Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Edebiyat Sağlık hastalığı

        2013 yılının 13 Haziran’ın, Brooklyn’de bir apartmandaki daireden kötü kokular yükselir. Komşular şikâyet ederler. Polis, dairede orta yaşlı iki kişinin çürüyen cesetleriyle karşılaşır. Biri erkek, biri kadındır. Başlarındaki helyum gazıyla doldurulmuş plastik torbalardan da açıktır ki, intihar etmişlerdir. HT Cumartesi'den Kürşad Oğuz'un haberi...

        Bir süre sonra ortaya çıkar ki, 46 yaşındaki Lynne Rosen ve 48 yaşındaki John Littig adlı ölü çift, yaşam koçudur.

        “Pozitif düşün”,“içindeki sesi dinle”,“farkındalık yarat”,“kişisel gelişim” vb. şeyler söyleyerek yaşamları yoluna koyma iddiasındaki koçlardan ikisi... Üstelik uzmanlık alanları da “mutluluk”tur. “Mutluluk Arayışı” adlı radyo programında dinleyicilere değişime kucak açmalarını, olmayı istedikleri kişi olmalarını, istedikleri yaşamı gerçekleştirmelerini vazetmektedirler.

        REKLAM

        SORUMLULUĞU HEMEN BANA AT

        Diyebilirsiniz ki “Ne anlatıyorsun? Onlar da istedikleri yaşamı gerçekleştirmiş ve ölmüş.” Keşke bu kadar basit olsa.

        Dünyada 45 bin yaşam koçu var ve bu, yılda yaklaşık 2 milyar dolarlık bir endüstri demek. Herkes tarafından yapılabilir olduğu ve genellikle spesifik bir eğitim gerektirmediği için çok cazip bir “meslek” olduğu açık. Ancak bugünkü yazımıza konu olan kitabımızın yazarları, yaşam koçlarının yaptığı işin pek de “kurtarıcı” olmadığı görüşündeler.

        Örgütsel davranış uzmanı Carl Cederström ve André Spicer, “Sağlık Hastalığı” adlı bu kitaplarında, sağlıklı yaşamın nasıl bir ideolojiye dönüştüğünü anlamak/ anlatmak derdindeler. “Mükemmel İnsan” peşindeki yeni düzeni anlatırken de, sözü yaşam koçlarına getiriyorlar. Onlara göre koçluğa şüpheyle bakmayı gerektiren neden sadece “Özel hayatınızı (kerameti kendinden menkul) uzmanların eline teslim etmenize yol açmakla kalmaları” değil, aslen tüm sorumluluğu da sizin omuzlarınıza yüklemeleri.

        REKLAM

        İnsan ruhen ve bedenen sağlıklı olmak zorunda mı?

        Cederström ve Spicer’a göre “sağlıklı beden üretken bedendir ve iş dünyası için yararlıdır.” Bu yüzden günümüzde şirketler, çalışanlarını hastalıklardan korumak için türlü yöntemlere başvuruyor: Sağlıklı yaşam programları, yürüme bantlı veya bisiklet çalışma masaları... Fortune 200’deki şirketlerin yüzde 70’i çalışanlarına fitness programları sağlıyor. Amerikalı işverenler bu programlar için yılda 6 milyar dolar harcıyor. Ama bunu çalışanlardan çok kendileri için yapıyorlar

        Bunun bir yolu da elbette diyetler ve sağlıklı yemek. Kulağa hoş geliyor ama yazarlarımıza göre bu da bir ideolojiye dönüşmüş durumda. Öyle ki, siyasetçilere ve din adamlarına inancını kaybetmiş insanlar, büyük sorulara yanıt bulmak için şimdi ünlü şeflere ve beslenme uzmanlarına yöneliyor. Peki bu mu çözüm? Hayır:

        REKLAM

        “Saplantılı şekilde sağlıklı yaşam peşinde koşturmak ve kendimizi geliştirmenin yeni yollarını aramak, yaşamaya fırsat bırakmaz. Bedenimiz yaşamın nihai amacı haline geldiğinde, çevremizdeki dünya da ya bir tehdit ya da teselli olarak algılanır. Nerede yaşayacağımızı, kimlerle vakit geçireceğimizi, nasıl egzersiz yapacağımızı ve tatilde nereye gideceğimizi bedenimiz belirler. Bu beden saplantısının bir yönü de yediğimiz şeylere gösterdiğimiz ilgidir.”

        Genelde tüm diyetler, modern dünyanın aşırılıklarından kaçıp daha sahici bir yaşama dönmeyi vadediyor. Aslında olansa, bir aşırılıktan bir başkasına savrulmak. Size kendinizi suçlu hissettirip, bedeninizden utanmanızı sağlayarak sizi yeni ve istedikleri yola sokmak. Ama çoğu zaman ters tepiyor bunlar; diyetler kısa süre için işe yarıyor ve ardından insanlar başlangıçtaki kilosuna dönüyor. Suçluluk hissi de cabası: Diyet programlarına katılanların yüzde 33’ü sonrasında kendilerini daha suçlu hissediyor.

        EVANJELİSTLER, CAMERON, OLIVER...

        Yazarlara göre sağlık bir ideoloji halini aldığında, bu ideolojiye ayak uyduramamak da hastalık belirtisine dönüşüyor. Bedenlerini ihmal edenler tembel, güçsüz ve iradesiz olmakla suçlanıyor. İşte buna, “Sağlık Hastalığı” diyor kitap, ya da “Sağlıklı Yaşam Sendromu.”

        REKLAM

        Freud’dan Bauman’a, Zizek’ten Orwell’a pek çok isimden alıntı, farklı araştırma sonuçları, uzman analizleri mevcut kitapta. Ama bu sizi korkutmasın...

        David Cameron’un sağlık numaralarından meşhur şef Jamie Oliver’ın alt edilmeyi sevmeyen gerçek yüzüne, şu sıra gündemdeki Evanjelistlerin diyet ritüellerinden Rhonda Byrne’ın çok konuşulan “Secret” kitabına kadar popüler dünyanın parmak ısırtacak sırlarına da erişebilirsiniz bu kitapla.

        Siz karar verirken ben mutluluk arayışımda koşarak yaşam koçuma gidip yeni diyetimin sorumluluğunu alacağım...

        ‘Sağlık Hastalığı’ diye bir şey var mı?

        Azra Kohen (Psikolog): İnsan vücudunun birtakım rahatsızlıklardan kurtulmak için ilaçlara değil, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesine ihtiyacı var. Bağışıklık sistemine ihtiyacı olan hammaddeyi -aktif oksijen, canınızın çektiği değil bedenin ihtiyacı olan yiyecekler, arındırılmış suverdiğimizde sağlığımız %97 aktif bir çaba ile kendi başının çaresine bakacak kadar güçlü.

        REKLAM

        Prof. Dr. Ahmet R. Küçükusta (Göğüs Hast. Uzmanı): Evet, sağlık hastalığı var. Gelişen tıp sayesinde kendini yüzde yüz sağlıklı hissedenlerin çoğunluğuna en az birkaç hastalık teşhisi konabilir. Buna göre de gerçekten hiçbir hastalığı olmayan bir kişi, çoğunluktan yani normalden farklı olduğu için onda bir “sağlıklı olma durumu” yani bir “sağlık hastalığından” söz edilebilir.

        KİTABIN...

        En doğru cümlesi: Günümüzde birçok insan, -çocuklarını ihmal etmek pahasına- kendini gerçekleştirmeye, örneğin kendini tüm varlığıyla bir kariyere adamaya veya sıkı diyetler uygulayıp spor salonlarında ağır egzersizler yaparak dış görünüşlerini iyileştirmeye mecbur hissediyor.

        Nefret ettiği aforizmalar: Başarı mutluluğun değil, mutluluk başarının anahtarıdır. Daha iyi bir imaja sahip olduğunuzda performansınız da artar.

        BENİM...

        Sevmediğim: Kitabın, sigara içenin sadece kendine zarar verdiği ve rahat bırakılması gerektiği yönündeki ‘sübliminal’ mesajı. Aşırılığın özgürlüğü adına bile kabul edilemez.

        Tespitim: Yazarlar, 1960’lardaki siyasi çalkantıların (Vietnam, Watergate vb.) ardından çoğu kişinin siyaset ve kurumları reddederek kişisel projelere odaklandığını söylüyor. Doğru, bence bugünlerde Türkiye’de de yeniden aynı süreç yaşanıyor.

        REKLAM

        Haftanın Yenileri

        Bir yazarın adı bir kitabın kapağında kitabın adından büyük yazılıyorsa iki kere düşünün. Ya o yazar gereksiz pompalanıyordur ya da artık “ne yazsa okunur.” Saramago ve Carré’nin ikincilerden olduğunu söylemeye gerek yok. Bir de, sayfadaki üç yazarın isminde aksanlı e olması, neye delalet acaba?

        Cinayetin Parıltısı John Le Carré Kırmızı Kedi

        Toprağın Uyanışı José Saramago Kırmızı Kedi

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ