Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ARZU ÇEVİKALP/ acevikalp@haberturk.com

        Ülkemizde vizyona girmeden DVD’si çıkan Atom Egoyan’ın “Devil’s Knot” filmi festivalde gösterilmiş ve sevilmemişti. Egoyan’ın filmografisinde iyi bir film olarak yer almayan “Devil’s Knot” satanizm nedeniyle işlenen cinayeti konu alıyor. Filmin en vurucu tarafı cinayet işlemeyen gençlerin haybeden hapse atılıyor oluşları… Jude Law’u sıradışı bir karaktere bulayan “Dom Hemingway” ise, mizah anlayışı güçlü olan zeki bir suçlunun tuhaf dünyasını gözler önüne seriyor Jude Law’un İngiliz aksanı sayesinde daha çok ilgi çeken film, bir karakterin kendini nasıl yeniden bulduğunu ironik formüllerle açıklayarak, başına gelen absürtlüklere yoğun bir mizah duygusu katıyor.

        Devil’s Knot (Şeytan Düğümü): Şeytanla dans…

        Atom Egoyan filmlerinden biri olan “Devil’s Knot”, Egoyan’ın son çektiği film “The Captive”den (Kayıp Çocuk) daha da başarısız sayılabilecek bir film… Atom Egoyan üst üste başarısız filmlere imza atmaya devam ediyor. ReeseWitherspoon ile Colin Firth’iön koltuğa oturtan Egoyan, mahkeme filmleri kategorisine bir yenisini daha ekleyerek, seyircinin içini boğan sahnelerle, görsel dokuyu bozan öğeleri birleştiriyor, her şey çok yavan ve sıradan duruyor. Sıkıcı olma konusunda bayağı ileri giden Egoyan, sürekli mahkeme olaylarına kafa yorduğu için, filmin bütünlüğünü göremiyor ne yazık ki…

        Satanik ritüelle işlenen cinayeti/hunharlıkları hikâyeye döken Egoyan, sorunlu gençlerin satanist kavramlarla ilgili olduklarını, dişe dokunur şekilde anlatmaya çalışırken, hikâyedeki detayları görmezden geliyor. Neden cinayet işlendi sorusunu sürekli filmin altına süpüren Egoyan, seyirciyi takmadan kendi bildiğini okuyor, seyirci sıkılmış ya da sıkılmamış pek önemi yok. Egoyan soruları soruyor ve kendisi yanıt veriyor, seyircinin cevaplamasına müsaade etmiyor. Aynı mekânın içine hapis olan karakterler bir o yana, bir bu yana koşturuyorlar, çatışma yaratma konusunda filmi öteye götüremeyen Egoyan da o koşuşturmada kayboluyor sanki…

        Satanik kavramlara ağırlık vermektense, cinayeti merkeze alarak suçluyu arıyor. Gerçek olaylardan esinlenen Egoyan, gerçekleri tam anlamıyla göstermiyor. Filmdeki gençler neden satanist oldular diye soramıyoruz bile… Dinden aforoz olan gençler, kötülüğün çemberine girerek, gençliklerini hiçe sayıyorlar ve tamamıyla beyinleri yıkanıyor çünkü genç oldukları için tüm bunları idrak edecek yaşta değiller. Yalnız burada bahis açmamız gereken çok önemli bir mevzu var: işlemedikleri bir cinayet için 18 yıla mahkûm olan ve sonrasında serbest kalan 3 gencin hikâyesini anlatan film, yasaları temsil eden adaletin, işlevini düzgün bir şekilde yerine getirmediğini ortaya koyarak yanlış üstüne yanlış yaptığının altını çiziyor. İşlerine kanalize olamayan ve olanı farklı şekilde gören adalet bekçilerinin, delil yetersizliği yüzünden yanlış gençleri içeri tıkmaları ise feci korkunç! Eğer kasaba gibi bir yerde yaşıyorsanız, durumun vahametini bile tartışmak yersiz olur. Bu yönüyle Egoyan doğru bir yere el atıyor, ama filmi bütünlük içinde değerlendirdiğimizde, maalesef olumlu bir sonuca varamıyoruz.

        Genelde mahkeme filmlerinde zıt çatışmalar ve kafa karıştırıcı diyaloglar vardır, burada zıt çatışmalar olmadığı için, mahkemedeki sahneler çok sade kalıyor. Yemeğin nasıl ki tuzu eksikse, filmin de çatışması eksik. Tek bir ana hikâye üzerinden ilerleyen film, seyirciyi belirli bir hedefe yönlendirerek sonuna değin orada kalmasını istiyor. Soğuk ve karanlık görsellerle karakterleri tekinsizliğe doğru sürükleyen Egoyan, onların zaman zaman yanlış yola sapmalarının kaynağını araştırarak, kendince bir analiz yapıyor. Buradan yola çıktığımızda; Colin Firth’ın bu film için biçilmiş bir kaftan oluşunu destekleme konusunda haklı çıkıyoruz. Colin Firth’ın gülmeyen, sert suratıyla filmin atmosferini oluşturan Egoyan, Firth’in empatik bir oyuncu olmadığını bir kez daha belirtiyor. Firth hemen hemen, her filmine bu özelliğini yansıtıyor. Eh ne de olsa FirthAntartika’dan kaçan bir Eskimo gibi… Bu ne soğukluk anlamadık gitti!

        Netice itibariyle; “Devil’s Knot” elindeki malzemeyi eline yüzüne bulaştıracak kadar dibe vuran, derinleşemeyen, yüzeysellikle savaşan, kendini belli bir alana kilitleyen ve sıkıntıların üzerinden gelemeyen kötü bir film örneği… İzlerken artık bitsin bu işkence diye ardı ardına sıraladığımız cümlelerin esaretinden kurtulamayan Devil’s Knot”, Atom Egoyan’a yakışmayan bir film. Onun önceki filmlerini özler olduk.

        Dom Hemingway: Mizahın dibine vuruş!

        Edebi karakter Hemingway’ e atıfta bulunarak kara mizahı, hikâyenin geneline yayan film, 60’lı 70’li yılların suç unsurlarına göz kırpıyor. Yerli yerinde esprilerle seyirciyi hem güldüren hem de şaşırtan film, suç ile mizahın karışımından oluşan sert bir içki uzatıyor bize, o içkiyi kimi zaman kolayca fondip yapamıyoruz bile… Zaten “Dom Hemingway” kolayca fondip yapabileceğimiz bir film değil. Britcrime (İngiliz suç filmi) olarak sınıflandırabileceğimiz enerji ve canlılık dolu “Dom Hemingway, absürt sahneleriyle sürreal bir suç filmine dönüşüyor. Soluk renklerle (özellikle sarı ve kahrevengi ve gri), çatlak ve yarı deli karakterlerle, eski tip gözlüklerle, aydınlık sekanslarla ve erotizm yüklü görsellerle; kendini farklı ilan eden film, modernizm ile retro akımını aynı yere yönlendiriyor. Arada vintage esintilerinin de olduğunu söylemek gerek…

        Doğayı sevdiğini gizlemeyen yönetmen Richard Sheperd, dramatik bir bütünlük sağlamak adına, kuşları ve ağaçları geniş çerçevede yer alan,Dom karakterinin arkasına yerleştirerek, suç filminde duygusal anların da yer alabileceğini anlatmaya çabalıyor. Bir yanda silahlar, diğer yanda duygusallık… Tezat yaratma konusunda başarılı olan Shepard, “AmericanHustle” filminden aldığı bazı detayları hikâyenin can alıcı yerlerine yerleştirerek, eski tip bir suç filmine davetiye çıkarttığını her şekilde anlatıyor. Özel bir çabaya ihtiyaç yok! Burada önemli olan Dom karakterinin, zekâsını kullanarak onu ezmeye çalışan insanları nasıl alt ettiği… Dom karakterine bizi kitleyen Sheperd, onun etrafında dolaşan herkesin abluka altına alınması gerektiğini vurgulayarak, Dom’un dominant oluşuna dem vuruyor. Kimsenin kolay kolay dizginleyemeyeceği Dom, aslında içi dışı bir olan kendi halinde bir adam. Dom’un en zayıf noktası ise fazla yürekli ve iyi niyetli oluşu. Tıpkı karanlığık ve aydınlığın aynı anda devreye girmesi gibi… Yani Dom hem karanlık hem de aydınlık bir karakter, o yüzden iki tarafını da gösteriyor. Madalyonun ön yüzünde iyi bir Dom’u görürken, arka tarafında ise sert ve öfkeli bir Dom görüyoruz. Filmin ilgi çekici tarafı da bu ya zaten! Yıllarca sorumluluktan kaçan Dom’un mecburen sorumluluk sahibi oluşu, tüm de dengeleri değiştiriyor ve filmin sonuna doğru bambaşka bir resimle karşılaşıyoruz. Genel olarak; karakterleri yakın ve uzak planla çeken Sheperd, bazen onları yan profilden alarak, hararetli bir ortam oluşturuyor. Anlıyoruz ki ters bir şeyler olacak.

        Sonuç olarak; “Dom Hemingway” kendine ait bir tarz oturtan, eğlendiren, kafa yormayan, edebi alıntılardan yararlanan, ironi yaratan karakterler aracılığıyla, teatral bir oyunun sınırlarını çizen bir suç komedisi. Ucu açık finaliyle sürpriz yapmayı uygun bulan film, seyircinin aklını karıştırmak adına farklı bir yol çiziyor ve ani manevralarıyla tamamen ters tarafa yöneliyor. Jude Law’un “Sleuth” filminden sonra neredeyse en iyi oyunculuğu diyebiliriz. Ayrıca film “Sleuth” filmine de gönderme yapmayı ihmal etmiyor.

        Diğer Yazılar