Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam "Şakadan kızım diye severdi!"

        İZZET ÇAPA

        Bir döneme damgasını vuran rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın büyük oğlu, siyasetçi ve işadamı Ahmet Özal’la içten bir söyleşi gerçekleştirdik. Ahmet Özal, kendisi ve rahmetli babasıyla ilgili öyle ilginç ve özel şeyler anlattı ki...

        Ahmet Özal’la bir saatliğine buluşmuştuk ama o kadar uzun sürdü ki röportajımız... Konuşmamızın en önemli kısımlarını burada tamamını Mecmua Dergisi’nin Aralık sayısında okuyabilirsiniz.

        Yaramaz bir çocuk muydunuz? Olmaz mı! 12-13 yaşlarında araba kaçırırdım. Babamın bir Fiat 1500 L’si vardı. Anahtarının kopyasını yaptırmıştım. Mahalledeki çocukları toplar gezerdik. Çocuk olduğum belli olmasın diye de babamın fötr şapkasını takardım. Bir de pipo koyardım ağzıma...

        70’lerde saçlarınız uzunmuş, babanız buna kızar mıydı? Tam tersi. O zaman lisedeyim. Hippi modası var, o dönemde çoğu erkeğin saçları uzundu.

        Siz de “savaşma seviş” diyordunuz yani. O günlerde hippi style’dım. Babamın dostları “Turgut Bey, Ahmet’in saçlarını kestirin” falan derlerdi. Babam da “Şimdi moda. Yarın öbür gün kestirecek. Bırakın uzatsın” derdi. Sonra da beni kızdırmak için “Gel bakayım benim güzel kızım” diye severdi.

        Nasıl yani? Güzel kızım diye mi seviyor sizi? Saçlar uzun ya şaka yapıyor. Bir de beni kızdırmaya çalışıyor ki gidip kendiliğimden keseyim saçlarımı.

        Yaramazlık devam etmiş galiba. 17 yaşından itibaren yalnız yaşamaya başladım. Amerika’da lise 2’de 16 yaşında ehliyet aldım. “Baba bir araba al” dedim. Bir Mustang aldı. Ama benzin koyacak para yok. “Bu arabayı kullanmak istiyorsan çalış” dedi. McDonalds’ta işe başladım.

        İyi para veriyorlar mıydı bari? Yerleri süpürüp masaları temizleyerek saat başına 1.65 dolar kazanıyordum. O zamanki asgari ücret. Lise sonda o para yetmedi, bir otelin lokantasında bulaşıkçı oldum. Cuma-cumartesileri gece 2’ye kadar bulaşık yıkıyordum. Üniversitede ilk yıl benzincide çalıştım. Sonra kamyon şoförlüğü yaptım. Zenci bir arkadaşım vardı, eyaletler arası yük taşıyorduk. Ahmet Özal plajda.

        90’larda Özal’ın Kuzey Irak’a girmek istediği konuşulur, doğru mu? Kesinlikle evet... 1991 Körfez krizinde babam Cumhurbaşkanı’ydı. “Girelim Kuzey Irak’a, Musul ve Kerkük’e, oradaki Türkmen ve Kürtleri koruma altına alalım” dedi. Maalesef Meclis onaylamadı. Aradan yıllar geçti. Biz hâlâ o bölgedeki PKK sorununu çözemiyoruz.

        Peki ya Turgut Özal’ın federasyon isteği? Özal Türkiye Cumhuriyeti içerisinde federasyonu düşünmedi. O bölge, Türkiye’ye bağlı bir federasyon olabilirdi. Erbil, Musul ve Kerkük civarı Bağdat yerine Ankara’ya bağlı bir federal eyalet olabilirdi.

        Bu konuda Başbakan’ın yaklaşımı hakkında ne düşünüyorsunuz? Çok iyi niyetli ve doğru buluyorum. Ancak içeriden ve dışarıdan onu da engellemeye çalışanlar çok olacaktır. I O dönemde, “Girersek, bir koyup üç alacağız” sözü vardı... O laf babama ait değil. Amerikan Büyükelçisi Abromowitz’in lafıdır ve Demirel tarafından dillendirilmiştir.

        Babanız yaşasaydı Kürt sorununa nasıl çare getirirdi? Babam hayattayken mini anayasa diye bir şey attı ortaya. Anayasa bir deklarasyondur, onunla ülke idare edilmez. Anayasa insan hakları ve eşitlik gibi standartları koyar.

        Mini anayasayla mı çözecekti? Tabii... O zaman çalıştığı anayasa örnekleri var. Maalesef izin vermediler. Asker anayasasını savunan entelektüeller oldu.

        Bugün yaşadığımız sorunların suçlusu aydınlar mı? Tabii entelektüeller. Halbuki aydın dediğiniz sivil anayasa ister, askeri anayasa istemez. Ama bizde, Özal ne isterse tersini savunayım, mantığı vardı. Bugün de aynısını Erdoğan’a yapıyorlar. Rahmetli Erdal İnönü bir gün kalktı “Ahmet Özal hanedan” dedi...

        Erdal Bey’in ne ilgisi var? Aydınların fobisine örnek diye anlatıyorum. Gazeteciler Erdal Bey’in lafını aktarınca “Dedem memur. Köşkte büyüyen Erdal Bey, hanedan o” dedim...

        Bu tartışmayı hatırlıyorum. Sonra Turgut Bey karıştı olaya... Babama da sormuşlar, o da “Ahmet, Erdal Bey’e ağır gelir onunla uğraşamaz, küçük Turgut’la uğraşsın” demişti. Gazeteciler başka manaya çekti. Turgut küçük oğlum, torunu. O zaman 2.5 yaşındaydı...

        Haydi öyle olsun... Ama biz Turgut Bey’in mini anayasasında kalmıştık. Yaşasaydı diyorduk... Süratle anayasayı değiştirip sivil anayasa yapardı. Kopenhag insan hakları kriterleri anayasadır aslında. Geri kalanı boştur. Kanunlarla geri kalanını düzeltirsin.

        Kuzey Irak’ta türk botoksçular bile var

        Irak’ta yaptığınız daireler 40 bin dolara mal oluyormuş, Barzani de bunları 50 bin dolardan satın alıyormuş diye bir söylenti var. Yok öyle bir şey. Benim yaptığım hiçbir iş, Irak devletinin ihale işi değildir. Bu ülkelerde yabancı yatırımcılara arazi tahsisleri yaparlar. Sadece inandıklarına yaparlar bu tahsisi. “Yapacağım” dedim, arazi verdiler. O kadar. I Torpil işledi mi bu arazi tahsisinde? Kesinlikle yok böyle bir şey. I Peki Turgut Özal’ın adının da bir önemi yok mu? Tabii şu var... Müracaat edenlerin bazısı iyi bazısı orta kaliteli arazi alırlar. Ben de Özal olduğum için orada ismim olduğu için daha iyi araziler alıyorum, bak o doğru.

        Torpil işte, Turgut Özal adının gücü yetişiyor imdada. Gayet tabii. O insanlar benden ziyade babamı tanıyor. Belki benim oradaki çalışmalarımda babamın isminin etkisi yüzde 90’dır. Ama yap sat diye bir terim vardır Türkçe’de, yapıyorum, satıyorum.

        Bu proje zengin edecek mi Ahmet Özal’ı? Bilmem. Şöyle söyleyeyim; 2012’de hedefim şu anda kontratlara göre aşağı yukarı 6 milyar doların üzerinde olacak.

        Kazanç mı bu? Yok canım ciro...

        Kaç para kazanırsınız bu işte? Bilmiyorum, yüzde 10 da olur 15 de... Ama sen de bayağı mali müşavir oldun İzzet. Ama şunu bil, ne kadar risk alırsan o kadar para kazanırsın.

        Şimdilerde Bağdat dahil tüm Irak’ta iş yapıyorsunuz. Oralarda Türkler genelde hangi işlere talip? 5 binin üzerinde Türk işadamı var. Gıdadan inşaata, okullara kadar bir sürü sektörde Türk şirketleri orada iş yapıyor. Eğlence sektörü var, hatta berberler, botoksçular bile var...

        ‘POLİS, BABAMA EHLİYET SORDU’

        Ahmet Özal cumalara gider mi? Giderim. Aile ve geleneklerden vazgeçmedim.

        İçki içer mi? Sosyal olarak arada bir içerim.

        Kızınca mı, mutlu olunca mı içersiniz? Her ikisinde de olabilir.

        Korumanız var mı? Devletin tahsis ettiği üç korumam var ama kullanmıyorum.

        Neden? İstemiyorum. Irak’ta bile kullanmıyorum. Koruma da insanı koruyamayabilir. Bir de onlarla gezince daha çok dikkat çekiyorsun. Bak buraya normal araba ile geldim kimse farkında değil. Bir gece arka kapıdan çıkıp Boğaz’a gittik. Arabayı babam kullanıyor... Birden telaşla bağırdı: “Yandık çevirme yapıyorlar!”

        Niye “yanmışsınız?” Meğer rahmetlinin ehliyeti yokmuş yanında. Ama en şekeri Efe! Arkada yayılmış, havaya girmiş diyor ki “Korkma baba, beni tanırlar yırtarız!”

        “Yırttınız” tabii! Polis durdurdu, karanlıkta tanımadı babamı. “Ehliyetruhsat” dedi. Neyse ben eğilip “Cumhurbaşkanımız” dedim de, geçtik...

        ‘İLK KEZ AÇIKLADIĞIM SUİKAST GİRİŞİMİ’

        Turgut Bey size çok güvenirmiş. Bana güveni vardı. Mesela önemli bir konuşma yapacağı zaman, muhakkak arar Ankara’ya çağırırdı, üzerinde beraber çalışalım diye. Babamla bir uçak kazası geçirdik, oradan biliyorum ne kadar güvendiğini. I Hangi kaza bu? 1987’deki suikast girişiminden hemen önce Başbakanlık uçağıyla İstanbul’dan Ankara’ya gideceğiz. Ölümünden sonra o kaza da incelenmeye alındı.

        Nasıl yani? O zaman anlamamıştık, şimdi fark ediyoruz. Uçak Gulfstream’di. Özel uçakların Rolls Royce’udur. Uçağa önceden girdim, babam da gazetecilerle VIP salonunda. Uçakta kaptan pilot, ikinci pilot, hostes ve ben varız. Motorlar çalışırken uçağın ışıkları bir anda gitti. İkinci pilot kalktı düğmelere bastı, ışıklar geldi. “Ne oldu” dedi pilota. O da “Sigortalar efendim önemli değil” dedi.

        Bu arada yanılıyorsam düzeltin, siz pilotsunuz değil mi? Evet, 25 yıllık. Derken babam uçağa bindi. Uçakta 13 kişiyiz. Büyükada üstündeyiz. Yine gitti ışıklar. Düğmeye bastılar ışıklar geldi. Babama “Uçağı geri döndüreceğim” dedim. “Nasıl biliyorsan öyle yap” dedi.

        Ciddi bir tehlike var mıydı? Kaptan pilota döndüm, hâlâ “Bir şey yok Ankara’da baktırırız” diyor. “Kardeşim uçakta Başbakan var, şakası yok geri dön” deyince döndü. Bir anda sağ motor “bam” dedi gitti. Sol motor zorlanmaya başladı.

        İlk suikast girişiminden ne kadar önce oluyor bu? Kısa bir süre önce. Uçak da otomatik pilottan çıktı, kapaklandı, biz aşağıya denize doğru gidiyoruz diklemesine. Bir anda dumana boğulduk, göstergeler gitti, telsizler çalışmıyor.

        Müthiş bir panik olmalı... Hem de nasıl. Herkes çığlık çığlığa, camdan bakıyorum uçak denize doğru iniyor. Babam karşımda. Onun yanında da acil çıkış kapısı vardı. Uçak denize inerse 20 dakika suyun üzerinde yüzer. İnerse kapıyı açar, babamı dışarı iter kurtarırım diyorum. Hostes düştü bayıldı, orada midesi delinmiş kızın.

        Turgut Bey ne yapıyor? Gazete okuyordu. Işıklar sönünce bıraktı. İlk defa öyle bağırırken gördüm. “Herkes yerine otursun, Allah’ın dediği olur.” Ardından herkes sakinleşti. Uçak pistin ucuna vurdu, tekerler patladı, durdu. Dumanlar çıkıyor uçaktan, pistin ortasındayız.

        Haberleşme olmadığı için kulenin de durumdan haberi yok herhalde? Yok. Gece karanlık. Her an uçak inebilir üzerimize. Kaptan pilot “Herkes çıksın patlayacak” diye bağırdı ama kapı açılmıyor. Kabin basıncıyla dışarısı eşit değil. Koşup kargoyu açtılar. I Kargo kapısı yerden yüksektir. 2.5 metre yüksek, yer beton. Korumalar atladı. Babamı omuzlardan tutarak indirdiler. Ondan sonra da herkes sıraya girdi. Tam korku filmi gibi. Bu arada arka kapı açılınca kabin basıncı eşitlendi. Normal kapıyı açtım.

        Peki ne olmuş uçağa? ABD’den mühendisler geldi. İki kablo birbirine sürtmüş, kısa devre yapmış.

        Normal mi bu? 60 milyon dolarlık uçakta öyle aptal bir şey olmaz. Belli ki birisi oynamış kablolarla! Fakat o gün es geçildi, raporda ne diyor biliyor musun? “Bu durumda, uçağın infilak etmeme oranı yüzde 5!” O zaman ciddiye alınmadı.

        Eşref Bitlis’in olayına benziyor. Hem de çok. Eşref Bitlis’in uçağının motorları 10 saniye arayla duruyor. O uçağın bir motorunun durma ihtimali 13 milyon saatte birdir. İki motorun bir anda durma ihtimali yok. Aynı anda duruyor.

        Bu olaya kimleri tanık göterirsiniz? Uçakta 13 kişi vardı. Mesela Koruma Müdürü Musa Öztürk ve Özel Kalem Müdürü Tevfik Ertürk.

        Peki neden Turgut Bey üzerine gitmedi bu işin? Babam çok rahat bir insandı. Öyle şeyleri takmazdı kafasına.

        Turgut Bey’in ölümü ile ilgili hazırlanan yeni raporda son durum ne? Yakında bitecek. Ölümü çok karışıktı. Suikastlar da öyle... Çok ilginç şeyler çıkacak her şeyin arkasından. Türkiye artık yakın tarihle yüzleşiyor.

        Hiç ummadığımız insanlar çıkabilir mi arkasından? Çıkacak tabii ki.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ