Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hayır, üniversiteli N.Y.’nin Kocaeli’de otobüste yaşadığı olay “taciz” değil, kadına karşı “erkek şiddetiydi”; çifte şiddet… Bir yandan “Karşımda oturma gözüm sana kayıyor” diyen yaşlı adam, diğer yanda bu şirretliğe itiraz eden kızı susturmaya çalışan otobüs şoförü.

        Evet, kadın sesi rahatsızlık veriyor. Hazırlanmış iki cümle var: “Sakin olun bayan” ya da “Hanfendi herkes sizi dinlemek zorunda değil…” O otobüs şoförü de hemcinsleri gibi başarıyla kurdu bu cümleyi. Çünkü baskın erkek kültürünün şirretliği karşısında kadının hakkını savunma hakkı yok. En çarpıcı örneklerden biri markette kasa sırasında başıma gelmişti. Yeni bir kasa açılınca, arkamdakiler o sıraya geçti. “Niye sıraya göre almıyorsunuz” itirazım üzerine genç erkek kasiyer nedense heyheylendi. Tartışma ortamında, diğer sıradan bir erkek sesi yükseldi, “Hanfendi etrafı rahatsız ediyorsunuz. Susun, ben savcıyım!” Cevabını aldı ve dağıldık. “Dışarıda görüşürüz” tehdidini de savurduğu için otoparka korkarak gittiğimi itiraf ediyorum.

        Kocaeli’deki olayı sosyal medyadan duyuran N.Y., “Asla susup oturmayacağım. Hiçbir kadın böyle adamlar yüzünden korkarak yaşamak zorunda değil…” diye yazmıştı. Ama daha henüz kadının “yaşam hakkını” savunma aşamasında olduğumuz için, sıra söz hakkını savunmaya gelemedi. Toplum içinde sözel ve psikolojik şiddete maruz kalarak susturuluyor ve korkuyoruz. Otobüslerde atılan tekmeleri saymıyorum bile…

        EMİNE, DALILA, GÜLEDA, CELINE…

        Fakat hiçbir korku aile içi şiddet karabasanıyla yarışamaz. Bu yıl 299 kadın, eş ya da eski eş ve sevgilileri tarafından öldürüldü. Hepsi katilini tanıyordu. Onlar korkuyu sokakta değil, evde ya da hemen yanı başında yaşıyordu. Çoğu da birer “Kırmızı Pazartesi” vakasıydı. “Ölmek istemiyorum” çığlıkları arasında Emine Bulut’u katleden eski koca Fedai Varan, hakaret ve tehdit suçlarından üç aylık uzaklaştırma cezası almıştı zamanında. Sonra nafaka hükümlerine uymamaktan üç ay hapis cezası. Şimdi de müebbet. Canavarca hisle ve planlayarak öldürdüğüne dair yeterli delil olmadığı için sadece müebbet. Savcının talep ettiği üzere ağırlaştırılmış müebbet değil.

        Ve 19 yaşındaki üniversiteli Güleda Canker’in katli. İçişleri raporuna göre Güleda ve şiddet uygulayan eski erkek arkadaşı Zafer Pehlivan karakola götürülüyor, ifadeler tutanağa geçiriliyor. Genç kız şikayetçi olmuyor. Muhtemelen başına daha fazla bela olmasın diye. Şüpheli, savcılık talimatıyla serbest bırakılıyor, şehri terketmesi için polis otosuyla otogara götürülüyor. Ancak bela geri dönüp katlediyor. Şimdi görevli polisler ve sağlık personeli hakkında ihmal soruşturması açılmış. Soruşturulsun ama Güleda artık geri gelmez.

        Dünyanın her köşesinde femisid vakaları benzer şablon içinde gelişiyor. Latin Amerika’dan Avrupa’ya. Çünkü ortak bir kültür var, erkeği kadına üstünleyen kültür. Kadınlar, sırf kadın oldukları için öldürüldüğünden"femisid" olarak anılıyor kadın cinayetleri artık. Dünya Sağlık Örgütü de cins-kırım için bu kavramı kullanıyor. Fransa da şimdi ulusal çapta tartışıyor. Sadece bu yıl femisid ya da Fransızların deyişiyle “feminisid” kurbanı olan kadınların sayısı 137.

        Binlerce kadın cumartesiden beri sokaklarda. Partnerleri tarafından öldürülen kadınların isimleri, Sylvia, Dalila, Celine, Julie, Aminata ve diğerleri şehir duvarlarına boyanıyor, protestolarda pankartlarla ellerde. Ve yıllardır görmezden gelinen kadına şiddet, aktivistlerin yoğun baskısı neticesinde nihayet otorite tarafından da kabul ediliyor. Cumhurbaşkanı Macron “Fransa’nın utancı” diyor. Oysa kadına şiddetle mücadele sözü vereli iki yıl oluyor. Bu taahhüde rağmen polis ve adli makamların duyarsızlığı ayyuka çıkıyor. Bu ay başında açıklanan Adalet Bakanlığı raporunda da yetkili makamların kadına şiddetle mücadelede yetersiz kaldığı itiraf ediliyor. Cinayet vakalarının yüzde 41’inin incelendiği rapora göre bunların tamamıyla ilgili önceden şikayette bulunulmuş ve yüzde 80’ı hakkında savcılık soruşturması açılmamış.

        Emniyetin kayıtsızlığıyla ilgili bir örnek Macron’un acil yardım çağrı merkezini ziyareti sırasında canlı canlı yaşandı ve manşetlere taşındı. Hattaki kadın “Kocam beni öldürmekle tehdit ediyor” diyor ve evdeki eşyalarını alabilmesi için polis nezareti istiyordu; telefondaki polis memuru ise “Maalesef yardımcı olamayız, yasaya aykırı” diyordu. Oysa ceza yasası tam tersini emrediyordu. O polis hakkında soruşturma açıldı. Aktivistlere göre polis bu vakalara çoğunlukla eşler arası geçimsizlik gözüyle bakıyordu. Karışmak bize düşmez şeklinde.

        Bugün açıklanacak önlem paketinde, şiddet şüphelisi olan şahısların ateşli silahlarına el konulması, polis kadrolarının eğitimden geçirilmesi ve psikolojik şiddetin de bir aile içi şiddet biçimi olarak kabul edilmesi var. Şiddet mağdurlarına bin sığınma evi açılması için 5 milyon Euro’luk ödenek ayrıldığı daha önce açıklanmıştı. Aile içi şiddete özel savcı ve yargıçların atanması ve davaların hızlandırılması da gündemde.

        AB’nin 28 üye ülke arasında yaptığı araştırmaya göre Fransa’da fiziksel ya da cinsel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı yüzde 26. Yüzde 30’u bulan dünya ortalamasının altında, fakat diğer AB ülkeleri ortalamasının dört puan üzerinde bir oran. Şiddet kurbanlarının sayısı bütün AB ülkelerinden fazla. Almanya hariç. Orada da femisid kavramının kabul edilmesi için aktivistlerin çabası var.

        SEBEBİ NAPOLYON KANUNLARI

        Fransa’da, Napolyon kanunlarından (Code Napoleon) kaynaklanan kadınlar aleyhinde bir durum söz konusu. 19’uncu yüzyıldan kalma kanunlar toplumsal eşitliği baz alsa da erkekler daha eşittir. Kadın örgütlerine göre, kadınları erkekten aşağı statüye indiren ve erkeklerin kendilerini kadınların sahibi gibi görmelerine neden olan zemin böyle hazırlanmış ve toplumsal kültürde kök salmış bulunuyor.

        Cinsiyet Eşitliği Bakanı Marlene Schiappa da erkek egemen kültürü suçluyor; “Fransız toplumunda cinsiyetçilik çok derinlere işlemiş durumda. Bunu değiştirmek de çok zor. Kabine üyesi olarak cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığına karşı kültürel savaşı kazanmaya çalışıyorum” diyor.

        Bu kültürel ortamda tabii medya dili de büyük önem taşıyor. Erkek egemenliğindeki medyanın kadın katline “crime passionnel” (‘tutku suçu’ ama ‘aşk cinayeti’ daha iyi karşılıyor) şeklindeki bakış açısı kadına karşı şiddetle mücadeleyi zorlaştırıyor. “Birinci sayfaların kontrolünü ele alalım” düsturuyla kadın gazetecilerin bir araya geldiği “Prenons La Une” grubuna göre kadın katline “aşk cinayeti” gözüyle bakmak, cinayeti neredeyse romantikleştiriyor; “öyle çok seviyordu ki, öldürdü” mesajı veriyor.

        Grup üyelerinden biri, bizde de mevcut bir yaraya parmak basıyor; cinayeti gerekçelendirme yarası. “Çorbayı beğenmediği için karısını dövdü…” örneğini veriyor. Hani şu “öfkeli koca” diye başlayıp şiddete neredeyse meşruiyet kazandıran başlıklardan örnek olarak. Neyse ki artık iyice azaldılar. Fakat erkek şiddeti ve şirretliği azalmıyor. Fransız feministlere şunu da hatırlatmak lazım; Erkekler, Napolyon kanunu olmadan da kendilerini kadınların sahibi gibi görebiliyor.

        Diğer Yazılar