Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        LeBron James ve LA Lakers’lı takım arkadaşlarıyla rakip Atlanta Hawks oyuncuları “Enough” yazılı tişörtlerle çıktılar geçenlerde maç öncesi sahaya. Yine bir silahlı katliama, bireysel silahlanmaya isyanın ifadesiydi o “Yeter”. California Thousand Oaks’ta 12 kişinin can verdiği saldırı, daha fazla cana mal olan orman yangınlarının gölgesinde kalmıştı. LeBron, “Biz küçükken silahlı şiddet diye bir korkumuz yoktu. Ama artık korkunç zamanlar yaşıyoruz. Amerikan toplumu olarak, bize neler oluyor düşünmemiz lazım. İnsanlar rahatça gidip silah alıyor ve masumları katlediyor” diyordu.

        NBA’den yükselen o “Yeter”i görünce, toplumdaki şiddet sarmalına, özellikle de kadına karşı şiddete güçlü bir “Yeter” bekliyor insan.

        Kadına şiddete “Yeter” dediğimiz bir 25 Kasım’a daha geldik dayandık yine nice kayıplarla; cinayete kurban gitmediyse bile baskı ve psikolojik işkence altında yitik hayatlarla. Kadına şiddeti hep herşey olup bittikten sonra konuşuyoruz, ortada bir maktul ya da Sıla gibi dayağı afişe edebilenler varken. Bazen ikisi birden oluyor. Ayşe Paşalı gibi. Bir tür Kırmızı Pazartesi kurgusu içinde. Önce adliye koridorunda, koca dayağından harabeye çevrilmiş yüzüyle Ayşe Paşalı, sonra cinayet kurbanı Ayşe Paşalı. Ve yeryüzü nüfusunun yarısı içinde nice Ayşe Paşalı’lar, Özgecan Aslan’lar, sözde töre kurbanı Güldünya’lar, Fadime Şahindal’lar var.

        Dayakçı İstikbal Yetkin, eski eşi Ayşe Paşalı'ya adliyede yalvarırken Habertürk görüntülemişti. "Pişmanım" dedi bırakıldı, sonra 10 yerinden bıçaklayarak öldürdü Ayşe Paşalı'yı.

        İşte bu evrensel utanç vakaları nedeniyle Birleşmiş Milletler, 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak kabul etti. 25 Kasım’da dünyanın dört bir yanında etkinlik ve aktivist eylemleriyle başlayıp 16 gün sürecek “Yeter” iklimi. 1 Aralık Dünya AIDS Günü ve 14 feminist öğrencinin öldürüldüğü Montreal katliamının yıldönümü olan 6 Aralık tarihini de içeren o 16 gün 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde sona erecek.

        SİYASİ KADIN CİNAYETLERİ

        25 Kasım Mirabal kardeşleri anma günü... (soldan sağa) Partia, Minerva ve Maria Teresa.

        25 Kasım kanlı bir gündür, Dominikli Mirabal kardeşlerin 58 yıl önce katledildiği gün. Patria, Minerva ve Maria Mirabal kardeşler, Dominik Cumhuriyeti diktatörü Rafael Trujillo’ya karşı direniş örgütledikleri için, bizzat onun emriyle 25 Kasım 1960 günü toplu infaza kurban giderler. Defalarca hapse girip çıkan kardeşler, hapisteki kocalarıyla görüşten dönüş yolunda Trujillo’nun cellatlarının sopa darbeleriyle can verirler, sürücüyle birlikte. Katliama kaza süsü vermek için cesetleri araca istifleyip uçurumdan aşağı atarlar. Altı ay sonra Trujillo suikastle ortadan kaldırılır ve kazanın ardındaki gerçek itiraf edilir.

        Örgütteki kod adlarıyla “Las Mariposas” (Kelebekler) diye anılan Mirabal kardeşler, Latin dünyasında kadına şiddetin ve şiddete isyanın simgesi haline gelir. Latin Amerika ve Karayib ülkelerinde 25 Kasım, aile içi şiddete uğrayan kadınlardan, sistematik işkenceye maruz kalan siyasi hükümlü kadınlara kadar cinsiyete dayalı suçların mağduru olan her bireyin yaşam hakkı için çığlıkların yükseldiği gün olur. 1999’da da BM’de uluslararası gün olarak ilan edilir.

        Aradan 19 yıl geçer, ne aile içi şiddet biter, ne de siyasi cinayetler. İşte en son Irak örneği. Geçen eylül ayında, Basra’daki elektrik ve su kesintilerini protesto eylemlerini organize eden Suad el-Ali vurularak öldürüldü. Dört çocuk annesi El-Ali, kentin DEAŞ’tan geri alınmasında etkin rolü olan İranlı milislerin yerel hizmetlerdeki nüfuzuna karşı ayaklanmanın öncülerinden olmuştu. Maskeli saldırganlarca bertaraf edildi! Ardından Iraklı güzellik uzmanı iki kadın ve model Tara Fares’in katli, medyaya “moda cinayetleri” gibi yansımış olsa da Fares sadece bir güzellik kraliçesi, 3 milyon takipçili bir sosyal medya fenomeni değildi. DEAŞ’tan ölüm tehditleri alan genç kadın, özgürlükler adına sesini yükselten bir aktivistti aynı zamanda.

        Iraklı güzellik kraliçesi ve sosyal medya fenomeni Tara Fares, Bağdat'ta öldürüldü.

        MODERN ZAMANLAR

        Savaş ve dikta coğrafyalarından sözde modern iklimlere de uzanmak da kadına şiddet manzarasını sona erdirmiyor. Avrupa Birliği’ne üye 28 ülkede 42 bin kadın arasında yapılan araştırma, kadınlara yönelik fiziksel, cinsel ya da psikolojik şiddetin yaygınlığını gösteriyor. Kadınların yüzde 33’ü bir şekilde şiddet gördüğünü itiraf ediyor. Almanya’daki şiddet düzeyi yüzde 35 oranında ortalamanın üstünde; Aile Bakanlığı raporuna göre de ülkede en fazla şiddet gören kesimi Türk ve Doğu Avrupa kökenli kadınlar oluşturuyor. Türk kadınlarının yüzde 37’si fiziksel ya da cinsel şiddete uğradığını söylüyor. Ülke toplamında mağdurların yüzde 64’ü, şiddet sonucu yara bere almış. Geçen yıl öldürülen kadın sayısı 147.

        Avrupa Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Enstitüsü (EIGE) raporu ise kadına şiddetin yol açtığı ekonomik kayıpları ortaya koyuyor. Cinsiyete dayalı şiddeti, cinsiyet eşitsizliğinin en ağır şekli ve modern zamanların en yaygın insan hakları ihlali olarak tanımlayan rapora göre kadının uğradığı baskı ve zulüm bütün toplumu etkiliyor. Rapor diyor ki; “Cinsiyete dayalı şiddetin coğrafi, etnik ve sınıfsal sınırları yoktur. Mağdurlarda yol açtığı fiziksel ve duygusal etkiyle ekonomi, sağlık, hukuk ve sosyal hizmet alanındaki bedeli bütün toplum üzerinde bir yüktür.”

        Neticede hesaplanan rakam şu; AB üyesi 28 ülkede kadına şiddetten kaynaklanan yıllık kayıp 109 milyar Euro’yu buluyor. Üretimdeki verim kaybının yanı sıra terapi giderleri de sosyal devlet tarafından karşılanıyor.

        NİHAİ ÇÖZÜM NE?

        Aile içi şiddetin madde bağımlılığına yol açtığı da görülüyor. Alman kriminolog Julia Reinhardt’ın verdiği bilgiye göre tedavi gören bağımlıların yüzde 90’ının geçmişte şiddet mağduru olduğuna dair veriler bulunuyor; “Bu çok büyük bir mesele. Aile içi şiddet, şiddetin en yaygını ve en görünmeyeni. Ama siyaset bu soruna eğilmeyi sevmiyor, çünkü bu tür konularla oy toplayamazsın” diyor. Almanya’daki 360 kadın sığınma evinin yeterli olmadığı gibi sığınabilenler için de çözüm olmadığını anlatıyor Reinhardt. Çünkü şiddet uygulayan koca ya da sevgiliye dönüp dönmemekte serbest bırakılıyor kadınlar. “Sana bir kere el mi kaldırdı, ayrılacaksın” demiyorlar.

        İspanyol feminist Ana María Pérez del Campo'ya göre kadına şiddet "terör"dür..

        Ama onu söyleyenler var. Mesela İspanya’da bütün feministlerin anası olan Ana María Pérez del Campo. 1991’de Madrid’de ilk kadın sığınma evini açan 82 yaşındaki Del Campo, bir aktivist olarak yıllardır mücadele veriyor; “Şiddet, bağımlılıktan doğar. Bize bir kere gelen kadın eğer zalime geri dönüyorsa, o zaman mücadeleyi kaybetmişiz demektir” diyor.

        İspanya kadın cinayetlerinde can alıcı dönüm noktasına, 1997 yılında 11 çocuk annesi Ana Orantes’in kocası tarafından katledilmesiyle geliyor. Kadının bir televizyon programında şiddet gördüğünü açıklamasından sonra göz göre göre gelen bu ölüm infiale yol açıyor. Kadın örgütlerinin isyanına öncülük edenlerden Ana Maria Perez del Campo aile içi şiddeti, evrensel bir olgu olarak “cinsiyet terörizmi” diye niteliyor, çünkü erkek şiddetinin ardında kadın düşmanı ideoloji yatıyor. Hükümet üzerindeki baskıyla aile içi şiddete karşı ilk eylem planı 1998’de oluşturuluyor, ileriki yıllarda ceza yasasındaki değişiklikler takip ediyor. Kadına şiddetin bir soykırım türü olduğunu göstermek için de her yıl öldürülen kadınların sayısı açıklanmaya başlıyor.

        Del Campo, kadının bağımlılığından kurtulmasıyla toplumun dönüşebileceğini savunuyor ama şiddet gören kadınlar hayatta kalabilirse. Çünkü cinayetler bitmiyor. Resmi rakamlara göre son 15 yılda öldürülen kadın sayısı 971. Son 5 yıldır öksüzlerin sayısı da açıklanıyor. Son rakam; annesiz kalan 224 çocuk.

        Diğer Yazılar