Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Ali Esad Göksel'den Kudüs'ün kimyası...

        HT Cumartesi eki köşe yazarı Ali Esad Göksel, bu hafta Kudüs lezzetlerini kaleme aldı.

        Bu bir anma gecesi. Boğaz kıyısındayız. Four Seasons Oteli’nin terasında... Ortalığa hâkim sıcaklık, samimiyet geceyi neşeye çekiyor.

        Ama gerçek şu ki hatırladıklarımız acı. Hem de çok acı. Geceye imza atan adam var ya. Ölümden dönmüş. Laf olsun diye demiyoruz. Kıyısından değil. Ölümü görmüş ve geri dönmüş bir adam “Dudi”! İstanbul İstiklal Caddesi’ndeki turistlere canlı bomba saldırısı... Bir yıl kadar oldu. Dudi ve arkadaşlarına... Dudi ölenlerin, yakın dostlarının cenazesine katılamadı. Çünkü çok uzun zaman hastanede yattı. Ama ahdetti: Küsmeyecek, onları anmak için tekrar gelecekti. Ve geldi. Dudi özel bir insan. Gerçekten. Öyle doğmuş olmalı. Onda insanları birbirine yaklaştıran bir zamk var. Konuşuyor, dokunuyor, gülüyor. Her an.

        (İstiklal Caddesi hatırası... Sadece Dudi hayatta.)

        Hareket halinde, tanışıyor ve tanıştırıyor. Adam bir enerji yumağı. Sosyalleşme diye bir kavram var ya... Birisi bana dese ki “Artık o hal ‘Dudi’leşmek’ diye tanımlanacak!”. Şaşırmam, tartışmam. Hak yerini buldu derim. O kadar.

        Bakın ben ne denli a-sosyal isem... Dudi tam tersi... Öte yandan bizi birbirimize çok yaklaştıran bir şey var: Mutfak...

        Olağanüstü güvenlik önlemlerinin olduğu yemek 15 masa kadardı. Benim hatırımda Musa Dağdeviren/ Çiya kaldı. Onu gördüğüme, eşinin sıhhatine çok sevindim. Aylin Öney Tan ile “Oxford” dedikoduları yapıldı, Claudia Roden anıldı. O gece Four Seasons Oteli’nin desteğiyle gerçekleşti. Elbette bizim adamın bitmek bilmez inadı ve sabrı ile... Yani tam ismiyle söyleyelim, David Dudi Califa başroldeydi.

        O gece İsrail’den gelen 9 genç aşçı arı gibi koşuştular. Bazıları ile Kudüs ve Tel Aviv’de tanışmıştım. Her biri özel ve becerikli aşçılar. Yaptıkları yemekler hatırımda. Ama deplasman zor bir iştir. Hele hele mutfakta. O gece için söylenecek tek şey var: Anafikir unutulmazdı... Ve unutulmayacak.

        Peki ne idi bu fikir?: “Mutfak yürekleri birleştirir.” Dudi’nin bu sloganı Boğaz kıyısında öyle bir vücut buldu ki... O gece ruhani bir tören kıyafetine büründü... İstiklal Caddesi’nde öğle yemeğine giderken ölenler var ya... Türk mutfağını keşfetmek için İstanbul’a gelen bu dostlarımızı, o dost yürekleri bundan daha kuvvet ile hissedemezdik. Emin olun oradaydılar. Masalara mutfağa dağılmış ve memnundular.

        Dudi ile gelen genç İsrailli aşçılar yaratıcı bir mutfağa imza attı. Gelenekle yola koyulan ama yarına uzanan reçeteler. O geceden aklımda kalan iki özel yemeği anmalıyım: Bamyalı ahtapot ızgara. Ayrıca bir uykuluk kasidesi... Yanımda oturan “The. Hungry. Tourist” Dudi’ye “devam” dedim.

        BAMYALI AHTAPOT

        Sormadı, “Neye” bile demedi. O gece yürekler birbirine aktı, birleşti. Gerçekten böyle bilindik bir laf var mı, bilemiyorum. Ama artık doğruluğundan şüpheye mahal yok. “Birinin kalbine giden yol midesinden geçiyor...”

        KUDÜS'ÜN KİMYASI

        Galiba üç-dört yıl oluyor Kudüs ve Tel Aviv’e yemek yemeye gideli... Bu izlenimler de o zamandan kalanlar...

        Hazır bulmak, aramadan okuyup göz atmak nasıl bir lükstür! Ezelden beri sahip olmak istediğim bilgi elimin altında dursun istedim. “Miskinlik ile tembellik” arasında salınan bir ruh hali işte. Bununla birlikte, astrolojik bir etki olabilir mi, arada araştırma iştahım kabarmada... Büyüklerimiz papatya falında gibi, kâh “aha şu Yahudiler” demede. Kâh “demedim demedim, inan olsun demedim” demede ya...

        Şu işe sardım. Yahudiler ne yapar, ne ederler? Bizzat üzerimde deneyeyim, etkilerini gözleyeyim istedim. Bir de yıllardır Kudüs’ü görmeyi isterdim. Her seferinde de annem mani oldu: “Oğlum orası karışık!” Savı bu... Maçka’dan çıkmamdan hazzetmiyor. Taksim ya da Ushiaia hiç fark etmiyor. Huzursuz oluyor. Ne zaman Taksim-Maçka hattı karıştı idi. Akşam, tadat sonrası sormaya başladı: “Haftada iki kez bir yerlere gider dururdun?”

        REKLAM

        “Evine gaz dedektörü taktırdın mı? Kapı ve pencereleri iyi örttün mü?”

        “Çarşı? Aman ha! İhtiyacını internetten gider!”

        Sessiz sedasız dinlemedeyim ya. Arada otoritesini doğrulamak istiyor. “Duydun mu, anladın mı” diye biat kontrolünde...

        Scorsese filmlerindeki yedi bela Sicilyalılara mı benzedim ne? Anasının karşısında süt dökmüş kedi gibi oturanlar vardır ya... Neyse. Madem ki ısrar annemden... Oldum olası yasağa meylettim gitti...

        Eh sevilen kula da nasip olurmuş ya: Şefaat Allah’tan, yola düştüm. Nereye? Yahu dedik ya Kudüs’e. Yahudi Âleminin merkezine.

        Garabet, dakika bir gol bir, Tel Aviv Ben Gurion’da çıktı. Saat 20.30. Daha üstümü değişip lokantaya gideceğim. Otel, oda, duş, yeni elbiseler ve nihayet lokanta... Ve fakat havaalanı pasaport polisi sırasında, önümde iki geveze. Az daha oyalandık mı, mutfak siparişlere kapanır.

        Nihayet pasaport polisindeyim: Karşımda badem gözlü, turkish delight bir kadın. Usanmış ama soruyor: “Ne diye geldiniz?’’ Kafam karışık ya. Sabırsızlıkla dökülüyorum: “Gece hayatını karıştırmaya.” Tatlı tombik, bilgisayardan başını kaldırıp bana bakıyor: “Demek öyle. İyi, çok iyi’’ diye damga basılıyor. Tel Aviv hazır mısın? Az eğlen, ben geldim!

        PORTAKAL KOKAN SOKAKLAR

        Alacakaranlıkta eski Mersin’e giriyor gibiyiz. Turunçgillerle bezeli caddelere taşmış ahali gece keyfine geçmiş. Lokantaya intikalimiz 22.30. Eyvahlanıyorum. Aç kaldık. Fakat o da ne. İçerisi tıka basa. Düzayak 500 metrekare bir mekân... Diz dize, şık, samimi, güleç ve yakın insanlar. Bu Akdeniz tuhaf bir zamk. Daha önce geldim, hissindeyim. Beyrut mezelerine yaratıcı dokunuşlardan mürekkep bir mutfak. Vasat mahalli şaraplar. Yemek, muhabbet bitiyor.

        REKLAM

        Saat 24.30, yola düşülüyor. Hedef ‘‘Port Said Bar’’. Kocaman bir Havra’nın önündeki meydancığa taşmış masalar, genç kızlar.

        Rehberime soruyorum: “Bar Refaeli de burada mı?”

        Omuzlarını silkeliyor. Haklı. Buradakiler daha güzeller. Laf olsun diye değil. Gerçekten. Baştan itiraf edeyim. Lunapark’a düşmüş bayram çocuğu gibiyim. El Hak büyüklerimiz işi bilmedeler. diasporayı geçiniz, bu kadarı bile kimyamı bozdu... Rehberimiz beni tekrar masamıza çekiyor.

        Bu kadar güzel kız. Üstelik bir aradalar! Yan masaya, onların arasına oturmuşum! Bilmem, anlatabildim mi?

        Sabahın köründe yola koyuluyoruz. Simsiyah minibüs, camlar, deriler siyah. Siyahlar giyinmiş şoförün omuz açıklığı “XXL”. “Bu zat gerçekten şoför mü” diye soracak oluyorum. Şşt sus işareti: ‘‘Sad’’ ile biten kelimeler memnu! Ahh Snowden sen neredesin muhterem kardeşim?Konforlu ve yemyeşil yoldan Kudüs’e giriyoruz. Etkileyici! Heyecan içindeyim. Damla damla birikmiş bir siluet.

        “King David” 1920’de inşa olunmuş. Dünyanın en bilinen otellerinden... Sanatçı, politikacı ve meşhur kimi sorsanız burada kalmış. Kat kat bakımlı bahçelerden, eski şehre bakmada... Kadim şehir sözünü burası kadar hak eden bir yer var mı? Sokaklarında peygamberler, düşünürler ve müritler dolaşmış. Aradan geçen zaman her birini birbirine eklemiş. Ortaya çıkan tarihin en nefes kesici mozaiği.

        MÜRİT UÇURUR

        Bu şehri hakkıyla dolaşmak için üç dört gün lazım. Avare temposuyla yavaş yavaş bakınarak. Sonra okumalısınız. Bir kez daha, bu ikinci fasılda bilerek turlayacağız. Bitti mi? Hayır. Son bir kez daha! Ya bu ne diye? Bu hissetmek için. İçinizde, kalbinizde hissedecekseniz! Şöyle söyleyeyim: Hissetme konusunda özürlüyüm. Bunu biliyorum. Bir kere mimarız ya. Merceklerle bakıyoruz. Ya öğrenmek, ya eleştirmek, ya kıyaslamak üzere... Hissetmenin önüne yerleşmiş manasız eşikler. Ama şunu da iyiden bilmedeyim: Yakın etrafınızın hissettiği, size de bulaşmada...

        “Şeyhi uçuran müritleri’’ derler ya. O hesap. Yapıları kutsal kılan, inananlar olmalı. Kudüs’te, ufacık bir ibadethanenin içindesiniz. Mahşeri bir kalabalık. Nefes almak mesele. Önümde mermere dokunanlar, kapaklananlar, okşayanlar, öpenler. Tuhaf, tarifsiz bir çekim. Sizi de teslim alıyor. O mermerin sahip olduğu mıknatıs size de istediğini yaptırıyor... Dışarıdaki çarşı ise... Yürekler acısı. Bir zaman umur görmüş arastalar var ya... Ne yazık “Çin malları fuarına” dönmüş. Ne diyelim. Bu Çin, Yahudileri bile teslim aldı ise! Boşuna dememişler el elden üstündür.

        Biz işimize bakalım! Akşama kuvvet toplamalıyız. Eski şehrin yakın halesinde bir sokağa dalıyoruz. Barilla’nın Israel Temsilcisi, Güneş Karabuda ve bana rehberlik için Kudüs’e gelmiş. 60-70 m2 açık mutfaklı bir lokanta “Machneyuda”. Mahalli reçetelere çağdaş yorumlar. Lokantanın sahibi ve aşçıları ile tanışıyoruz. Yaptıkları iş çok başarılı. Neden mi? Ne yapmak istediklerini iyi biliyorlar. Ve eğlenerek yapıyorlar. Söyler misiniz? Başarının daha da bilindik eşikleri var mıdır?

        Gencecik garson kızlar. Çoğu öğrenci. Ama lütfen, bir tanesi de güzel olmasın. Artık tabağımla, mutfakla ilgilenmek istiyorum. Hayır. Mümkün değil. Siyahi Yahudiler, Uzakdoğulu Yahudiler, Rusya’dan gelenler... Bu güzelliğin sırrı çok karışmada olabilir mi? Muhtemeldir. Tabii ki bu hassas mevzu daha araştırılmaya muhtaçtır. Ezcümle ‘‘ikinci Kudüs seferim’’ çok yakındır. Az daha sonra...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ