Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Taraf olmak için değil anlamak için yazdım’ , Gülenay Börekçi yazıları, Gülenay Börekçi HT Pazar, Elifhan Köse, Elifhan Köse Sessizliği Söylemek, Sessizliği Söylemek kitabı, Dindar kadın tartışması

        Gülenay BÖREKÇİ/ gborekci@htgazete.com.tr

        Elifhan Köse’nin “Sessizliği Söylemek” adlı kitabı, “Dindar kadın edebiyatı, cinsiyet ve beden” alt başlığını taşıyor. “Yıldız Ramazanoğlu, Cihan Aktaş, Sibel Eraslan, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Nazife Şişman gibi yazarları inceledim” diyor Köse: “Onları ‘dindar’ olarak tanımlama nedenim ‘inançlı ya da başörtülü’ olmaları değil... Böyle bir şey, kırmızı fularlı genç kadının terörist muamelesi görmesine neden olan cezalandırıcı devlet bakısına benzerdi. Kendi adıma kişisel yaşamlardan devralınan ayrıntılarla ortaya konan ‘bu budur’un iktidar ve konformizmine dayanan devletçi bir bakışım yok. Kitabım için bu adı benimsedim, çünkü kendilerini yaygın ve açık bir şekilde ‘mütedeyyin’ olarak tanımlıyorlardı. Yani bu, kendilerine koydukları, ayrıca dindar ve inançlı olup olmadıklarını bilemem.”

        Bu yazarların kitaplarında öne çıkan ortak temanın “sessizlik” olduğunu düşünen Elifhan Köse röportajımızda, Cihan Aktaş ve Yıldız Ramazonoğlu’nun sosyal medyadaki “Değerli araştırmacılar, sosyologlar; ‘muhafazakâr dindar kadın yazar’ terkibiyle çalıştığınız metinlere bizi katmayın lütfen” itirazına da cevap verdi. “Öykü ve romanlarında ağırlıklı olarak başörtülü kadınların dünyasını aktarıyorlar. Ben de tesettürlü kadınların edebiyatta İslam’ı ve modernliği tecrübe etme anlatılarını, bedenin ve cinsiyetin bu anlatılarda nerede durduğunu anlamaya çalışıyorum. Ele aldığım kitapların yazarları da, kahramanları da kadın. Bu gerçekçilikte metin yazan bir erkek yazara da henüz rastlamadım.”

        ■ Sessizliği Söylemek adı nereden geliyor?

        Sessizlik benim için her zaman konuşmaktan daha kudretli ve değerli bir iletişim biçimi oldu. Ataerkillikte kadınların bedenlerine hapsedilmesi ve salt bedenlerin konuşkan hale getirilmesiyle ilgili bir durum sessizlik. Çoğu kadın yazarın yazmayı sürdürmesi, bana “sessizliği söylemek” gibi geliyor zaten. Virginia Woolf’u düşünelim... Ayrıca dindar edebiyatta neredeyse en yaygın tema sessizlik.

        ■ Bir de “hidayet edebiyatı” dediğiniz bir tür var. Bunun temsilcisi olan Şule Yüksel Şenler gibi yazarların kitapları ile sözünü ettiğimiz yazarların eserleri arasındaki temel fark nedir?

        Şule Yüksel Şenler, en ünlü romanı “Huzur Sokağı”nda görebileceğiniz gibi, iyi-kötü, temiz-kirli, doğru-yanlış gibi ikiliklerin keskin olduğu, bilhassa Müslüman erkek aktörün yol göstermesiyle çevresindekilerin, en çok da modern kadın karakterlerin hidayete erdiği bir izlek üzerinden kuruyor edebiyatını. Dindar kadın edebiyatında ise bu ikilikler geçişkendir, çünkü zaten hayat da tam böyle bir şeydir. Bu nedenle bahsettiğimiz yazarlar daha gerçekçi, hayatı anlatma konusunda daha kudretli ve Müslüman kadını öykülerde daha güçlendiren bir çizgideler...

        ■ Yazmaya başladığınızda Türkiye’de bir başörtüsü gündemi olduğunu söylüyor ama “Tartışmalarda taraflardan biri olmam pek kolay görünmüyordu” diyorsunuz.

        Türkiye’de başörtüsü hep gündemdeydi, hep gündemde olacak, çünkü İslamcı söylemde kamuoyunu ahlaksallaştırmanın en önemli aparatıdır tesettür. Üstelik siyaset bilimi açısından düşününce bu asla tamamlanamaz bir açık, geçilemeyen bir eşiktir. Siyaset pratiğini gerekli kılan da bu açıklık varsayımıdır. Sonuç olarak ben, bedeni ve toplumsal düzeni edebi metinler üzerinden tartıştım. Taraflardan biri olmak için değil, Türkiye’yi anlamak için.

        ■ Dindar kadın edebiyatına dahil ettiğiniz yazarların okuru musunuz?

        Tezden önce onların eserleriyle bir tanışıklığım olduğunu söyleyemem, edebi tanışıklık tezle birlikte oluştu. Türk edebiyatında muhafazakârlıkla ilgili okumalar yaparken yazdıkları, ahlak ve kamusallık ilişkisini günümüzde yeniden kuran metinler olarak ilgimi çekti.

        ■ Kitabınızın konusu değil, biliyorum ama şahsen tanışıyor musunuz?

        Onların neler okuduğunu biliyor musunuz? Şahsen tanışmadık ama konferans ve söyleşilerde birkaç yazarı dinledim. Neler okuduklarını haliyle yazdıklarından çıkarabiliyorum. Bir de tabii sosyal medya var. Gilles Deleuze ve Mary Wollstonecraft’tan İslam klasiklerine kadar uzanan geniş bir çerçeve.

        ‘Feminizmle dindar kadın edebiyatı bağlantısı sandığımızdan çetrefilli’

        “Feminizm, Türkiye’de sol ya da sağ bütün düşüncelerin ayıp ve kabullenilemez noktasıdır” demişsiniz. Feminizm gerçekten de basbayağı küçümsenen, uzak durulan, durulmasında sakınca görülmeyen bir disiplin. Yazma konusundaki tutkulu ısrarları, dindar kadın yazarları birer savaşçı saymamızı sağlamaz mı?

        Bence de öyleler. “Sessizliği söylemek” yani yazmak, İslamcı açıdan bakarsanız mahreminizi bakışa açmaktır eninde sonunda, hele edebiyatınızda bunca gerçekçi olacaksanız. Aynı şey genel olarak bütün kadın edebiyatı için de geçerli. Kalem, kâğıt ve sözün erkeğe ait olduğu bir dünyada kadın olarak yazmak ve yazıyı bakışa açmak, bence her zaman devrimci bir eylemdir. Ancak feminizmle dindar edebiyat bağlantısı çok çetrefilli, kitapta uzun tartıştığım ve şimdi birkaç kelama sığdıramayacağım kadar.

        Dindar olmayan feministlerin dindar kadın yazarları sahiplendikleri söylenebilir mi?Kamusal alanda başörtüsünün serbestliğinin savunulması başka bir şey, yazarlıklarının kabulü başka bir şey çünkü...

        Sahiplenmek sadece bu argüman için değil gündelik hayatta da reddettiğim bir duruş. “Birbirleriyle sadece eleştirel değil dostça ve üretken bağlantıları da var” diyelim, ki öyle... Ama bütün bu bağlantılar, ilişkilenmeler basitçe filtrelenemez bence. Yani feminist Pazartesi Dergisi’nin daha 90’larda Sibel Eraslan’la yaptığı bir söyleşi vardı. Eraslan, Refah Partisi’ni iktidara taşıyan isimlerden biriyken seçim kazanıldıktan sonra “eve gönderilmişti”. Öte yandan yine Pazartesi Dergisi 90’larda Boğaziçi Üniversitesi’nde derslere alınmayan başörtülü kadınlara destek veren Boğaziçili feminist kadınları haber yapıyordu. Yani ilişkilenmeler çok boyutlu ve çeşitli gerçekten...

        Sosyal medyadaki tartışmaya cevap:

        ‘Dindar kadın yazarlar hazırlıklı olsun, bu konuda daha çok çalışma yapılacak’

        Dindar kadın yazarların kitaplarının, medyada az yer aldığını düşünüyor ve bu anlamda bir özeleştiri yapma ihtiyacı duyuyorum. Öte yandan bazı konularda onların da “utangaç” davrandığı veya kendilerini böyle olmaya mecbur hissettikleri söylenebilir mi?

        “Dindar kadın edebiyatı” adlandırmasını taşıyan ve kimlik ekseninde bu edebiyatı analiz eden bir başka tez çalışması daha var. Aynı zaman aralığı içinde birbirimizden habersiz çalışmışız. Dolayısıyla benim yoktan var ettiğim bir tür ismi değil bu. Türkiye’de mevcut yükselen değerlerin ve ona özgü bir edebi türün araştırma konusu olması kaçınılmaz. Bunu şundan anlatıyorum: “Sosyolojik araştırma konusu olmak istemediklerini” ezelden beri söylüyordu zaten o yazarlar. Ayrıca bu hafta Cihan Aktaş, bu tanımla yapılan bir araştırmanın konusu olmayı istemediğini söyledi. Kitabıma nazire yaptığını düşünüyorum. Takipçileri de canhıraş biçimde beni eleştiriyor ama bu arada belli ki hiçbiri kitabı okumamış henüz. Böylesine edebi ve siyasi olarak kamusal bir kimliğin bundan bu biçimde sakınmaya çalışmasına çok şaşırdım, açıkçası biraz da anlaşılamaz buldum. Dolayısıyla utangaçlıkla mı ilgili tam emin değilim. Ama bence hazırlıklı olsunlar, bu konuda bence daha çok çalışma yapılacak.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ