Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şilili yönetmen Pablo Larraín yine yaptı yapacağını! Bizi son derece zor bir hikâyeyle baş başa bırakan yönetmen bu sefer rotasını teolojik sorunlara çeviriyor. Larraín’in kendi yaşadıklarından yola çıkarak kurguladığı “El Club” tam bir gerilim filmi, hem de en gizemlisinden! İncil’den feyz alan yönetmen Katolizm'deki Kutsal Kitap yorumuna ve yanılmazlıkilkesine göz kırpıyor. Kendilerini sadece kiliseye ve dine adayan papazlara ve rahibelere gönderme yaparak, hayatlarını özgürce yaşamaları gerektiğini aktarıyor. Bunu sert söylemlerle destekleyen yönetmen, hikâyenin içine suç unsurlarını ekleyerek, cinayetin insan hayatında nasıl bir yer edindiğine karşı bir tez geliştiriyor. Mutlaka izlenmeli!

        Şili sinemasının güçlü ve esrarengiz isimlerinden biri olan yazar-yönetmen Pablo Larraín, son zamanlarda oldukça ilginç projelere imza atmaya başladı. Peki, bu esrarengiz adam kimdir diye hiç merak edeniniz oldu mu? Olmuştur diyerek söze girelim. Larraín’in yetkinliğini ortaya koyduğu “Tony Manero” politik gerçeklerle kara mizahı harmanlayan başarılı bir film. Buradan hareketle; Larraín 28.İstanbul Film Festivalinde Altın Lale’yi alarak bize başarısını kanıtlamıştır.

        İdealist bir yönetmen olarak anılan Larraín, genelde askeri boyunduruğu altına giren ülkesine ait gerçekleri, bazen sert bir şekilde, bazen de yumuşatarak anlatır; ama hep bir mizah vardır. “No” filmiyle bize bunu gösteren yönetmen, ‘pinochet’ döneminin Şili’sinde yaşanan olayları ve referandum için yürütülen “HAYIR” kampanyasını göz önüne serer. Film yavaş yavaş ilerler ve usul usul içimize sokulur. Akıcı bir finalle sona eren film, diktatörlükten kapitalizme doğru savrulup gider. Bu da günümüzdeki düzene bir atıftır. Kendini ‘anti-pinochet’ olarak tanımlayan Larraín, kendi içinde biraz anarşisttir ve filmlerine bu yönünü yansıtarak bizi devlet olaylarıyla baş başa bırakır. Yönetmen yinelenen temalarla karakterlerine yeni kimlikler kazandırır. Karakterlerin yanlış yola doğru sürüklenişlerinden tutun da, içsel sapıklıklarına kadar her şeyi detaylı bir şekilde gözümüzün önüne koyar.

        ÖZEL BİR KATOLİK OKULDAN MEZUN OLAN YÖNETMEN

        Gelelim en enteresan bölüme… Özel bir Katolik okuldan mezun olan yönetmen içine hapsettiği dini olayları, sapkınlıkları, din yüzünden baskılanan insan bedenini, ruhsal bölünmeleri ve bozuklukları okulda deneyimlediği için “El Club” projesini hayata geçirmeye karar verir. “El Club” dini sistemin sıkıntılarını öyle bir dille anlatır ki, o sistemin bazen ahlaki değerleri sıfırladığını ve hatta psikolojik sorunları da beraberinde getirdiğini görsel bir şekilde içselleştirmiş oluruz. Yani bir nevi ne ekersen onu biçersin. Sözün özü; baskı ve dini yaptırımlar zaten insanı frenler, ama sırf o nedenle dine sığınmak yanlış üzerine yanlış doğurur. İnsan bedeni her zaman bir temas ister, bu sadece cinsellik ile olmaz, ama papazlar ve rahibeler için bu ne yazık ki pek mümkün değildir. Sonuçta insanoğlu birçok şeyi arzulayarak bu noktaya geldi, o nedenle bedenimizi yüzde yüz dizginlememiz neredeyse imkânsızdır.

        İşte o nedenle bazı sapmalar görülmektedir ki, bunu yadırgamayız. Tabi bir de şu var; sorunlu insanlar bazı dönemlerde dibe vurdukları için, dine ya da tanrıya sığınırlar, çünkü tanrı affedicidir ve hiçbir kulunu reddetmez. Kendilerini tamamen tanrıya adarlar ta ki, bazı fiziksel istekleri yoğunlaşana değin… Yukarıdaki paragrafta yönetmenin Katolik okula gittiğinden bahsetmiştik, Katolikler oldukça disiplinli ve serttir ama bazı durumlarda o sertlik kırılır ve kendilerini bambaşka bir noktada bulurlar. Tıpkı filmdeki karakterler gibi…

        Hepimiz bir suç işlendiği zaman suçun bedelinin ağır olduğunu biliriz, o halde şunu söyleyebilir miyiz? İşlenen suç eşittir hapishane? Eskiden engizisyon mahkemelerinde yargılanıp suçlu bulunan suçlular, bugün mahkemede yargılanmaktadırlar. Sonuçta herkesin gittiği tek bir yer var, o da hapishane! Şimdi bunu din adamları ve kadınları için hayal edin. Yönetmen bize suç işleyen din adamları ve kadınlarının uzaktaki bir sürgün evine gönderilmesinden bahsediyor. Aslında o sürgün evi hapishane gibi ama hapishaneden daha rahat olduğundan söz edebiliriz.

        İNCİL AYETLERİ VE İŞLENEN SUÇLAR

        İşledikleri suçlardan ötürü kiliseden atılan ve sonrasında sürgüne gönderilen birkaç yaşlı papaz ve rahibenin işledikleri suçları dile getirmeleri ve hala suç üzerine suç işlemeleri yoldan tam anlamıyla çıktıklarını gösteriyor. Aradan geçen yıllar onları hiç değiştirmemiş. Gerçi değişmek isteseler bile bu olasılıklar dâhilinde değil, çünkü yaşlı insanlar kolay kolay değişemez. Hikâye şunu anlatıyor: suç işleyen herkes yargılanmalıdır. Tüm bunları aktardıktan sonra biraz da hikâyenin en can alıcı noktasından bahsedelim. İncil ayetleriyle şekillenen hikâye, bize doğru ve yanlışı göstererek, olayların o ayetlere göre ilerlemediğini vurguluyor ve alt metinlerde bazı yargılara varıyor. Neden ve sonuçlar arasında ilerleyen film, karakterlerin tutsaklıklarını ortaya koyarak, onların bu durumdan kurtulmaları gerekirken, derinlemesine dibe vuruyor oluşlarına dem vuruyor. Bataklığa bir kez bulaştınız mı, geri dönüşü yok! Daha net bir ifadeyle; insan bir kere yasakların tadına vardı mı, o yasakları deler geçer. Bu; insanoğlunun yapısında var, tam zincirleme suç tamlaması gibi!

        Başka bir okumayla; “El Club” kelimesi üzerine kafa yorduğumuzda ortaya şöyle bir netice çıkıyor: Raydan çıkanların bir araya geldiği bir suç çetesi… Sevaplarının günahlarından fazla olduğu karakterlerin günah çıkartıp kendilerini temize çıkartmaları lazımken, onlar aksini yapıyorlar. Yani; iyice kendilerini bırakıyorlar. Temize çıkmaları neredeyse imkânsız hale geliyor. O sapıkça düşünceleri kafalarından atmadıkları sürece kara kaplı defterlerinden kötücül olaylar silinmeyecek. Aslında o sürgün evi onların yollarını bulmaları için çok iyi bir imkânken, o imkânı değerlendiremiyor oluşları birçok sıkıntıyı beraberinde getiriyor. Hata yaptıklarını kabul etmedikleri için bir türlü kabule geçemiyorlar.

        MANEVİ CEZA SİSTEMİ

        ‘Manevi ceza’ (spritüal ceza) sistemini başköşeye yerleştiren yönetmen, cinsel istismarı teolojik argümanlarla destekleyerek, varoluşu sorguluyor. Kendilerine karşı dürüst olmayan karakterlerin dünyasında bizi gezdiren yönetmen, onların yapmış oldukları kötülükleri itiraf etmelerine yönelik bazı trükler uyguluyor. Her ne kadar suçlarını itiraf etseler de, o suçları sanki çok lezzetli bir yemekmiş gibi anlatıyorlar.

        Yapılan bazı hatalar affedilebilir ama pedofili, cinayet, alkol ve zina gibi olayların affı yok, olmadığı için de hikâye çok uç bir noktada kalıyor. Uç noktada kalışı aslında kötü değil, çünkü hikâyenin derin olması gerekiyor. İyi, kötüyü, doğruyu ve yanlışı ayırt etmemiz adına yönetmenin bize böyle bir yön çizmiş olduğunu düşünüyoruz. Lafın özü; gerçeklerin kurgusal bir şekilde kadraja alınmasının yanı sıra, kara komediyi birkaç adım öne çıkartan film, yeri geldiğinde çok düşündürücü, yeri geldiğinde de ironik oluyor. Film için tamamıyla kara komedi diyemeyiz, zira bazı sahneleri oldukça didaktik…

        Netice itibariyle; “El Club” şeytanın kucağına düştüğümüz vakit başımıza neler geleceğini farklı mizansenlerle anlatıyor ve şunu söylüyor: “şeytana kanmayın!” Film enteresan bir İncil ayetiyle başlayıp, onu çürüterek son buluyor. Filmin finalinde ağzınız açık kalacak.

        Diğer Yazılar