Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cem Özdemir, geçen hafta Bundestag kürsüsünde etkileyici bir konuşma yapıyordu göçmen kimliği ve Alman vatandaşlığı aidiyeti üzerine. Bir noktada kendisine getirdi sözü; “Irkçılığın ne hissettirdiğini ben bilirim…” dedi. O dakika AfD sıralarından gülüşmeler geldi. Özdemir, o sıralara dönüp “Umarım genç insanlar duymaz gülmelerinizi” diyerek konuşmasına devam etti.

        Almanya için Alternatif (AfD) partisinin talebi üzerine Stuttgart’taki olaylar meclis genel kurul gündemine alınmıştı. İki hafta önce kent merkezinde yaşanan kaos gecesinde kalabalık gruplar polise saldırıp cam çerçeve indirmiş, dükkanlar yağmalanmıştı. Güçlükle kontrol altına alınan olaylarda 19 polis yaralanmış, 24 kişi de gözaltına alınmıştı. Sağ popülist ve ırkçı AfD’nin amacı, bu olayları bahane ederek göç politikasının güvenlik riski yarattığına dair bir tartışma açmaktı. “Kontrolsüz bir göçle, özellikle Doğu ve İslam kültür çevrelerinden gelen genç erkeklerin devleti ve toplumun çoğunluğunu hiçe saydığını” söylüyorlardı. Buna karşılık diğer partiler, olayların henüz soruşturulduğunu ve sorumluluğu belirli bir grubun üstüne yıkmak için erken olduğunu belirttiler.

        REKLAM

        İşte Yeşiller eski eşbaşkanı Özdemir, Stuttgart milletvekili olarak bu ortamda söz aldı, AfD’ye hitaben konuştu: “Asıl mesele çözüm bulmak. Ama sizin derdiniz çözüm değil, korku ve nefret yaymak. Kalkışmacılar arasında göç kökenliler olduğunu kimse yadsımıyor. Ama aralarında alkollü genç erkekler olduğu da biliniyor. Bu tartışmaya Pasaport-Almanları denilen şu yeni kategoriyi iliştirmek kalleşçe olur. Ne yani? Alman vatandaşlığı verdiğimiz ama ataları Romalılara karşı savaşmamış bireyler mi demek istiyorsunuz? Sizin kimlik zırvalarınız midemi bulandırıyor…”

        Cem Özdemir o noktada kendi deneyimiyle ırkçılığın ne hissettirdiğine getirdi sözü ve “Almanya’da üniformalı ya da üniformasızlar arasında ırkçılık sorunu vardır ama Alman polisi Amerikan polisi değildir” diyerek bağladı.

        Stuttgart’ta polisin rutin uyuşturucu kontrolü sırasında patlak veren olaylar aslında politik değildi, alkol ve uyuşturucu karışımlı bir parti gecesinin eseriydi. Ancak polise yönelik daha önce görülmemiş bir şiddet sergilendiği için George Floyd isyanıyla paralellik kuruldu.

        Göçmen düşmanı AfD’li siyasetçiler, Cem Özdemir’in “ırkçılığı ben bilirim” sözü karşısında en azından sessiz kalabilirlerdi ama arsızca gülmeyi tercih ettiler. Çünkü bu arsızlık, George Floyd ikliminde de hüküm sürüyor. En taze ve çarpıcı örnek de Cambridge Üniversitesi'nin onursal kadrosuna mensup bir tarihçiden geldi…

        IRKÇILIĞIN ARSIZLIĞI

        Minneapolis’te polisin göz göre göre işlediği cinayet sonrası ABD’den dünyaya yayılan “siyah hayatlar önemlidir” hareketi ırkçılığa karşı milyonları sokağa taşırdı, sömürgeci ve kölecilerin heykelleri yıkıldı; öfke kaşiflerin ve fetihçilerin anıtlarına kadar uzandı. ABD’de kölecilik üzerinde yapılanan Konfederasyon Devletleri’ne adanmış anıtlardan sonra New York’ta Kolomb heykellerine saldırılar oldu. Hareket Avrupa’ya sıçradı, 17’inci yüzyılın namlı köle tüccarı Edward Colston’un Bristol’deki heykeli sökülüp denize atıldı. Oxford Üniversitesi’nde, Güney Afrika’nın altın ve elmas madenlerinde çalıştırdığı kölelerin sırtından servet yapan Victoria dönemi emperyalisti Cecil Rhodes’un heykelinin kaldırılması talebi alevlendi. Hatta Nazi Almanyasına karşı kahraman gözüyle bakılan Winston Churchill, emperyalizmdeki rolü nedeniyle ırkçılık karşıtı hareketin hedefi haline gelince heykelleri koruma altına alındı.

        Sömürgecilik döneminin utanç verici nişaneleri arasında Belçika Kralı 2. Leopold’un sayısız heykel ve büstleri de vardı. 1885 – 1908 yılları arasında Kongo’yu kişisel mülküne çevirip yağmaladığı gibi kan gölüne çevirmişti ülkeyi. O dehşet yıllarında kaç Afrikalının katledilip ya da hastalıktan öldüğü, işkencelerde sakat bırakıldığı tam olarak bilinmiyor. Tahminler 3 milyon kurbandan 15 milyona kadar uzanıyor. Ve fakat başkent Brüksel’in bir parkındaki Kongo Anıtı’nda, Kral 2. Leopold’un yanı sıra siyahların da tasvir edildiği anıtta şu sözler yer alıyor; “Uygarlık ve Belçikalıların refahı adına…”

        Uygarlık adına soykırıma varan insanlık suçunu simgeleyen rölyefte ne ölümlerin ve işkencelerin ne de yağma ve talanın adı vardı. Fakat George Floyd isyanında şu deyiş eklendi rölyefe: Black Lives Matter. Ve bugünkü Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin 60’ıncı bağımsızlık yıldönümü olan 30 Haziran’da Belçika Kralı Philippe’den çarpıcı bir çıkış geldi; sömürgecilik döneminde işlenen suçlardan ötürü özür diledi. Kongo Devlet Başkanı Felix Tshisekedi’ye mektubunda “Bugün toplumlarımızdaki ayrımcılıkla izleri halen devam eden geçmişteki acıların derin teessürünü ifade etmek isterim. O günkü şiddet ve zulüm bugün halen kolektif bilincimizde mevcudiyetini koruyor” dedi.

        Şimdi Kral 2. Leopold’un Belçika kentlerindeki büstleri kaldırılıyor. Tarihçi ve sosyal bilimciler ise geçmişteki utancı vücuda getiren anıtların kaldırılması konusunda ikiye ayrılıyor; tarih silinmeli mi, yoksa ebediyete kadar bütün kuşaklar bu utancın bilincine mi varmalı?

        Fakat “üçüncü sınıf” tarihçiler de olabiliyor. İşte Cambridge Üniversitesi’nden 16’ncı yüzyıl uzmanı tarihçi David Starkey. Köle ticaretinin alıp yürüdüğü Tudor dönemi üzerine çalışan Starkey, geçen 30 Haziran’da bir online röportajda, George Floyd isyanıyla ilgili fikri sorulunca dedi ki; “Kölecilik soykırım değildir, aksi takdirde Afrika ya da İngiltere’de lanet olası bu kadar çok siyah olmazdı. Korkunç sayıda, fazlasıyla hayatta kaldılar. Kölecilik, üzerine konuşmaya değmeyecek bir hastalık, 200 yıl önce oldu, bitti… ”

        Bu şok edici açıklamanın ardından Floyd protestolarının kendilerine mağdur süsü verenlerin şiddet hareketinden ibaret olduğunu söyledi. Heykelleri devirenleri meczup olarak niteledi. Bu sapına kadar ırkçı konuşma üzerine İngiltere’de müthiş bir tepki dalgası oluştuğunu söylemeye gerek yok. Kraliçe’den şövalyelik nişanı bulunan Starkey, Cambridge Üniversitesi onursal üyeliğinden istifa etti. Üniversite “ırkçılığa toleransımız yok” diyerek istifayı memnuniyetle kabul ettiğini duyurdu. Canterbury Kilise Üniversitesi de konuk profesör olarak görevine son verdi. HarperCollins bundan böyle Starkey’in kitaplarını basmayacağını, eski eserlerinin de gözden geçirilip yeniden değerlendirileceğini açıkladı.

        Prof. Starkey akademi ve yayın dünyasından tamamen dışlandı ama ırkçı kafa yerinde duruyor.

        Diğer Yazılar