yutturmanın anlamı yoktur. Şu anda iddianamede onlara atfedilen suçlar, Türk ceza sistemi içinde suç olan eylemlerdir. Tutukluluk ve yargılama da bundandır. Bunlar siyaset yaptıkları için değil Türk ceza sistemi içinde suç sayılan eylemleri gerçekleştirdikleri için şu anda tutuklular. Ortada örgütlü bir yapı olduğunu görmek gerekiyor. Bu yapı Kürtlerin bağımsız siyaset yapmalarına ipotek koyan bir yapı, tutuklananlar da bu yapının üyeleri. KCK'nın hedefi budur. Bu yüzden aykırı ses çıkaran Kürt aydınlarını da tereddüt etmeden tehdit ediyorlar.

        Kürtçe savunma hakkı neden tanınmıyor?

        Bence bu davanın en şansız tarafı bu ve davanın Kürtçe savunmaya takılmış olması, atfedilen suçları şu anda önemsiz hale getirmiş durumda. Savunma yapılamaması, bu davayı yıpratıyor ve siyasallaştırıyor. Savunmanın kutsal bir hak olduğu unutulmamalı, bu açıdan insanların Kürtçe savunma yapabilmesi konusunda bir engel olmamalı.

        Sınır ötesinde nasıl bir mücadele, sadece Kandili bombalamak çözüm mü?

        Sınır ötesi için birinci öncelik diplomasidir. Kandil'e yönelik operasyonda Kuzey Irak yönetimi ve bölgede bulunan ABD ile işbirliği yapılabilir. Bu aşamada esas olan diplomasi olacaktır. Burada da hedef Kandildekileri yok etmek olmamalıdır. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün "ne zaman vazgeçerler?" sorusuna verdiği veciz ifade ile söylersek "ümitlerini kaybettiklerinde". İşte sınır ötesi operasyonun ana hedefi, örgüte "bu yöntemlerle yapabileceğiniz artık bir şey yoktur" mesajını verecek boyutta olmalıdır. Son yapılan Kandil operasyonu da bu anlamda faydalı ve yararlı olmuştur. Kandil operasyonları psikolojik ve lojistik boyutu olan, gerekli ve zamanlı hamlelerdi.

        Peki, terör nasıl bitecek?

        Terör bitmez, azalır. Uluslararası bir kurum olan Rand'ın yaptığı araştırmadan terör örgütlerinin yüzde 84 ya da 86'sının kolluk, ceza-adalet sistemi ve demokratik önlemlerle bittiğini göstermiştir. Yani bu üç alanda yapılan değişikliklerle bitmiştir.

        Türkiye bu üç alanda nerede?

        Türkiye'de son yıllarda demokratikleşme yolunda atılan adımlarla halkın önemli bir kısmı kazanılmıştır bence. Bu yolda devam edilmeli. Güvenlik kuvvetleri, PKK'nın halk üzerinde baskı kurmasını engellemeli ve bunu yapanlar ceza-adalet sistemi içinde hesap verebilmeli. Ülke dışında da diplomasi, istihbarat ve diğer ilgili kurumların daha yakın koordinasyonu ile bir mücadele konsepti üretmeliyiz.

        Kandil'deki liderlere yönelik nokta operasyonları sonuç verir mi?

        Kesin sonuç vermez ama örgütün çözülmesine katkı sunar. Bu noktada önemli olduğunu düşündüğüm bir hususa vurgu yapmak isterim. Terörle mücadelede amaç şu olmamalıdır: "Kandili saralım, buradaki 5 bin kişiyi yok edelim." Bu çözüm değildir. Son tahlilde hedef, bu insanları topluma katmak olmalıdır. Bu açıdan içeride ve dışarıda örgüt mensuplarını canlı ele geçirmek ve kazanmak ana gaye olmalıdır. Hem onların da insan olmaları hem de örgütün moral olarak meşruiyetinin azalması açısından... Ama istemesek de ölümler olacak. Kimse bundan sonraki sürecin kansız olacağını düşünmesin. Kaldı ki teröriste karşı etkin silahlı mücadele, terörizme karşı savaşın entegre bir parçasıdır. Ancak önümüzdeki dönem hiçbir şekilde 1990'lara geri dönüş olmayacaktır. Toplumsal olarak, kolluk gücünün yaklaşımı olarak, ceza-adalet sistemi bakımından ve siyasi irade ve akıl bakımından daha farklı bir perspektif söz konusudur. Kürtler yıllarca inkâr ve asimilasyon ile reddedildi. Fakat gelinen noktada, bugün, Kürtlerin sosyal, siyasal ve ekonomik olarak dışlandığı dönemler geride kaldı. Şimdi başka bir Türkiye inşa oluyor ve bu Türkiye'nin parçası olmak onların elinde. Ben şunu bekliyorum...

        Neyi...

        Önümüzdeki dönemde bu Türkiye'nin parçası olmak isteyen Kürtlerin örgüte karşı daha fazla seslerini yükselteceğini ve büyüyen Türkiye'den haklarına düşeni alma iradesini göstereceklerini düşünüyorum. Aslında bunu düşünen ciddi bir çoğunluk var ama sesleri cılız çıkıyor.

        Niye?

        Çünkü silahın, şiddettin ve tedhiş örgütünün dayatması var. PKK gölgesi altında siyaset yapmaya çalışıyorlar ya da PKK tehdidi ile samimi düşüncelerini ifade etmekten çekiniyorlar. Bu dayatmayı ortadan kaldırmak da devletin görevi...

        Öcalan...

        Öcalan'ın bundan sonraki süreçte tek katkısı silahsızlanma konusunda olabilir. En fazla, dağdaki gençlerin ölmesini engelleyebilir.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ