Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Avrupa’da alttan alta kaynayan ve Fransa’da sarı yeleklerin saçtığı fosforla ancak görünür hale gelebilen sosyal değişimi en iyi yorumlayanlardan biri Fransız sosyal coğrafyacı Christophe Guilluy.

        Christophe Guilluy'e göre Sarı Yelekliler, küreselleşmenin kaybedenleri...

        Margaret Thatcher’ın ünlü sözünden aldığı ilhamla “No Society”, “Seçkinlerin Alacakaranlığı” ve “Varoş Fransa” kitaplarının yazarı Guilluy. Sarı Yelekliler dalgasının içyüzünü, harekete katılanların sınıfsal kimliğini iyice anlamak bakımından görüşlerine en çok başvurulan sosyal bilimcilerden. The Guardian için kaleme aldığı makale, Alman Die Welt ve Frankfurter Allgemeine Zeitung’a verdiği mülakatlar, isyanın derinlerde nasıl kök saldığına ışık tutuyor; benzin zammı ayaklanmanın nedeni değil, sadece ateşleyici rolü oynuyor.

        Guilluy’e göre bugün sokaklara dökülen alt orta sınıfın çöküş süreci 1980’lerde başladı. Batı toplumlarının uyguladığı yeni ekonomik modelin bedelini, Avrupa ve Amerika’daki işçi sınıfının ödeyeceği zaten biliniyordu. Ancak hiç kimse toplumun alt katmanlarının tamamına darbe inmesini beklemiyordu. Sadece muhafazakârlar değil, Batı toplumlarının bütün egemen sınıfları özelleştirmeleri yürütmüştü. Şimdi artık görüldü ki, yeni model sadece proletaryanın değil toplumun tamamının sosyal haklarını zayıflattı. Şöyle de bir paradoks var; ortaya çıkan sonuç küreselleşmesinin başarısızlığı değil, tam tersine başarısı. Avrupa ve Amerika’da zenginler daha da zenginleşti ama aynı zaman sürecinde işsizlik ve yoksulluk da arttı.

        Bütün Batı ülkelerinde olduğu gibi Fransa’daki sistem de ekonomik, siyasi ve kültürel olarak halkın çoğunluğunu eşitliksiz bir toplum yapısına entegre etti; istihdam giderek kutuplaştı. Yeni bir sosyal coğrafya oluştu: istihdam ve zenginlik büyük kentlerde yoğunlaşırken, sanayinin bulunmadığı kırsal bölgeler, küçük ve orta çaplı kentler her geçen gün dinamizmini daha da yitirdi. İşte bu “Varoş Fransa”da yaşayan çalışan sınıf kendini ilk kez iş imkânlarının olmadığı bir ortamda buldu, sosyal ve kültürel şok buradan ivmesini aldı.

        FİL SONUNDA GÖRÜLDÜ

        Sarı Yelekliler hareketi, coğrafi anlamda küçük kentleri ve kırsalı da barındıran kenar Fransa’da doğdu; popülist dalga da kaynağını buralarda buldu. Kenar Amerika Trump’ı Beyaz Saray’a taşıdı, İtalya’da da kırsal ve kuzeydeki küçük sanayi kentleri, popülizmin kaynağı oldu. Bir zamanlar bu kesimlerin sorunlarına eğilen siyaset ve entelektüeller onları unuttu, küreselleşen metropollerde elit bir dünyaya hapsoldu. Büyük kentler gentrifikasyon ve göçle şekillenirken, açık toplum yapısında paradoksal bir şekilde çalışan kesime yer kalmamıştı.

        Avrupa’nın bütününde bölgesel ve sosyal farklılıklar bulunmakla birlikte, Fransa’daki durumu daha karmaşık kılan şey, kemikleşmiş devlet elitinin varlığıydı. Solculara göre ortada sadece sosyal sorunlar var; sağ kesim de meseleyi kimlik krizine indirgiyordu. Her iki kesim de toplamı fark edemiyordu.

        Guilluy’nün deyişiyle orta sınıf yıllardır zücaciyeciye girmiş fil gibi tepinip duruyor, karşı çıkanlar ise “alt tarafı bir-iki bardak kırıldı” diyordu. Şimdi artık anlaşıldı ki, o fil orta sınıfın ta kendisi. Küreselleşmenin kaybedenleri olarak kendilerini görünür kıldıkları için de kültür savaşında zafer onların. Artık onların taleplerini konuşma vakti.

        MACRON’UN KİBİRİ

        AB’nin nabzını tutan bir gazeteci olarak yıllarca yaşadığı Belçika ve Fransa’yı çok iyi bilen Zeynel Lüle’nin de yazısında belirttiği gibi bu gösterilerde Emmanuel Macron’un kibiri ve halka tepeden bakan üslubunun da payı çok büyük. Zeynel de “Eylemlerin nedenini akaryakıta yapılan zam olarak algılamamak gerek” diye yazıyor, Macron’un tavrı ve siyasetine işaret ediyor: “Göstericilerin arkasında sağlam bir muhalif ideoloji olmadığı görülüyor. Ekolojik endişeleri hiçe sayan, içlerinde aşırı sağ sempatizanları, hatta homofobik muhafazakâr kesimden insanların bulunduğu bir hareket olduğu anlaşılıyor. Ortak duygu, Macron’un ‘ultra-neoliberalizmi’ne karşı birleşilmesi…”

        Yani, siyasi kimliksiz haliyle Macron’un sol ve aşırı sağ arasından sıyrılarak kerhen oylarla cumhurbaşkanı seçildiği halde, sanki arkasında halk yığınları varmış gibi neoliberal düzenlemelere giderek, zenginlere servet vergisini kaldırıp, işten çıkarmaları kolaylaştırması bardağı zaten taşırmıştı. Benzin zammı da bardağı taşıran son damla oldu.

        Bardağı dolduranlar arasında Macron’un vatandaşı aşağılayan küstah tavırları da vardı. İşsiz gence, ‘Şu sokaktan karşıya geçsem iş bulurum’ demesi gibi. “Akaryakıt zammının nedeni ekolojik ama halk anlamıyor” demesi ise Sarı Yeleklilere halk desteğini artırdı.

        Macron, kendisine içtenlikle "Manu" diye seslenen genci bozmuştu: "Bana Sayın Başkan diyeceksin..."

        ONLAR DİLENCİ DEĞİL”

        Christophe Guilluy de Die Welt’e verdiği mülakatta Macron faktörüne dikkat çekiyor: “Büyük çoğunluk Macron’un egemen ideolojiyi terk edeceğini düşünüyordu ama o selefleri Hollande ve Sarkozy’nin dümen suyunda gitti. Şimdi tek çözüm, halkın taleplerini ciddiye alıp onlara kulak vermesi.”

        Sarı Yelekliler dün otoyollarda zafer boruları çaldı.

        Peki bu olaylardan sağ popülistler kârlı çıkmaz mı? Guilluy’nün yanıtı şu:

        “Popülistlerin yaptığı iş, siyasi taleplere uyum sağlamaktır. Mesela İtalya’da Matteo Salvini. Sol damardan geliyor, sonra neoliberal oluyor, bölgeciliği savunuyor, derken vatandaşa temel gelir uygulamasını programına alan hükümetin ortağı oluyor. Bu da İtalya’nın güneyinde alkışlanıyor. Ancak popülistler orta vadede hiçbir sorunu çözemezler. Çünkü alt ve orta sınıflar dilenci değil. Kayıtsız şartsız temel gelir onları tatmin etmez. İstedikleri tek şey var: Haklarıyla çalışıp adil şekilde kazanarak onurlu bir yaşam sürmek.”

        Diğer Yazılar