Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yazdığı “Temizlikçi” romanıyla çok satan bir yazar haline dönüşen Yeni Zelanda’lı genç yazar Paul Cleave, Stephen King’in izinden giderek, kendini kanıtlamaya çalışıyor. Satış rakamları 500.000’e ulaşan roman, şu ana kadar okuyacağınız en tuhaf romanlardan biri… Sıradan cinayet romanlarını sollayan “Temizlikçi”, hakkında belki de hiç haberiniz yoktu ve yazdıklarımız sayesinde romandan haberdar oldunuz. Bunları neden mi yazdık? Çünkü Stephen King’in romanlarının çoğu beyazperdeye uyarlandı, bu roman da aynı King’in romanları gibi uyarlanmayı hak ediyor. Yeni keşiflere açık olmamız beyazperde için de iyi olabilir, sebebi de yeni kanlara gereksinim duyuyor oluşumuz… Hazır romanlar beyazperdeye uyarlanıyorken, bu romanı da merceğimiz altına alalım dedik.

        Yeni Zelanda filmlerine ve romanlarına eminiz ki, hepimiz çok yabancıyız, ama bu ülkeden güzel işlerin çıktığı gün gibi ortada… !f film festivalinde izlediğimiz “What We Do In The Shadows” (Aylak Vampirler), Yeni Zelanda’nın bizi gülmekten kırıp döktüğü başarılı bir vampir filmi olmanın ötesinde, ironik bakış açısı ve mizahla hikâyeyi yoğuran bir hamur sanki…

        Neyse biz konumuzu çok dağıtmadan geçelim asıl anlatacaklarımıza… Yeni Stephen King olarak tanımlanan Paul Cleave, “The Cleaner” (Temizlikçi) isimli romanıyla bizi futbol topu misali köşeden köşeye fırlatarak, beynimizi sarsan ilginç ötesi bir roman. Aklınızda dehşet dolu tabloların oluşmasında, büyük bir etki yaratan Cleave, gözlerinizin fal taşı gibi açılmasına vesile olarak, sıradışı öğelerle sizi kapana kıstırıyor ki, roman bitene değin oradan çıkamayın. Yeni Zelanda romanlarında genellikle bu tarz bir yapı görmemiz, her ne kadar mümkün olmasa da, Cleave’in bizi şaşırtıyor oluşu takdire şayan. Tabi şunu da eklemek gerek; cinayetten ve kandan hoşlanmayanlar için bu roman ızdırap haline dönüşebilir.

        KURGUSU ÇOK ÖZENLE TASARLANMIŞ

        Psikolojiyi iyi bilen ve onu romanlarındaki satırlara yayan Cleave, gerilim yaratma konusunda çuvallamadan yoluna devam ederek, ters köşe yapıyor ki, zıtlaşma olsun ve okuyucu ‘aaa öyle miydi?’ desin. Tıpkı yağ gibi akan romanın aslında en büyük özelliği; hikâyeyi katilin ağzından dinliyor oluşumuz. Genelde romanlarda hikâye polisin ağzından anlatılır, ama buradaki anlatılış tarzı cidden çok ilgi çekiyor. Kurgusunun tam kıvamında olduğunu söyleyebiliriz.

        Romanlarda en önemli şey öyküleme tekniği ve karakterlerdir, eğer bunlar doğru kurgulandıysa o kitap tadından yenmez. Tabi bir de şu var: romanın sonunu tahmin edemediğiniz zaman daha sıkı bağlanıyorsunuz romana… Okuyucuyu kancaya takan Cleave, sürükleyici ve gerçek bir hikâye oluşturarak, tam kıvamında bir akıcılık, heyecan ve adrenalin yaşatıyor. Cinayet romanlarına yeni bir soluk getiren Cleave, 1.tekil şahıs konusundaki ısrarını sürdürerek, öznelliğe karşı vurgu yapıyor ve kitabı nesnellikten kurtarıyor. Her şey başkarakter üzerinden işliyor, yazar başkarakterin sırtına, ne çok yük yüklemiş meğer… Ayrıca bize sürekli romanın sonunda başkarakter yaşayacak mı sorusunu sordurmaması da, oldukça yenilikçi bir düşünce. Olayları farklı bir üslup ile anlatmayı tercih eden yazar, romanın ismi konusunda da aynı şekilde düşünmüş olsa gerek ki, ismini ‘Temizlikçi’ koymuş. Temizlikçi denildiğinde aklımıza çok fazla şey geliyor, bu yüzden romanın ismi metafofik bir atıftan ibaret. Sürprizbozan vermemek adına çok fazla açıklama yapamıyoruz ne yazık ki… Gönderme yapmayı seven yazar, satır aralarına eklediği bazı ifadelerle okuyucunun kafasını karıştırmayı fırsat bildiğinden, bizi bambaşka âlemlere yolluyor, o âlem de meczuplar koğuşu… Kapkaranlık bir dünya, hatta cehennem yaratan Cleave, kıvrımlı hikâyesine eklediği kurgusal canavarın aklını çözmemiz için, bize bir anahtar teslim ediyor ve böylece o anahtar bize kapalı kapıları açtırıyor. Buradan hareketle; zalim ve kaba bir biçimde, bizi eksantrik oyunlarıyla baş başa bırakan yazar, karakterin düşüncelerine ortak olmamızı istiyor.

        KATİL Mİ, TEMİZLİKÇİ Mİ?

        Bir adam düşünün hem katil ve hem de polis merkezinde çalışan bir temizlikçi… Kim şüphelenir ki bu temizlikçiden? Şimdi büyük bir bomba geliyor sıkı durun! Tüm bu karmaşanın içinde bir de katili taklit eden başka bir katil var, polisin hangisinin izini süreceğini gelin de bulun bakalım… Asıl merak konusu herkesi bir güzel temizleyen şizoid olduğuna inandığımız katilin, öldürdüğü kurbanların kanlarını nasıl temizleyeceği. Katil kan mı temizlesin, yoksa kendini taklit eden katilin peşine mi düşsün? İşte düğüm burada saklı…

        Genel tahlilde; içimizden biri gibi hareket eden katil, diğer karakterlerle ilişkisinde oldukça titiz, bu yüzden aklınıza öyle birinin katil olacağı gelmiyor, lakin roman katilin ağzından yazıldığı için, değişik bir deneyim yaşıyorsunuz. Yer yer Tess Gerritsen'in romanlarıyla bağ kuran “Temizlikçi”, karakterlerin ilişkilerini titizlikle işliyor ve iki katil öyküsünü birbirine bağlıyor, işin püf noktasının burada olduğunu söylemeye gerek yok herhalde…

        Cinayetleri biraz üstü kapalı geçmeyi seçen yazar, bazı şifrelerle okurun beynine ulaşmaya çalışarak, okurun olayları kolayca hazmetmesini istemiyor. Zaten burada önemli olan gizem… Romanı alıp götüren en önemli ayrıntının, gizem olduğunu rahatça dile getirebiliriz.

        BEYAZPERDE İÇİN GÜZEL BİR MALZEME

        Peki, bu roman neden beyazperdeye uyarlanmalı? Beyazperdede kalıpları yıkan bir anlatım tarzı şart olduğu için… Romanda nasıl ki, olaylara katilin penceresinden bakıyorsak, beyazperde de aynı sistem güzel bir şekilde oturur. Beyazperde için avantajı; orijinal ve taklitçi katilin, aynı hikâyeye sığdırılıyor oluşu… Romanlardaki katillerin neler hissettiklerini genelde bilemediğimiz için, bu beyazperde için önemli olabilir, çünkü katilin, farklı bir katili arama evresi, filmi sonuna kadar izlettirir. Tabi filmin uyarlanabilmesi için, hikâyenin ve kurgunun iyice özümsenmesi gerekiyor, aksi takdirde amacının dışına çıkabilir. Beyazperdede sürekli benzer cinayet hikâyelerini izlemek insanı sıktığından, Temizlikçi romanının alışılmadık yapısı izleyiciyi zorlayacaktır. Katilin dünyayı algılayış biçimi, eğer ki, filme güzel bir şekilde monte edilirse, film kült statüsüne bile yerleşebilir. Düşünsenize katilin aklından geçen her şeyi aynen filmde izlediğinizi, ne korkunç olurdu değil mi? Ürkütücü ve hastalıklı bir cinayeti, katilin sebepleriyle beraber ortaya koyan Cleave, olur da romanının haklarını film için teslim ederse ilk beklediğimiz şey şu olur: tıpkı Stephen King gibi projenin içinde yer alması ve senaryosunu kendisinin yazması… Daha net bir açıklamayla; karakter dramaturjusi, yan olaylar, iç ses ve monolog konuşmalar filme mantıklı bir şekilde yaftalandığı takdirde, sınırları belirlenmiş olur ve romanın ruhu filme geçer, bu da filmi yukarılara taşır.

        Geldik asıl mevzuya… Filmi çekecek yönetmenin buradaki payı çok büyük, nedeni de mizansenin doğru kurulması gerektiği yönünde… Kısa bir süre önce “Gone Girl” (Kayıp Kız) isimli cinayet romanını filme çeken David Fincher, bu konuda yetkin olduğunu bizlere göstermişti, “Temizlikçi” ile de benzer çizgiler yakalayacağını düşünüyoruz.

        Netice olarak; “Temizlikçi” okunmayı ve şans verilmeye layık olan değişik bir keşif… Romanın bize söylemek istediği şey aslında şu: katilin yaptıklarını kafanızda iyi kurun ki, onunla beraber siz de sonucun bir parçası olun. Romanın finalini muallak bırakmayan Cleave, okuyucuyu sıkmadan ve üzmeden, onlara beklediklerini veriyor. Mesela Stephen King’in romanlarında pürüzsüz bir final olmaz ve okuyucu kendine göre bir final yazar. Cleave her ne kadar King’e benzese de, bu konuda King’den epey farklı…

        Diğer Yazılar