Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bilindik vampir hikâyelerinden sıkılanlar ve yeni tat arayanlar A Girl Walks Home Alone at Night” ile “What We Do In The Shadows” filmlerini dikkate alsınlar, bu filmlerde iş var! Yükselişe geçen İran ile Yeni Zelanda sinemasından başarılı işler çıktığını görmek, insanı mutlu ediyor. Dünya sinemasını takip edenler, Dünya sinemasından özgün işler çıktığını iyi bilirler zaten. Vampir filmlerine gerçekten de acilen el atılması gerekiyordu, İran ve Yeni Zelanda’nın kısa zamanda el atması iyi oldu, yoksa vampir filmlerinin küflenen peynirden farkı kalmayacaktı. Artık sevimli ya da sevimsiz vampirleri görmek yerine, hikâyeye farklı açılardan yansıyan vampirleri görmek istiyoruz. Bize bilmediğimiz bir hikâye anlatın diyerek filmlere geçiyoruz.

        A Girl Walks Home Alone at Night (Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız): Korkuyorsan yaklaşma!

        Kim demiş İran’dan vampir filmi çıkmaz diye? Çıktı işte! “A Girl Walks Home Alone at Night” yeni bir tür olan vampire spaghetti western’e farklı bir bakış atan ve taze kan arayan vampir bir kadının, yolculuğunu anlatıyor. Monokrom çekilen film, ilk bakışta “Sin City”yi anımsatıyor, bunun sebebi de, olayların suç şehrinde işleniyor oluşu. Underground kavramını kendine göre şekillendiren film, distopik yeraltı kenti Bad City’nin karanlık ve ücra köşelerine kamerasını doğrultarak, suç unsurunu vampirlikle bağdaştırıyor. Bu kez ellerine silahı almış adamlar yok, kasvetli bir atmosfer var! Vampirliğe, yeraltını dâhil ederek, mantıklı bir iş yapan film, muammalı ortamıyla seyircinin daha en baştan filme bağlanmasına vesile oluyor.

        Başı kapalı bir vampirin sokaklarda yalnız başına gezerek kendine av araması ve neredeyse hiç konuşmaması filmi çok çekici kılıyor. Aralarda da kedinin gözlerine odaklanan yönetmen, kedinin bakışlarıyla seyirciyi tedirgin ederek, kötü olayların yaşanacağının habercisi oluyor. Ama kedi de az hınzır değil! Hem sevimli, hem de yaramaz. Kedinin gözünden gördüğümüz film, olay örgüsünde meydana gelenleri ön plana alarak, onları gotik görsellerle birleştiriyor. Hazır kediden söz açılmışken önemli bir filmi araya yerleştirelim. Stephen King’in “Cat’s Eye” filmine gönderme yapan yönetmen, filmdeki kedi ile “Cat’s Eye” filmindeki kedinin ortak yanlarını merceğe alıyor ve kediye yeni anlamlar yüklüyor.

        Filme bir çok pencereden bakabildiğimiz için, filmi spesifik bir alana oturtamıyoruz, çünkü film orijinal bir deneme… Çoğu zaman sembolik anlatımla ‘Pure Sinema’yı güçlendiren yönetmen Ana Lily Amirpour, sıradışı çizgilerle bunu yapı bozumuna uğratıyor. Elimizde nasıl bir film olduğunu çözmeye çalışırken, ters kurgusuyla olan biteni mistikleştirmesi hikâyenin referans noktalarının farklı yerlere doğru kaymasına neden oluyor. Öğütülmesi çok güç bir film olan “A Girl Walks Home Alone at Night”, görsel hâkimiyeti elinden bırakmayarak, araya yerleştirdiği eşsiz ve psikedelik müziklerle hikâyenin ritmini yakalamaya çalışıyor. Yani film az diyaloglu ve bol görselli.

        Kadın karakterlere ağırlık veren Amirpour, bir kadının baştan çıkartıcı tarafını göstererek, ona güç kazandırıyor ve bu güç çoğu zaman değişik şekillerde yansıyor. Sonuçta karşımızda bir vampir var. Tamamıyla öldürme arzusuna eğilmeyen Amirpour, aşkı ve romantizmi de hikâyeye ekleyerek, bir kadının hem güçlü, hem de güçsüz yanını ortaya koymuş oluyor. Aşk; vampir kadının zaafı! Kimbilir belki de sokaklarda gezinerek aşkı arıyordu. Zaten aşksız bir vampir filmi düşünemiyoruz. Filmin en vurucu tarafı vampir kadının İranlı oluşu… İran’dan daha önce böyle bir film çıkmadı, o yüzden bu filmin yeri büyük.

        Tabi filmi şu açıdan da inceleyebiliriz: vampir olduğu için, yalnız kalan kadın gecenin karanlığında, amaçsızca insanları takip ederek, kendine yapacak bir iş araması yalnızlığı ile ilintili değil mi? Kostümü ile şeytanı andıran vampir kadının aniden karşısına “Ben Drakula’yım” diye birinin çıkması, hikâyeye ivme kazandırarak “Dracula” filmlerine selam yolluyor. Çakma Drakula, karşısında vampir olduğunu bilse tabanları yağlardı herhalde… Sanki Drakula ile vampirin aşkına yelken açan film, mitleştirdiği karakterlerini tekinsizlikle örtüştürerek “tencere yuvarlanmış da kapağını bulmuş” gibi bir söylemde bulunuyor.

        Hikâyenin üç ana karakteri var: Kedi, Dracula ve Vampir Kadın… Hikâye bunların etrafında gelişip, neticeye ulaşıyor. Sonuç olarak; “A Girl Walks Home Alone at Night” ile zirveye ulaşan Amirpour; uç noktaları sivrileştirip, fantastik ve korkuya ait argümanları bir araya toplayarak, tarifi güç bir filme imza atıyor. İzledikçe beyninizde çark eden dişli hikâyeyi öğütmeniz adına yardımcı olarak, hikâyeye kendi yorumunuzu katmanızı istiyor sanki… Filmin son sahnesini dikkatle izlemenizi öneririz, çünkü filmin tüm esprisi o sahnede saklı. Şunu belirtmeden geçmeyelim: kedinin gözlerine çok fazla bakmayın, hipnotize olabilirsiniz. Siz en iyisi arkanıza yaslanarak müziklerin tadını çıkartın!

        Not: Filmin dağıtımcılığını Bir Film üstleniyor. Film lazer altyazılı olduğu için sanıyoruz ki yakında vizyona girecek. Umarız öyle olur.

        What We Do In The Shadows (Aylak Vampirler): Gülelim mi, korkalım mı?

        Vampir parodisi olarak sınıflandırabileceğimiz “What We Do In The Shadows”, korkunç, kana susamış, sevimsiz ve biraz da sakar vampirlere yeni bir kimlik kazandırarak, güldürü motiflerini vampirler üzerinden hikâyelendirip, onların yaptıkları komik eylemlere yer veriyor.

        1800’lü ve 1900’lü yılları günümüzün koşullarına göre konumlandıran film, aralara yerleştirdiği resimli hikâyelerle, geçmişin vampirizm ilkesine de gönderme yapmış oluyor böylece. Günümüzde yaşayan vampirler eski dönemin kıyafetlerini giyerek kendilerine göre bir tarz belirlediklerine inandırıyorlar bizi.

        Bu bildiğiniz vampir filmlerine benzemiyor, çünkü korku motifleri ön planda değil, tersine mizahın dibine vuruyor. İroni yapmayı seven film, vampirlerin yaptığı eylemlerle dalga geçerek, vampirlerin ortak özelliklerine değiniyor. Filmin en tuhaf tarafı da, yaşlı bir teyzenin vampire dönüşmesi… Bu buluş filme cuk oturmuş! Buraya kadar her şey çok iyi, ama filmdeki görsel efektler için aynısını söylemek biraz zor. Görsel efektler o kadar yapay duruyor ki, filmin akışını bozuyor, bozmakla da kalmıyor; dikkati dağıtıyor. Keşke efektler üzerinde biraz daha fazla çalışılsaydı.

        Efektlere dair sorunu bir kenara bıraktığımızda, geriye kalan çoğu şeyin başarılı olduğundan söz edebiliriz. Buradaki en önemli vurgu; akan hikâye! Hikâyede yalnızca vampirler yok, vampirlerin diğer ucunda yer alan, kurt adamlar, vampirlerin en büyük düşmanı. Bunu bile düşünmüşler. Zaten temcit pilavı gibi aynı olayları izlemekten bıkmıştık, yeni formlar yaratarak eldeki veriye değişiklik katmak gerek ki, özgün olabilsin, yoksa sıradanlıktan kurtulamaz.

        Tabi filmi enteresan yapan sadece bunlar değil, vampirlerin aylak oluşlarından tutun da hayatı boş bir şekilde yaşayışlarına kadar, tüm detaylar ince ince işleniyor. Bu vampirler o kadar hovardalar ve burunları sanki Kaf dağında… Çok inatçılar ve çoğu şeyden şikâyet ediyorlar, hiçbir şekilde rutinlerinin bozulmaması gerekiyor. Modern toplumun boğucu dertleriyle uğraşan vampirlerin espri anlayışları, onların daha önce hiç görmediğimiz yanlarını ortaya çıkarıyor.

        Sonuç olarak; yılın neredeyse en iyi komedilerinden biri olarak lanse edebileceğimiz film, Yeni Zelanda sinemasının atağa geçtiğini her yolla dile getiriyor. Filme korku filmi etiketini yapıştırmak çok yersiz olur, zira o amaçla yapılmadığını da söylemek gerek. Artık korku-komedi türü diye bir alt tür oluştu, bunun sebebi de farklı bir film yapma çabası ile yola çıkanlar. Beyin fırtınasından doğan, derin fikirler, korku sinemasına karşı olan izlenimimizi değiştirdi. Zaten korku filmleri artık korkutmuyor, güldürüyor. Bunu da unutmayalım! Uzun Beyaz Bulutların Ülkesi anlamına gelen Yeni Zelanda sinemasını keşfetmeye hazır mısınız?

        Diğer Yazılar