Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyıp Yahudi yerleşim hareketine o kadar cesaret vermese; Netanyahu siyasi ikbalini Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da tek bir Filistinli bırakmamaya yeminli Yahudi Gücü partisinin aşırı ırkçı lideri Ben Gvir’in ellerine teslim etmese belki de bu vahşet silsilesi en azından bugünlerde yaşanmayacaktı. Ama Kudüs’te tanık olduğumuz son zulmün yolları son birkaç yılın siyasi gelişmeleriyle döşendi.

        İsrail polisinin, kapısında nöbet tuttuğu Harem-i Şerif’te kimbilir kaçıncı kez saldırıya geçmesi, sonra Hamas’ın roketlerine misilleme için İsrail’in Gazze’ye hava saldırısı ve giden 25 can… Bu tablo yine İsrail’in buldozer aşkının eseri. Bütün amaç, Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesindeki Filistinli mülteci ailelerini haksız bir yasaya dayanarak yargı marifetiyle yerlerinden sürüp evlerini buldozerlerle dümdüz ederek 200 yeni yerleşim birimi kurmak.

        İsrail bu işe 1970 tarihli Yasal ve İdari İşler Yasası’na dayanarak girişiyor. Filistinlilerin kaybettikleri mülkler için işlemeyen yasa, Yahudilerin 1948 Arap-İsrail Savaşı öncesi Doğu Kudüs’te sahip oldukları mülkleri geri almalarını sağlıyor. 1948’de yüz binlerce Filistinli’nin sürülmesi sonrası Doğu Kudüs ve Batı Şeria, Ürdün’ün kontrolünde kalmıştı. 1956’da, İsrail sınırları içinde kalan bölgelerden çıkarılan 28 aile Şeyh Cerrah’a yerleştirilmiş, konutların maliyeti Birleşmiş Milletler tarafından karşılanmıştı. Ancak 1967 savaşında, tapular daha ailelere devredilmeden İsrail, Gazze ve Batı Şeria ile birlikte Doğu Kudüs’ü işgal etti.

        REKLAM

        Doğu Kudüs’te buldozerli ilk yıkım da altı gün savaşının sonuna denk düşer; 7 Haziran 1967 günü eski şehrin Ürdün'den alınmasıyla Mağripliler mahallesi yerle bir edilir. Eyyubi döneminde Fas ve civarından getirilip Kudüs’e yerleştirilen Müslümanların evleriyle birlikte birçok tarihi eser buldozerle yıkılır ve El Aksa’nın batı tarafında Ağlama Duvarı’na yer açılır. Bugün dünyanın Batı Duvarı diye andığı o bölgenin tarihini çok kişi bilmez ama bir trajedi olarak Filistinlilerin hafızasına kazınmıştır.

        OSMANLI TAPU SENETLERİNE RAĞMEN

        Dönelim Şeyh Cerrah davasına… 1967 savaşının ardından Yahudi komiteleri bu toprakların Osmanlı döneminde kendilerine verildiği iddiasıyla ortaya çıktı. Davalar açıldı, sonunda hile ve desiseyle mülkler Filistinli mültecilerin elinden alındı, kiracı durumuna düştüler. Komiteler mülkiyet haklarını 2003’te Nahalat Şimon adlı yerleşimci bir örgüte sattı ve o gün bugündür nice aile evlerinden atıldı.

        Bu arada Osmanlı arşivlerinden çıkarılıp mahkemeye sunulan tapu senetlerine göre arazi Sefaradlara satılmamış, kiralanmıştı. Mahkeme, karşı tarafın sahte belgesini dikkate alarak Filistinliler aleyhinde karar verdi. Şimdi geri kalan ailelerin tahliye gerilimi yaşanıyor. İsrail Yüksek Mahkemesi 10 Mayıs günü nihai hükmünü verecekti, ancak başsavcılık tansiyonunun daha da yükselmesini önlemek amacıyla karar tarihini erteledi.

        Yerleşimci grubun başkanı olan Haim Silberstein’a göre Filistinli aileler Şeyh Cerrah’ı gecekondularla işgal etmiş bir topluluk, “Araplar bu meseleyi, Doğu Kudüs başkentli Filistin devletine karşı bir meydan okuma olarak görüyor. Ama bu bir hukuk savaşıydı ve onlar kaybetti“ diyor.

        Adını Selahaddin Eyyubi’nin hekimbaşından alan Şeyh Cerrah mahallesi, hareminde Kubbetü’s Sahra’yı da barındıran Mescid-i Aksa’nın bulunduğu eski şehrin Şam Kapısı’na iki kilometre mesafede. Her iki dinin kutsallarını da barındıran bir yer. Şeyh Cerrah Türbesi de, Şimon Hasidik Türbesi de orada. İsrailli tarihçilere bakılırsa küçük bir Yahudi cemaati binlerce yıl o bölgede varlığını sürdürmüştü.

        İsrail polisi, El-Aksa cemaatine plastik mermi yağdırırken Şeyh Cerrah’ta da halk sokakta güvenlik güçlerine karşı direnişteydi. Yeni bir intifada ateşinin ilk kıvılcımları yaşanıyordu sanki.

        REKLAM

        İntifada, çünkü şu an İsrail’de hakim olan politik iklim, sadece bir mahalle uğruna girişilen zulümden ibaret değil. İsrail Başbakanı Netanyahu, “Başkentin istediğimiz yerinde yapılaşır yerleşiriz. Kudüs İsrail’in başkentidir ve her devlet gibi başkentimizde istediğimiz gibi yapılaşırız. Bugüne kadar yaptık, yapmaya da devam edeceğiz” diyordu televizyonda.

        Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, “Mahkeme kararıyla da olsa her türlü tahliye işlemi savaş suçu sayılır” dese de Netanyahu Kudüs’ün tamamında egemenlik iddiasındaydı. Başkenti Doğu Kudüs olan Filistin’le iki devletli çözümü dışlayan bir iddia. Oysa BM üyesi devletlerin çoğu Kudüs’ün nihai statüsünün taraflar arasında görüşmelerle nihai çözüme kavuşturulmasını savunuyor ve bu nedenle büyükelçiliklerini Tel Aviv’de bulunduruyordu. Ancak Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyıp, 14 Mayıs 2018’de tam da İsrail’in 70’inci kuruluş yıldönümünde büyükelçiliğini Tel Aviv’den taşımasıyla hava değişti. O gün Gazze sınırında yaşanan protesto gösterilerinde İsrail güçlerinin ateşiyle 58 Filistinli hayatını kaybetti.

        Aslında İsrail 2009’dan beri Şeyh Cerrah’tan tahliye işlemlerine girişmiyordu. Amerikan Yönetimi ve uluslararası topluluğun baskıları sonucu tahliyeleri durdurmuştu. Ancak Trump Yönetimi’nin İsrail’deki yerleşimci hareketi cesaretlendirmesiyle birlikte davalar yeniden başladı. 2019 kasımında Trump, Batı Şeria’daki yerleşim birimlerinin uluslararası hukuka aykırı olmadığını ilan etti. Yerleşimciler arasında şenlik havası eserken Netanyahu, açıklamadan çok duygulandığını ve Washington’daki politika değişikliğinin gelecek kuşaklara damga vuracak bir başarı olduğunu söyledi.

        SİYASİ ÇIKMAZDA “YILANA” SARILMAK

        Şeyh Cerrah davasının kızışmasında İsrail’deki siyasi dinamiklerin de rolü var. Son iki yılda gidilen dört genel seçim de çıkmaz sokakla neticelendi. Bir yandan yolsuzluk suçlamalarıyla boğuşan Netanyahu başbakanlığı vekaleten yürütüyor. Netanyahu’yu koalisyonlarla 14 yıldır iktidarda tutan sağcı ve ultra Ortodoks partilerin Likud’la birlikte toplam oyu hükümet kurmaya yetmiyor. Muhalefet alternatif hükümet kurmak için mücadele verirken, Netanyahu aşırı sağla ittifaka yöneliyor.

        Bu kesimde en sivri isim, radikal Yahudi Gücü partisinin lideri İtamar Ben Gvir. Araplara karşı şiddete başvuran Yahudi yerleşimcilerin avukatı olarak tanınan Ben Gvir, Amerikalı haham Meir Kahane tarafından kurulan aşırı ırkçı Kah partisi geleneğine mensup. Bu parti İsrail’de yıllar önce yasaklanmıştı, ancak Ben Gvir ve çevresindeki yeni nesil Kahanistler, Netanyahu’nun siyasi çaresizliği sayesinde serpilip meydana çıktılar.

        Geçen mart seçiminde Netanyahu’nun Likud Partisi’nin desteğiyle Knesset’e giren Ben Gvir, İsrail’in Arap vatandaşları arasındaki “hainlerin“ sınır dışı edilmesini, üç milyon Filistinlinin yaşadığı Batı Şeria’nın ilhak edilmesini ve İsrail’in Tapınak Tepesi’nde (Harem-i Şerif) kontrolü tamamen ele geçirmesini istiyor.

        Şeyh Cerrah’tan tehcir hareketinin de içinde olan Ben Gvir ve çevresindeki ultra milliyetçi fanatik kitle, merkez sağ ve sol siyaseti dehşete düşürüyor. Netanyahu özellikle sol kesim tarafından, siyasi ikbali uğruna Nazi zihniyetine sahip bir güruhun dümen suyunda gidip Şeyh Cerrah olaylarının tırmanmasına sebep olmakla suçlanıyor.

        Ana akım siyasi yorumcular Ben Gvir’in görüşlerine “sürüngen, alçak, iğrenç“ gibi tanımlamaları yakıştırırken, Netanyahu’nun ne yaparsa yapsın ırkçılara yaranamadığı da görülüyor. 10 Mayıs Pazartesi Kudüs Günü’ydü. İsrailli aşırı milliyetçi gruplar Kudüs Günü’nde provokasyon amacıyla eski şehirdeki Filistin mahallelerinden geçerek bayrak yürüyüşü yapmayı gelenek haline getirmişti. Ancak Netanyahu gerilimi daha da tırmandırmamak için yürüyüş güzergahını değiştirdi. Kalabalıklar polis engeline takılınca Ben Gvir, Netanyahu’yu “teröristlere teslim olmakla“ suçladı ve gelecek hafta Knesset’te Likud’a oy vermemekle tehdit etti.

        Diğer Yazılar