Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Stephen King’in en iyi filmlerinden biri olan “Carrie”nin yeni versiyonu raflarda yerini aldı. Bu versiyonda, King ne yazık ki yer almıyor, bu büyük bir sıkıntı çünkü orijinalinin senaryosunu King yazmıştı. King senaryoya el atmayınca sorunlar baş gösteriyor, King’in romanını bir başkası ne kadar iyi senaryolaştırabilir ki? Tabi sadece o da bir kıstas değil, yönetmenin de payı büyük. Belki filmi Brian De Palma kadar başarılı bir yönetmen çekseydi, daha iyi olabilirdi. Filmin hem senaryosunda, hem de yönetmenliğinde bazı gedikler var, onların üzerini kapatmak öyle kolay değil. Filme yenilik getirilmiş olsaydı, sevebilirdik ve o zaman tüm bunlar göze batmazdı. En azından bir filmin nasıl heba edildiğini deneyimlemiş olduk.

        Yine bir remake filmiyle karşı karşıyayız. Şimdi diyorsunuz ne gerek vardı yeni bir remake filmine diye? Yoktu, ama çekmişler, hem de Oscar’lı oyuncu Julianne Moore var. Stephen King’in en iyi korku filmlerinden biri olan “Carrie”yi yeniden hortlatmak pek hoş olmadı doğrusu… Zamanında belki film başarısız olmuş olsaydı, yeniden çekilmesine karşı çıkmazdık. Ama ortada kanıtlanmış bir gerçek var: Hiçbir film orijinalinin yerini tutmaz, bir tanesi hariç: “The Last House On The Left” (2013 versiyonu)

        İlk “Carrie” filminde Sissy Spacek yer alıyor, remake olanındaki ismi iyi tanımadığımızı belirtmek gerek. Buradan hareketle şunu soralım: Hangisi daha iyiydi? Tabi ki Sissy Spacek… Brian De Palma gibi bir yönetmenin elinden çıkan korku filminin kötü olması düşünülmez, çünkü Palma bu konudaki başarısını zamanında gösterdi. Peki, Kimberly Peirce için ne söylenir? “Carrie” onun üçüncü filmi. Daha önce şu filmleri çekmiş: "Stop-Loss" (Görev Uğruna), “Boys Don’t Cry” (Erkekler Ağlamaz). Dramatik yapılı “Erkekler Ağlamaz” birçok kişi tarafından başarılı seçilmişti, bunu yadsıyamayız, ancak korku filmi çekişine pek anlam veremedik. Bazı yönetmenlerin belirli tarzları var, demek ki bu Peirce için uygun değil. Peirce her türlü filmi çekmek istediğine dair ışık yakıyor.

        GENELE İNDİRGENMİŞ BİR KORKU

        Film; korku fanatiklerini bir köşeye bırakarak, çizgisini daha genele indirgiyor ve dolayısıyla hedef aldığı kitle de sinemaseverler oluyor. Sinemaseverler ve korku filmi izlemek isteyenler bu filmden korkabilir, ama onun dışında çok da etkileyici bir yanı olduğunu söyleyemeyeceğiz. Bir film korkutuyor diye iyi bir korku filmi değildir, önemli olan o korku ile beraber gelen ilgi çekici motifler ve atmosferdir.

        İlk filmi orijinal yapan, Carrie karakterinin rahatsız edici tavırları ve konunun yavaş ilerlemesiydi, daha da açarsak; depresyona giren Carrie’nin başına gelenler rahatsız edici bir şekilde perdeye yaftalanıyordu. Carrie’nin annesi fanatik derecesinde inançlı bir kadındı, her şeyi sorguluyordu bu da Carrie’yi psikolojik olarak etkiliyordu. Tüm bu yazdıklarımız son filmle örtüşüyor, ancak genel olarak değerlendirdiğimizde bazı şeylerin eksik olduğu açıkça ortada…

        Bu eksiklikleri şöyle ifade edelim: abartılı oyunculuk, karakterlerin inandırıcılık sorunu ve ne olacağını kolayca kestirebileceğiniz sahneler… İlk filmle yolu kesişmeyenler için bile bunlar sorun teşkil ediyor, çünkü bazı hamleleri anlamak zor değil, kendini filme veren herkes anlayabilir, özel bir çabaya gerek yok. Mesela Carrie filmin en başından beri telekinezi yapıyor, hâlbuki ilk filmde bu büyük bir sürprizdi ve onu sindirmek öyle kolay değildi. Genelde X ve Y değerleri doğru oturtulamadığında filmin denklemi bozuluyor ve çözümsüz basit bir filme dönüşüyor, tıpkı bu filmde olduğu gibi… Şayet bir remake film yapıyorsanız, önce bütün detayları bir araya getirmeniz ve onlar üzerinde saatlerce kafa patlatmanız gerekir, aksi takdirde inandırıcılıktan uzak olursunuz. Yapımcılar bu film için şöyle düşünmüş olabilirler: “klasik korku filmini yapalım da hangisi olursa olsun” Bu da Carrie olmuş… Şu sıra süper güçler moda olduğu için bu tarz filmler artış gösteriyor, o nedenle şaşırtıcı gelmiyor. Ama asıl anlayamadığımız, King’in bu filmin yapılmasına nasıl izin verdiği yönünde…

        YİNE Mİ SOSYAL MEDYA?

        Konuyu çok saptırmadan dönelim asıl meselemize. Sosyal medyayı sonuna kadar kullanan film, karanlığı hafif geçerek, telekineziyi sadece şov amaçlı kullanıyor ve bazı sahneler seyirciyi oldukça güldürüyor, çünkü işin içine bazı yenilikler girdi mi, film; film olmaktan çıkıyor. Yani her şey göz boyamak için… Televizyon filmi niteliğinde olan “Carrie”, teen-slasher tarzını öne çıkarmak yerine, sadece ticari kaygıyı düşünüyor ve filmi görsel efektlerle boyuyor.

        Bilimsel ölçülere sırtını dayamayan film, günah çocuğu olarak dünyaya gelen Carrie’nin, neden günah çocuğu olduğunun altını hiçbir türlü çizmiyor ve bazı yerleri tamamen atlıyor. Sanki her şeyi bildiğimizi kabul ediyor. İyi de filmi daha önce hiç izlemiş olan ne yapsın? Görsel şölen yaratma konusuna fazla takılan yönetmen, Carrie’nin karakteristik özelliklerine hiçbir şekilde yer vermiyor, bu nedenle ortaya yüzeysel bir Carrie karakteri çıkıyor. Daha net ifadeyle; Carrie’nin içinde bulunduğu duruma dair bir bilgi edinemiyoruz ve sadece süper güçleri olan bir kızın ‘ben herkesten üstünüm ve güçlüyüm’ dercesine hareket edişini izliyoruz.

        Sonuç olarak; “Carrie”, Stephen King’in ruhuna ihanet eden, boş, anlamsız, gereksiz, tat vermeyen, klişeleri burnumuzun dibine dayayan vasat bir film… Konu bulamadıkça remake olayına yönelen Amerikan korku sineması, sürekli kendini tekrarlayıp duruyor. Peki, bu film nasıl iyi olurdu? Teknolojiyi daha az kullanıp, hikâyenin klasik çizgilerini bozmasaydı belki iyi olabilirdi. Tabi sadece bunlar da yetmiyor, eğer kendi yorumunu katarak 1970’lerin tarzını az da olsa yakalamış olsaydı, şu an burada filmi tartışıyor olmazdık. Filmin en büyük hatası, dönem değişti diyerek, filmi teknolojik bir icada dönüştürmesi! Hele o role gitmeyen Carrie’yi canlandıran Chloë Grace Moretz’e ne demeli? Bir korku filminin nasıl kötü olacağını da böylece görmüş olduk.

        Diğer Yazılar