Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cuma günü “3T formülüyle yeni başarı hikayesi” yazabileceğimizi işledim. Konu, korona ile şehirlerden kaçanların ve köylerine dönenlerin yeniden tarımla buluşması üzerineydi. Hem işsizlikten kurtulacak hem de tarımsal üretime katkıda bulunacaklardı.

        -3T’nin biri tersine göçü, diğeri tarımı, üçüncüsü de hızlı interneti içine alan telekom altyapısını ifade ediyordu. Kırsal kesimin bugünkü eksikliği buydu.

        -Köye dönüşün başladığı iddiasının sözde kaldığı görüşü var. Doğru olabilir. Türkiye’nin nüfusunu sayacak halim yok. Benim gözlemim ve istihbaratım sahadan. Hem göçülen yerlerden hem de İstanbul’dan.

        -Kaldı ki, Tarım Bakanlığı buna benzer bir proje açıklandı. Anadolu’da kullanılmayan hazine arazilerini isteyenlere tarım yapmak üzere kısa süreli kiralamayı başlattı. Bakan Pakdemirli kiralanacak topraklar için İlçe Tarım Müdürlükleri’ne başvurulması gerektiğini söyledi.

        35-55 YAŞA TEŞVİK İSTEĞİ

        -Yazımıza oldukça farklı tekiler geldi. Eleştiri de öneri de. Önerilerden biri “3T’yi 4T yapalım” oldu. Twitter hesabından İsmail Özcan adlı izleyici bu önerisinin nedenini, kırsal kesime üretim amaçlı yerleşmeyi düşünenlerin 35-55 yaş aralığında olmasını gösterdi.

        REKLAM

        -İsmail Özcan şöyle dedi: “Tarım Bakanlığı’mız genç çiftçiye teşvik veriyor. Halbuki şehirlerden gitmek isteyen, iş ve deneyim bilgisi sahibi 35-55 yaştakiler. Üretim, pazarlama boyutuyla tarıma eğilebilirler. Onları teşvik etmeli?”

        -Benim böyle bir gözlemim olmadı. Ancak bu yaş grubunda böyle bir istek varsa elbette verilecek teşvikler bu dönemde etkili olur ve iyi sonuç da alınır. Bu durumda da kırsal kesimin genç insan sorunu bir ölçüde çözülebilir.

        HIZLI İNTERTEN DE TAMAM MI ACABA?

        -Ankara’da yerleşik, kuruluşu eski bir telekom şirketi de, hiçbir altyapı ihtiyacı olmadan yeni nesil uydular üzerinden, Türkiye’nin her noktasında yüksek hızlarda internet servisi sağladıklarını iletti. Bunu 10 yıldan beri de yapıyormuş. Özellikle şantiyeler yararlanıyormuş.

        -Fiyatların makul olduğu belirtilmiş. Ancak çek edemediğimden ismini paylaşmıyorum. İyi sonuç veriyor ve fiyatı da makulse neden olmasın, 3T sorununu çözmüş oluruz.

        TEŞVİKTE KARAR HÜKÜMETİN

        -Bu durumda kırsal kesimin iyice şenlenmesi için iş 4T’ye veya işin teşvik kısmına kalıyor. Merkezi hükümetin eli dar. Vergi gelirleri düştü, harcamaları arttı. Teşvik için de harcama yapamayabilir. Ancak iyi sonuçlar alınacağı ortaya konulursa neden olmasın?

        -Çünkü önümüzdeki dönemin en büyük sorunu işsizlik olacak. Küçük teşviklerle eğer bu sonuç alınabiliyorsa böyle bir teşvik de verilebilir. Açıkçası Tarım Bakanlığı ve Kabine’nin bu durumu bütüncül yaklaşımla ele alması, tartışması ve ortaya uzun vadeli bir politika seti koyması lazım. Bunun üzerine teşvik lazımsa bu da verilir.

        İNSAN SORUNU

        -Bugün itibariyle hatta son 20 yılda, 25 yılda kırsal kesimin asıl eksikliği insan. Köylerde az sayıda ve yaşlı insan yaşıyor.

        REKLAM

        -Nitekim sermaye piyasalarına yaptığı önemli katkılardan sonra emekli olan Y. Ziya Toprak’ın aşağıda yer verdiğimiz mesajı da aynı soruna işaret ediyor. Ziya Toprak’ın mesajı şöyle:

        “Sayın Abdurrahman Yıldırım,

        15 Mayıs tarihli “3T” başlıklı yazınızı ilgi ve işaret ettiği acı gerçekler nedeniyle de hüzünle okudum. Yazı, gerek içerik, gerekse konuyu gündeme taşımadaki zamanlama açılarından çok isabetli ve ışık tutucu.

        15 yılı aşkın emeklilik dönemimde, aile olarak, yılın üçte birini doğup büyüdüğüm memleketimiz Trabzon’un bir köyünde, üçte birini Çeşme’de, kalanını da İstanbul’da geçiriyoruz. İtiraf edeyim ki, doğduğum köydeki mutluluğu başka hiçbir yerde bulamadım.

        Ama ne yazık ki, bu bölgede köylerimiz yılın büyük bölümünde insana hasret.

        Yazınızı okurken, 1945 -1960 yılları arasındaki çocukluk ve gençlik dönemimi anımsadım. O günleri abartısız şöyle tasvir edebilirim:

        30-40 YIL ÖNCESİNİN KÖYÜ

        -O zamanlar bizim köy 150-200 civarı nüfusa sahipti. Evlerin hemen tamamı ahşap ya da doğal taştan yapılmıştı. Her hanenin ahırında en az 3-5 ineği, kümesinde 5-10 tavuğu, ev içinde olmazsa olmaz kedisi ve kapısında bir köpeği olurdu. Geceleyin doğal yaşamdaki çakal, ayı ve domuzların sesleriyle uyanmamız sıradan bir durumdu.

        - Köpeklerimiz onları eve yaklaştırmaz ama gözlerinden kaçanların zaman zaman mısır bahçelerimize epey zarar verdikleri de olurdu. Verdikleri zarardan dolayı biraz üzülsek de onların yok edilmesi gerektiği gibi bir duyguyu hiç taşımazdık. Çünkü onlar, doğayı paylaşmak, birlikte değilse bile, yan yana yaşamak zorunda olduğumuz canlılardı.

        -Evimizin dağ tarafındaki yamaçta her hanenin sınırları belli koruluk diye adlandırdığımız, gürgen, meşe, kestane gibi ulu ağaçlarla kaplı, aralarında kumar, zifin gibi inanılmaz güzel kokulu çiçekler açan kısa boylu bitkilerin yer aldığı orman arazilerimiz vardı.

        REKLAM

        -Evimizin yakın çevresinde de aynı türlerden büyük ağaçlar bulunurdu. Bu ağaçların tepeye yakın dal çatallarına dedelerimiz tarafından karakovan denilen arı petekleri yerleştirilmişti. Arılar hiçbir dış müdahale olmaksızın kendiliklerinden bu kovanlarda ürer, balını yapar, zamanı gelince de bu işte uzmanlaşmış kişilerce sağılırdı. Balın ağırlıklı kaynağı kestane çiçekleriydi.

        GEÇMİŞİN ZENGİNLİĞİ

        -Evlerimize yakın bir çok ağaçta kokulu siyah üzüm asmaları sarılıydı. Bu ulu ağaçlarda eylül ayında olgunlaşan üzümlerin toplanması maharet ve cesaret isterdi. Günler süren toplama işlemini takiben üzümler özel torbalara doldurulur ve sıkılarak şıra haline getirilirdi.

        -Sonra da çapı bir buçuk metre civarındaki kalın bakırdan yapılmış 4 veya 6 kulplu özel pekmez tavasına boşaltılarak açık havada, akşam üzeri odun ateşiyle pişirilmeye başlanırdı. Pekmez kıvamına gelmesi gece boyunca devam eder ve en az 10-15 saat sürerdi. Toprak küplere doldurduğumuz pekmez uzun kış mevsimlerinde emsalsiz enerji kaynağımızdı.

        -Evlerin yakınında ve yoldan kolaylıkla erişilebilecek mesafelerde çeşit çeşit meyve ağaçları vardı. Bunların yola yakın dikilmesi; gelip geçen insanların yemesi, hatta isterlerse toplayıp götürebilmeleri içindi. Sahiplerinin beklentisi geçmişlerinin ruhuna bir Fatiha okunması dileğinden ibaretti

        -Meyve sezonu mayıs, haziran aylarında kiraz, dut ve kiraz armuduyla başlar, kasım ayında toplanan elma, kış armudu ve muşmulayla kapanırdı.

        -Kabak temel gıdalarımızdandı. Kabağın kestane ve Arap tabir edilen iki çeşidi vardı. Söylemeye ne hacet, katıksız hayvan gübresi ile yetiştirilen bu kabaklar baldan tatlıydı. Kabağa şeker ilave edilip pişirildiğini 1962 yılında yüksek öğrenim için geldiğim İstanbul’da duyduğumda şaşırmıştım. Her köylü gibi, biz de yetiştirdiğimiz 50 -100 civarı kestane kabağını tavan arasında istif eder, kış boyu tüketirdik.

        FAZLASI PAZARDA SATILIRDI

        -Her hane fındık, mısır, fasulye, kabak çekirdeği, pekmez, bal, tereyağı, peynir gibi temel ürünleri kendi tüketimi yanında, fazlasını satarak nakit ihtiyacını karşılamada kullanırdı. Kasabada haftada bir kurulan pazarda iğne atılsa yere düşmezdi.

        REKLAM

        -Unutmadan ekleyeyim, denizimizde hamsi ve palamut o denli boldu ki, neredeyse bedava alınan hamsiler, palamutlar tuzlanarak o zamanlar gazyağı ve benzin satışlarında kullanılan tenekelere bastırılır ve saklanırdı.

        -Günümüzde boyları 10 – 15 santimetreyi bulmayan istavrit balığı o zamanlar büyük boy palamut ve levrek ayarındaydı. Mezgit balığı keza öyleydi. Zaten o zamanlar mezgit için hasta yiyeceği deyip, tarafına bakan da pek olmazdı.

        BUGÜNKÜ KÖY YAŞAMI

        -Daha fazla uzatmayıp bugüne gelirsek;

        köyümüzde yol üzerini bırakın, kimsenin bahçesinde bile kayda değer meyve ağacı yok. Yaşlanan, kuruyan ağaçların yerine yenileri dikilmemiş. Fındık bahçeleri kaldırılıp dağ- taş çay bahçesi haline getirilmiş.

        -Hal böyle olunca köyde yaşamanın hiçbir anlamı kalmamış. Çay bakımı ve kesilip satılması, hala kalmışsa fındığın toplanması için, yazın 2-3 ay gelinmesi yeterli. Bu süre zarfında fasulyesinden sütüne ve yoğurduna, hatta maydanozuna kadar her şey marketten satın alınırsa mesele kalmaz!

        -Köyümüzde geçen yıl inek sayısı sadece 1’di. Onu da geçen Kurban Bayramı’nda yedi hane paylaşıp kestik. Sen sağ, biz selamet…

        -Yakın geçmişte Zigana-Hamsiköy yöresine yaptığımız günlük bir gezide, yol üzerindeki bir restoranda yediğimiz mangalda pişirilmiş eti pek beğenmediğimizi garsona söylediğimizde verdiği yanıt şu olmuştu:

        “Emice, ne pekleyidun? Habu etler bize Samsun’dan geluyi. Hamsiköy’de hayvan besiciluği mi kaldi?”

        GEÇMİŞTE GÖÇÜN NEDENİ VARDI

        -Özellikle eski dönemlerde Karadeniz’den İstanbul’a nüfus akışının haklı nedenleri vardı. Ekilen arazinin sınırlı oluşu, yol-su-elektrik olmayışı, çocukların eğitimi başlıca nedenlerdi. Ama günümüzde bu sorunların varlığından söz etmek haksızlık olur.

        O halde?

        -Dilerim, yaşadığımız pandemi, her bölgeden büyük şehirlere akın etmiş insanlarımızın bir iç muhasebe yapmalarına neden olur. Doğup büyüdüğümüz topraklarımızın, isteyene İstanbul’dan çok daha fazlasını verecek potansiyeli olduğu bilincine varılır.

        En iyi dileklerimle. Y.Ziya Toprak”

        Diğer Yazılar