Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bazı eril zihinlerde önemli bir aydınlanma yaşanıyor. Havva anamızın değerini keşfettiler. Sezen Aksu’ya linç bahanesiyle de olsa Âdem oğlunun erkek tarafının gelişimi bakımından faydalı bir intibak.

        Böylece Kuran-ı Kerim’de aslı olmadığı halde Âdem’in şeytana uymasında Havva’ya günah payı biçen geleneksel inanışa kapılmadıklarını da anladık.

        Âdem ile Havva’nın şeytana “birlikte” aldanıp yasak ağaca yaklaştıkları için cennetten çıkarılmaları bahsine hiç girmeden direkt genetik bilimine geçelim.

        Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini dayatan patriyarkanın kadın ve erkeğe ayrı ayrı biçtiği toplumsal rolleri de bir yana bırakalım. Genetik bilimi şunu söylüyor: Yeryüzündeki bütün insanlar kadın ve erkeğiyle ortak bir atadan gelir, tam olarak nerede ve ne zaman yaşadığı kesin değildir ama o varlık bir kadındır.

        Bu bilginin şifresi mitokondriyal DNA’da gizli. İnsan hücrelerinde iki tip DNA bulunur: Hücre çekirdeğindeki DNA ve hücrelerin nükleus dışındaki parçası olan mitokondrideki DNA. Kimliğimizi oluşturan ilk DNA tipi kalıtsal yolla anne ve babadan geçer. Hücrelerin ihtiyaç duyduğu enerjinin üretiminden sorumlu mitokondriyal DNA’nın (mtDNA) kaynağı ise sadece ve sadece annedir. Bu çok değerli genetik malzemede babaların payı yoktur. Şu anda yaşayan bütün insanların genetik hatları anneleri üzerinden geriye doğru takip edildiğinde tek bir kaynağa varılır. Bütün insanların ortak dişi atası, kutsal kitaplara atıfla “Mitokondriyal Havva” diye anılır.

        REKLAM

        “Mitokondriyal Havva” hipotezinde önemli payı olan California Üniversitesi’nden (Berkeley) biyolog Allan Wilson’a göre ortak atamız 250 bin yıl önce Afrika’nın doğusunda yaşamış bir kadındır. Yanlış anlaşılmasın, aynı dönemde yaşayan tek kadın değildir. Diğer kadınların soy hatları bir noktada tükenmiş, günümüze ulaşamamıştır.

        Tamam, aynı iz sürümü sadece babadan geçen Y kromozomu için de geçerli; bugün yaşayan tüm insanların sadece erkek atalarının genetik hattı üzerinden “Y Kromozom Ademi” de en yakın ortak atadır. Ve son araştırmalara göre Adem ile Havva’nın genetik versiyonları birbirlerinden çok da ayrı zamanlarda yaşamamışlardır.

        Şimdi aynı çağda birlikte yaşıyoruz ama genetik hat üzerinden ata ortaklıklarına rağmen eşit bir ortaklıktan eser yok. Havva soyunun medeni hakları bakımından yargı yoluyla ufukta yeni tehlikeler de belirdi…

        HER YERDE TEHLİKE

        Önce bir gecede İstanbul Sözleşmesi’ni kaybettik. Toplumsal cinsiyet eşitliğinden huylanan bir grup marjinalin baskıları yüzünden, kadının insan haklarını temel alan ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair altın standart değerindeki bir enstrümanı kaybettik.

        Sonra, geçen 24 Kasım’da kabul edilen 5. Yargı Paketi’yle kadının güvenli yaşam hakkında bir gedik açıldı. Dolaylı yoldan. Paketten çıkan “Çocuklar artık icra yoluyla alınmayacak” müjdesinin (!) gizli tehlikesi, kadına şiddet potansiyeli taşımasıydı. Düzenlemeye göre çocuğun üstün yararı adına icra devri bitiyor; çocuk teslimi psikolog, pedagog ve rehber öğretmen gibi uzmanlar gözetiminde okul ve kreş gibi sosyal mekanlarda yapılacak. Çocuğun teslimine dair yükümlülüğü yerine getirmeyene de – ki o çoğunlukla kadın olacak – disiplin hapsi geliyor.

        Boşanmada şiddet ihtimalinin yüksek olduğu düşünülürse kadının kamusal alanda potansiyel saldırganla yüz yüze gelmesi olası.

        Şefika Etik hiç aklımdan çıkmıyor. Gazete Habertürk’ün dokuz sütun sürmanşetinde bir kadın cinayetini fotoğrafıyla birlikte verdiğimiz için çok eleştiri almıştık. Kadına şiddeti olanca çıplaklığıyla yansıttığımız için hala doğru karar olduğuna inanıyorum. (Eleştirenlere önemsiz gelebilir ama fotoğraftaki yaralı Şefika’nın hayata tutunacağını umut etmiştik, olmadı).

        REKLAM

        Terk ettiği kocası olacak adam elinde bir demet çiçekle – gizli kalması gereken – sığınma evinin kapısında bitip dil dökerek Şefika’yı almıştı. O buluşma kadının ölümü oldu. Evinin banyosunda sırtından bıçaklanarak katledildi. Kadın katili İbrahim Etik, ağırlaştırılmış müebbet cezası aldı.

        Erkek şiddeti karşısında artık hiçbir yer kadınlar için güvenli değil. Şiddete uğrayan kadınları savunan avukat Dilara Yıldız, sürekli tehdit aldığı eski nişanlısı Oktay Dönmez tarafından Tuzla’da karakolun dibindeki bir lokantada katledildi. Polis geldiğinde Dilara Yıldız kurşunlara hedef olmuştu.

        YOKSULLUĞA MAHKUMİYET

        Şimdi de bu ay TBMM’ye gelmesi beklenen 6. Yargı Paketi’nden çıkacak tırpanları bekliyoruz. Medeni Kanun’da yapılacak değişiklikleri de içeren paket taslağı henüz resmen açıklanmış değil. Kaynaklardan parça parça yansıyan bilgilere göre İstanbul Sözleşmesi’ne muhalif aynı marjinal zihniyetin yıllardır direttiği yoksulluk nafakasının süreyle sınırlandırılması ve devlet fonuna bağlanması da bu değişiklikler içinde yer alacak.

        “Süresiz nafaka mağduru” olduğunu iddia eden erkeklerin Medeni Kanun’un 175’inci maddesine göz diktiği malûm. Aslında cinsiyet ayrımı gözetmeyen bu madde “Boşanma halinde yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz nafaka isteyebilir” diyor. 176’ıncı madde ise alacaklı tarafın yeniden evlenmesi, fiilen evliymiş gibi yaşaması ya da taraflardan birinin ölümü halinde nafakanın bitişini öngörüyor. Maalesef “haysiyetsiz hayat sürmek” gibi muğlak bir hükmü de içeriyor bu madde.

        Şimdi kadın örgütlerinde, barolarda konuşulan şu; kurulacak fonla devlet erkek borcunu üstlenecek. Yani adamın param çıkışmıyor diye ödemediği nafakayı Hazine üzerinden vatandaş karşılayacak. Eğer bu hayata geçerse, çoğunlukla şiddet nedeniyle boşanmaktan başka çaresi kalmayan yoksul kadın devletin sırtında yük olarak görülecek, boşanmış kadın düşmanlığı körüklenecek.

        REKLAM

        Oysa nafaka bir sosyal yardım değildir. Kaldı ki fonların bir gecede yok edilebildiği de malum. Devlet isterse, zaten üç kuruşluk nafakanın üzerine kadına sosyal yardım sağlayıp kira yardımı yapabilir. Ama nafakayı sadaka haline getirmek haksızlıktır.

        Aile arabuluculuğu da paket kapsamında tartışılıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin şiddet söz konusu olduğunda yasakladığı aile arabuluculuğu, kadınların hayatını kaybettiği ortamda nasıl uygulanacak, meçhul. İngiltere modelinden söz ediliyor. O model, ailelere rehabilitasyon işlevi gören bir evliliği kurtarma mekanizması değil. Oradaki amaç velayet, tazminat ve mal paylaşımı sürecini kolaylaştırıp çekişmeli boşanma davalarına meydan vermemek.

        Bir erkek kayırmacılığıyla yoksulluk nafakası, örneğin evli kalınan süreyle sınırlandırılırsa kadınlar ya daha büyük bir yoksulluğa yuvarlanacak ya da boşanmayıp şiddetin her türlüsüne katlanacak.

        Yoksulluk bir insan hakları sorunudur, kadınlar ise yoksulun yoksuludur. Kadının eve hapsedildiği, iş hayatında olmadığı için kendi ayakları üzerinde duramadığı cinsiyetçi düzen yoksulluk nafakasını zorunlu kılıyor. Ne zaman ki kadın erkek eşitliği sağlanır, o zaman nafakaya da gerek kalmaz. Çözüm nafaka hakkının değil, nafakaya duyulan ihtiyacın ortadan kaldırılması.

        Diğer Yazılar