Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ekonomi İş-Yaşam Ticaret Savaşları Gölgesinde Türkiye ve Dünya Ekonomisi - İş-Yaşam Haberleri

        Ülkeler yeni yeni gelişen sektörlerini belli bir süre ithalatın negatif etkilerinden muhafaza etme yolunu seçmektedirler. Bunun için genellikle ticarette "korumacılık" olarak ifade edilen önlemleri kullanmaktadırlar. Fakat korumacılık eskilerde kullanılan bir kavram olmaktan çıkarak günümüzde yeni bir yüze kavuşmuştur. Yoğun olarak bir savaş unsuru olarak kullanılmaya başlamıştır. Bu durum Trump'ın ABD başkanı seçilmesiyle Amerikan ticaret politikalarında en belirgin haliyle gözlenmektedir. ABD Başkanı Trump başkan seçilmeden önceki seçim çalışmalarında "Amerika'yı yeniden büyük yapalım" sloganı altında oy

        verenleri buluşturmuştur. İç politikayı da harekete geçirerek ticaret savaşlarına adeta zemin hazırlamıştır. Trump'ın amacı dünya tüketiminin çoğunu yapan ABD'nin dünya üretimindeki ve ekonomisindeki yerini Çin gibi güçlü rakiplere kaptırmamaktır. Özellikle İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden (AB) çıkış sürecinde (Brexit), ABD yönetiminin ticareti bir argüman olarak önceleri Kanada ve Meksika'ya, sonrasında ise AB ve Çin'e karşı kullanması ekonomik dengeleri alt üst etmiştir. ABD ilk zaferini Kanada ve Meksika'ya karşı kazanmış ve ABD'yi ekonomik olarak öne çıkaracak tavizleri Nafta yerine USMCA adında bir antlaşma imzalayarak elde etmiştir.

        ABD'nin benzer ticari hamleleri yıkıcı bir şekilde İran, Türkiye ve Venezuela'ya da uyguladığı bilinmektedir. İran bağlamında nükleer silah geliştirme, Türkiye bağlamında Pastör Brunson'un tutukluluk hali, ve Venezuela bağlamında ise insan hakları bahane edilerek ticari ve ekonomik kısıtlar ABD tarafından uygulanmıştır. Türkiye özelindeki etki bir kur şoku düzeyinde kalmasına ve bertaraf edilmesine rağmen izleri hala ekonomimiz üzerinde görülmektedir.

        Ticaret savaşları, etkileri ve gelişmesi konusunda birçok yazı olmasına rağmen, bu savaşların ülkemiz ve dünya ekonomisi üzerine olası etkileri yeterince tartışılmamaktadır. Fakat ticaret savaşlarının gidişatından ziyade olası etkilerinin değerlendirilmesi ve bunlara karşı proaktif bir şekilde önlemler alınması son derece önemlidir. Özellikle ticaret savaşlarının dünya ekonomisindeki etkilerinin ABD-Çin düzleminde ele alınması önem taşımaktadır. Ayrıca, ticaret savaşlarının çevre ülkelere etkilerini ve yükselen pazarlar özelinde de Türkiye'ye yansımalarının tartışılması gerekmektedir.

        Öncelikle ticaret savaşları ABD çerçevesinde değerlendirildiğinde bu tip savaşların ABD ekonomisine yarardan çok zarar

        verdiği görülmektedir. Gümrük vergilerinin aşırı bir biçimde yükseltilmesi tüketicilerin ithal ürünlere daha yüksek fiyatlardan sahip olmasına neden olmaktadır. Böylece tüketici ucuz ithal mallarıyla giderebileceği ihtiyaçlarını görece daha pahalı olan yerli malları ile gidermeye çalışmakta ve tüketici refahının bir kısmından feragat etmektedir. Bu durum karşısında "ne güzel işte ABD ithalatı milli ve yerli üretimle ikame ediyor ve çok güzel bir işe de imza atıyor" demek de yanlış bir düşünce olacaktır. Çünkü,

        böyle bir ikameyi gerçekleştirmek için ABD'nin üretim kapasitesini çok kısa zamanda oldukça yüksek bir seviyeye çıkarması gereklidir, fakat böyle bir durumun gerçekleşmesi yıllar alacaktır.

        Aynı zamanda, iş gücünün maliyetinin diğer ülkelerle karşılaştırıldığında pahalı olması ve git gide pahalılaşması her ne kadar yerli ve milli de olsa ABD ürünlerinin iç ve dış piyasada rekabet edebilirliğini sınırlamaktadır. Aslında ABD tam da ekonomi bilimine zıt bir şekilde davranarak küresel kaynakların optimal şekilde dağılımına engel olmaktadır. Hatta ülke içerisinde politikacılar eliyle enflasyonist bir dinamik oluşturulmaktadır. Fakat bu durum ABD içerisinde özellikle mavi yakalı çalışanların daha kolay iş bulmasına ve daha yüksek ücret almasına yol açarak Trump'ın daha çok oy aldığı kesimin refah seviyesini arttırmaktadır. Böylelikle zaten politik olarak gün geçtikçe yıpranan Cumhuriyetçi Parti yaklaşan başkanlık seçimlerini Trump liderliğinde kendi lehine çevirmek için zamana yayılmış güçlü bir adım atmış da olmaktadır.

        Çin tarafından bakıldığında ise ticaret savaşlarının yıkıcı etkisi henüz tam olarak görülmemesine rağmen, gün geçtikçe iyiden iyiye hem küresel oyuncular hem de Çinli yöneticiler tarafından hissedilmektedir. Özellikle 90 gün için askıya alınan vergi artışları ABD'nin Çin'den yaptığı ithalatı arttırmış ve bazı ekonomi yorumcularını bile şok edecek şekilde ABD'nin Çin'e karşı dış ticaret açığını daha da yüksek bir seviyeye çıkarmıştır. Fakat bu durum ABD'lilerin vergi artışları tamamen yürürlüğe girmeden önce yeteri kadar mal stoklamak istemelerinin sonucundan başka bir şey değildir. Hatta, bazı ABD limanlarının kapasitelerinin sonuna kadar Çin mallarıyla dolu olduğu ve gemilerin yük indirmek için liman çevresinde bekletildiği bildirilmektedir. Tüm bunlara rağmen Çin 2018 yılı içerisinde yalnız % 6,6 büyüyerek tehlike çanlarının çalmasına yol açmıştır. Çünkü bu

        oran 1990'ların başından beri en düşük seviye olup, yüksek düzeydeki Çin nüfusunun refah seviyesinin idame edilmesi için gereken %6'lık büyüme oranının altına düşme eğilimi göstermektedir. %6 üzerinde büyüyemeyen bir Çin ekonomisinde ülkeyi oluşturan ve görece fakirlik çeken etnik grupların hareketlenmesi Çin'in iç güvenliğini tehdit edebilecek önemli bir unsurdur.

        Çin devleti bu durumu bir nebze de olsa engellemek için artık ekonomisini sadece ihracata bağlı olmaktan kurtarmaya çalışmaktadır. Ekonomi yöneticileri tarafından iç tüketimi teşvik edici politikalar ön plana çıkarılmakta ve uygulanmaktadır. Özellikle Çin halkına çeşitli kredi kanallarında yapılan gevşemelerle daha çok tüketme ve daha iyi bir hayat yaşama fırsatı verilmektedir. Fakat, böyle bir sistemin yarı pazar ekonomisi, yarı planlamacı yapıda olan bir ülkede işlerliği çok sınırlıdır

        ve bu durum ekonomiyi gün geçtikçe kırılgan hale getirmektedir. Özellikle, kredi genişlemesinin getirdiği sorunlar artık Çin merkez bankasını inşaat gibi bazı batık sektörleri yüzdürme çabası göstermeye zorlamaktadır. Tam da bu esnada Trump'ın ticaret hamleleri Çin'i ürettiği malları satacak dış ticaret partneri bulamamasına sebep olmaktadır. Aynı zamanda Trump telkin

        düzeyinde de olsa ABD merkez bankası nezdinde attığı adımlarla Çin para biriminin dolar karşısında değer yitirmesini engellemeye çalışarak Çin'i büyük bir çıkmaza itmiştir. Bu koşullar altında Çin'in ihracat bazlı büyüme modeli gün geçtikçe iflasın eşiğine gelmektedir.

        Merkez ülkelerde bunlar yaşanırken bu durumun küresel yansımaları da özellikle önemlidir. ABD-Çin düzleminde yaşanan bu savaş ABD-AB düzlemine de yansımış, böylece diğer ülkeleri de tedirgin etmeye başlamıştır. Küresel anlamda gözlenen ekonomik yavaşlama irili ufaklı tüm ülkeleri kıskacına almaya başlamaktadır. Özellikle ham madde satan ülkeler

        bu durumdan oldukça fazla etkilenmektedir. Nitekim, petrol fiyatları OPEC tarafından yapılan onca kesintiye rağmen 60 dolar seviyelerine düşmüş ve ekonomileri petrol ve doğalgaza bağlı Suudi Arabistan ve Rusya gibi ülkeleri zor durumda bırakmaya başlamıştır. Ticaret savaşları küresel ekonomiyi soğutarak ülkeleri yeniden para politikalarını gevşetmeye itecek bir duruma

        dönüştürmektedir. Bu işten sınırlı da olsa kazançlı çıkan ülkeler de yok değildir. Özellikle ABD ekonomisine yüksek düzeyde ham madde sağlayan Kanada, şimdilerde kargaşanın hüküm sürdüğü enerji ve tabii kaynakların bol olduğu Latin Amerika günün sonunda kazançlı çıkacak ülkeler gibi görülebilir. Zaten detaylı bir şekilde düşünülürse dünyanın sayılı petrol ve

        altın rezervlerini bulunduran Venezuela üzerinde oynanan oyunlar ABD'nin çok kutuplu dünyaya geçişi engellemek için kurguladığı küresel stratejinin bir parçasıdır. Çünkü küresel üretimi ele alacak bir ABD ucuz ve kısmen de olsa kendi kontrolü altındaki kaynaklara muhtaç olacaktır.

        ABD-Çin düzlemi dışında değerlendirildiğinde bu savaşın esas kaybedeni Doğu Asya ülkeleri ve Avustralya'dır. Bu ülkeler hem global değer zincirinde önemli bir yer tutmakta hem de Çin ekonomisine ham madde ve ara malı tedarik etmektedirler. Özellikle, Avustralya ham madde kaynakları bakımından zengin ve Çin'e yakın olması açısından en büyük zararı görecek ülkeler arasında başı çekecek gibi gözükmektedir. Güney Kore, Vietnam, Malezya gibi ülkeler ise adeta Çin için ara malı üreten küresel merkezler olarak çalışmaktadırlar. Çin'deki ara malı talebinde bir azalma bu ekonomileri vuracak ve bu ekonomiler küresel durgunluktan paylarını ekonomik olarak oldukça yavaşlamış bir şekilde çıkarak alacaklardır. Ayrıca, Singapur gibi mal taşımacılığında önde gelen ve ekonomisi ticarete bağlı olan ülkeler de küresel arz zincirinde aktarım merkezleri oldukları için ticaret savaşlarının negatif etkilerini olabildiğine hissedeceklerdir.

        Türkiye bağlamına gelindiğinde ticaret savaşlarının etkileri ilk bakışta dengeli görülmesine rağmen, uzun vadeli bir perspektifte etkinin negatif tarafı ihmal edilemeyecek derecede ağır basmaktadır. Özellikle, ABD'nin para birimini düşük tutmaya çalışarak Çin'in yapacağı bir kur hamlesini etkisizleştirmek istemesi Türkiye gibi küresel arz zincirinin bir parçası olmayan ülkelere tekrardan yabancı para girişini arttıracaktır. Fakat parasal olarak gözlenecek bu durum reel sektör açısından tahrip edici sonuçlar doğurabilme potansiyeline sahiptir. Küresel ölçekteki bol para akışı eğer yerinde ve zamanında yapılacak sterilizasyon politikalarıyla (bu koşulda ülkeye giren aşırı dövizin merkez bankası tarafından emilmesine dair politikalar) dengelenmezse ülkeleri üreten ülke olmaktan çok tüketen ülke olmaya doğru sürüklemektedir. Ayrıca, özellikle AB küresel ticaret savaşlarına karşı üçüncü ülkelerle antlaşmalar yapmakta ve ülkemiz de gümrük birliği antlaşmasına binaen sınırlarını üçüncü ülkelerin mallarına açmaktadır. Fakat bu ülkelerle ülkemiz ayrı bir antlaşma imzalamadığı takdirde üçüncü ülkelerin AB'ye tanıdığı haklar bizim için geçerli olmamaktadır.

        Bir başka tehlike ise ticaret savaşlarının ihracatımızı yoğun olarak yaptığımız AB'yi ekonomik olarak yavaşlatacak olmasıdır. AB Brexit ile sarsılmıştır ve İtalya, Portekiz, Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerin ekonomik sorunlarıyla da baş etmeye çalışmaktadır. Bu durum AB'yi gevşek para politikası uygulayarak Euro'yu olması gerekenden düşük tutmaya itmektedir. Hem ekonomik olarak yıpranmış AB üyesi ülkeler hem de düşük Euro bizim dış ihracat potansiyelimizi büyük ölçüde sınırlayacak unsurlar içermektedir. Ticaret savaşlarının en az etkileyeceği ülkelerden biri olarak gözüksek de bu tip olayların dolaylı etkileri ülke ekonomimiz açısından ihmal edemeyeceğimiz derecede yüksektir. Ayrıca, jeopolitik konumumuz gereği Rusya, Suriye ve İran gibi ülkelerle olan ilişkilerimizin bizi ticaret savaşlarının ortasına çekme olasılığı da bulunmaktadır. Nitekim bu durum

        rahip Brunson olayında ilk defa gözlenmiştir. ABD'nin ülkemizden ithal ettiği demir çelik ve alüminyuma getirdiği ekstra vergi hiç hesapta yokken ekonomimize bir kur şoku olarak yansımış ve ekonomimizi oldukça olumsuz etkilemiştir.

        Özetle, dünya fillerin tepiştiği ama çimenlerin de filler tepişirken ezildiği bir zaman diliminden geçmektedir. Filler tepişirken konvansiyonel silahlar yerine ticareti kullanmakta bu durum ise irili ufaklı bir çok ülkeye yani çimenlere ciddi bir biçimde zarar vermektedir. Ticaret savaşları zamanla küresel büyümede daha da çok hissedilir bir biçimde yavaşlamaya yol açacaktır. Bu durumdan en çok Çin ve sonrasında ise ABD etkilenecek olmasına rağmen, uzun vadede ABD'nin süreçten istediği tavizleri kopararak karlı çıkması olasıdır. Fakat küresel arz zincirinde önemli yer iştigal eden Doğu Asya ülkeleri ve Avustralya bu savaşlara müdahil olmasalar dahi büyük ölçüde zarar görecek diğer belli başlı ülkeler arasında olacaktır. Bu ülkelere ham madde ve enerji ihraç eden ülkeler de eklenebilir. Türkiye ise dolaylı da olsa zarar görecek ülkeler arasındadır.

        Ülkemiz ikili ticaret antlaşmalarıyla ve ihracat yapılan bölgelerin çeşitlendirilmesiyle bu durumun üstesinden gelecek kapasiteye sahiptir. Fakat stratejik konumumuz sebebiyle küresel ticaret savaşlarının merkezine çekilmemiz de olasıdır. Bu yüzden dış politikada taviz vermeden adım atarken, ekonomik menfaatlerimizi de sonuna kadar gözetmemiz gerekmektedir.

        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ