Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Düne kadar ultra teknoloji hezeyanı içinde fütüristik ürünlerin peşine düşüyorduk. Sulu yemeği bırakmış, adeta haplarla beslenmeye başlamıştık. Gençleşmek için kimyasallardan medet umuyorduk. Bugün aynı motivasyonla doğal olanın peşindeyiz. Bu uğurda tuzu Himalayalar’dan, yeşil çayı Uzakdoğu’dan getirtenlerimiz var. Dekorasyonda ahşabı baş tacı ediyor, duvarlarımızı doğal taşlarla örüyoruz. Ekolojik evlerde oturmak istiyor, ekolojik seyahatler hayal ediyoruz. Sadece doğal elyaflardan üretilmiş kumaşlar vücudumuza değsin istiyoruz. Organik kozmetikler arıyoruz... Doğal yaşam özlemimiz o kadar büyük ki neslini tükettiğimiz hayvanları fosillerinden yeniden canlandırmaya çalışıyoruz.

        Aklınıza Jurassic Park geldiyse, doğru yoldasınız. Birkaç yıl önce Oxford Üniversitesi’nden bir biyolog, ülkenin bitki örtüsünü son 10 senedir sayıları iki misli artarak 2 milyona ulaşan geyiklerden kurtarmak için 1300 yıl önce İngiltere’de nesli tükenmiş vaşakları yeniden ortaya çıkarma çağrısı yaptı...

        Fransız trend analisti Vincent Gregoire doğal olan her şeye tutkuyla bağlanmış olanlara “Soylu ve vahşiler” diyor. İyi de ne değişti?

        MASADA DOĞA VAR

        Koç Üniversitesi EADA Business School öğretim görevlisi Semih Yalman bu soruya “Öze dönerek özgürlük. Alarak değil, olarak var olmak. İnsanın kendi sisteminden doğasına ters olanları atma çabası” diye cevap veriyor. Niye şimdi ihtiyaç duyduğumuz konusunda ise “Daha zinde, net ve gerçek bir yaşam için” diyor. Amerikalı trend analisti Jody Turner ise doğaya karşı ilgimizi küresel ısınma gibi büyük doğa olaylarına bağlıyor ve bunun beraberinde doğaya yönelik daha büyük bir saygıyı getireceğine inanıyor: “Doğayla karşı değil, onunla birlikte çalışmamız gerektiğinin farkına varıyoruz. Gelecekteki tek yol hem birbirimizle hem de doğayla çalışmak. Son yıllarda masaya yeni bir oyuncu olarak doğa oturdu.” Ancak Turner, doğaya dönsek de bunu yine kendimize yontmayı başardığımız ve eğlenceli bir hale getirdiğimizi savunuyor. “Bugün tekrar toprağa ve doğala odaklanıyoruz ama bunu pastoral bir nostalji ile değil, doğanın sunduklarını bugüne özgü yeniliklerle birleştiren fikirleri seviyoruz.” Bu trendin doğuşuyla ilgili stratejik pazarlama ve marka yönetimi uzmanı Yelda İpekli’ninse farklı bir yorumu var. O doğaya dönüş trendinin 70’lerde yaşanan çiçek çocuklar akımının retrosu olduğu görüşünde. Bu trendi yaratan sebepleriyse şöyle açıklıyor: “Afrika kökenli bir liderin Amerika gibi tüketim odaklı bir ülkenin başına geçmesi, Avrupa’nın ekonomik, siyasi ve sosyolojik olarak tükenmeye başlaması ve doğaya dayalı felsefesinin yükselmesi.”

        Doğaya bu kadar ilgi gösteriyoruz ama hâlâ ona zarar vermekten de geri kalmıyoruz. Bilim adamları insan faaliyetlerinin gezegeni ısıttığını söylüyor. Bunu önleme konusundaki tek politikaysa zengin ülkelere yapılan karbon emisyonlarını azaltma çağrısından ibaret. Ancak bu bile işe yaramıyor. 1997’de Kyoto’da dünya liderleri, 2010’da sera gazı emisyonlarını 1990’dakinin yüzde 5.2 altına çekeceklerine söz vermişti. Fakat hedefin yüzde 25 gerisindeler. Zaten sanayileşmiş dünyanın tamamı şimdi bu yasayı uygulamaya geçirse, gezegenin ısısı 2100’e kadar sadece 0.22 derece düşebiliyor.

        Oysa dünyayı kurtarmanın çaresi yine kendinde, doğada saklı. Bununla ilgili bilim adamlarının karbon emisyonundan daha etkili projeleri var. Yeşil enerji kaynaklarının araştırma ve geliştirilmesine yatırım için küresel bir anlaşma durumunda çözüm gelebilir diye düşünüyorlar. Yeşil enerji araştırmaları için yıllık 100 milyar dolarlık bir yatırımla, yüzyıllık bir süre için iklim değişimi sorununu çözebilir. Başka bir deyişle bu işe yatırılan her bir dolar karşılığında 11 dolar değerindeki iklim değişiminden kurtulmak mümkün.

        ‘Doğallık trend olarak bitecek ama yaşam şekli olarak kalacak’

        Koç Üniversitesi, EADA Business School öğretim görevlisi Semih Yalman’a doğallık trendinin ne zaman doğduğunu ve nereye doğru gittiğini sorduk...

        - Bu trend ne zaman başladı?

        İkinci Dünya Savaşı sonrası... Özellikle plastiğin, nükleerin, fast food’un ivmelendiği dönemde. Uyuşturucu kullanımının yaygınlaşıp yoga gibi tekniklerle bunun önünü almak için özden söz edilmeye başlandığı 60’lı yıllarda...

        - Bu trendin içi boşaltılıyor mu artık?

        Medyanın işleyiş tarzı ya da bu kavramları bünyesine entegre edemeyen kurumlar tarafından içi boşaltılmış olabilir. Ancak ivme hiç olmadığı kadar kuvvetli. Mecraları, kurumları ve kurallarıyla bir dönemin sonuna tanık oluyoruz. Teknolojinin de yardımıyla her birey bir üretici, içerik sağlayıcı artık. Olay artık haber değil, bilginin ihtiyaç duyulduğu an ve formatta erişilir olması. Gerçekte buna inananlar, binalardan tutun iş yapış biçimlerine kadar değişiyorlar. Kâr etmek değil olay, insana mutlu olduğu ve mutluluk yaydığı üretim alanlarını sağlamak.Dünyanın dahaçok gülümseyen insanlara ihtiyacı var. Bir soru size, günde kaç defa katıla katıla gülüyorsunuz? Çocukken bu oran neydi?

        - Bu trend nereye doğru gidiyor? Bir gün etkisini yitirir mi?

        Algı, bu hayattan göçüp giderken ebediyen bu yaşamda bırakacağımız en temel değerimiz. Bu trend olmaktan çıkarak artık yaşam felsefesi halini alacak. İnsanlık sadece beyniyle algılamaya çalışmak yerine kalbini, hislerini devreye sokabilme tekniklerini öğreniyor. Trend bitecek ama yaşam şekli kalıcı olacak. İlkokula başlayan bir çocuğun hayal kurma kapasitesi yüzde 90’lardayken bu oran üniversite birinci sınıfa gelindiğinde yüzde 5’e kadar iniyor. Dünya hiç olmadığı kadar hayale ihtiyaç duyuyor. O hayal inovasyon ve doğal evrimi sürekli kılacak olan, bize özümüzü hatırlatacak tek yol. İzmir Doğal Yaşam Parkı’nda bir ayı havuzunda serinliyor.

        Diğer Yazılar