Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hep beni yaralayan hikâyelerin peşinden gidiyorum. Aslında yaralananın, tek ben olmadığımı bulma meramındayım’ diyen BuluTiyatro’nun kurucusu Ebru Nihan Celkan’ın son oyunu Nerde Kalmıştık? ile haftaya merhabamızı veriyoruz!

        memisbetul@gmail.com

        90’ların sonunda, daha ergen-us edalarında (eda dediysem salına salına bir haleti ruhiye değildir efendim: us’a o vakitler, hep öyle bastığından diyim), büyük hayaller ertesinde ve mütemadiyen bir şeylerin peşinde koşturuyorken, Beyoğlu’da konuşlandığımız bir mekânda, istinasız her gece, bir Cem Karaca şarkısı çalardı. Evet, babadan miras kalmışlığı vardı Cem Karaca ve onun minvalinde diğer üstatların; o ayrı ama… Biz, o gündüzleri koşturduğumuz sokakları, geceleri dinlendiren adreslerinde, masada ya arpa, ya da mey, fonda da Cem Karaca şarkılarıyla mest olurduk ve hatta en makamlısından hatmederdik o melodileri. Neyse işte, bir albümü vardı üstadın belki-m hatırlarsınız; İçerisinde, -sözlerini kendi yazdığı- “Niyazi Köfteler”, “Raptiye Rap Rap”, “Sende Başını Alıp Gitme”, “Islak Islak” ve (sadece Nâzım’ın sözleri olan) “Herkes Gibisin” şarkılarının olduğu…

        SEN DE ONLARDAN BİRİ MİSİN?

        Cem Karaca'nın, Almanya yıllarından sonra, Türkiye’ye geri dönüşünde çalıştığı üstatlar Cahit Berkay ve Uğur Dikmen ile beraber çıkardığı, 1992 tarihli, 2. stüdyo albümü “Nerde Kalmıştık?”tan bahsediyorum. Hatırlayan varsa, yaklaşıp müziğin sesini açsın, o vakit! Şimdi yine Beyoğlu’nda o mekânda, “Nerde Kalmıştık” albümü çalıyor; dejavu… Farklılıklar var tabii, artık ne ‘o mekân’ bıraktığımız mekân, ne de o eski dostlar İstanbul’dalar! (Kimileri boyut değiştirdi, kimileri sınırlarını, kimileri de fani ömürlerini… Hani, Patti Smith'in “Within You Without You” şarkısında da dillendirdiği üzere: “Ve dünyayı kazanan insanlar ruhlarını kaybettiler / Onlar bilmiyorlar, onlar göremiyorlar / Sen de onlardan biri misin?”)

        BULUTİYATRO’DAN NERDE KALMIŞTIK?

        Nereden geldin, bu son nostaljisist hallenmelerine diyenlere, cevabımdır… Bu defa; geçtiğimiz yıl, ‘Tetikçi’ adlı oyunuyla, ‘derin devlet, erkeklik ve kahramanlık’ algıları üzerine sorgulayan ve sorgulatan Ebru Nihan Celkan ve onun yeni seyirliği “Nerde Kalmıştık?” ile huzurlarınızdayım. Hatta -biraz beylik olacak belki ama- bugüne kadar (özel tiyatro) sahne üzerinden, ‘şimdi’ki zamanı, kendi jargonunda, sinemasal bir perspektifte ve akıcılıkta böylesine irdeleyen bir oyun seyir etmemiştim; ‘Tetikçi’ için söylüyorum. Bu bakımdan geçen sezonun, en yazarlarımdan olan Celkan’ın bu yeni seyirliği, beni oyun öncesinde eskilere, oyun sonrasında ise en hiddetlisinden memleketim coğrafyasında vuku bulan bir alemin yasına götürdü.

        Cem Karaca da, Ebru Nihan Celkan da soruyor en hissiyatlısından, gerçekten biz(ler) “Nerde Kalmıştık?” Ben ortaya karışık döküleyim mevzuyu, siz nasılsa (alıştınız), toparlar ve rotamızı bulursunuz en temizinden!

        İNSAN ÖLÜMÜNE ALIŞILIR MI?

        Dördüncü oyunu ‘Nerde Kalmıştık?’la karşımızda Ebru Nihan Celkan. Oyunun yönetmen koltuğunda ise Destar Tiyatro’dan tanıdığımız Mirza Metin yer alıyor. Kıvamında oyunculuklarda ise Cem Uslu, Barış Gönenen, Merve Engin, Bahar Selvi, Fulya Aksular, Ararat Mor, Fatih Özkan, Sadi Celil Cengiz, Doğan Keçin, Engin Aydın, Mertcan Kayretli ve Ceren Kıran bulunuyor. Oyunculukların hepsi ayakta alkışlanası; eyvallah! Gelelim sahnenin önünü coşturan, sahne arkasındakilere; yönetmen asistanı Gizem Bentürk, dramaturg Duygu Çelik, dekor tasarım Ece Öz, kostüm tasarımı Meltem Tolan, afiş Pınar Demirhan ve ışık Alev Topal.

        “Hep beni yaralayan hikâyelerin peşinden gidiyorum. Aslında yaralananın, tek ben olmadığımı bulma meramındayım. ‘Nerde Kalmıştık?’ı bu saikle yazdım. Her gün, dünyanın her yerinden ölüm haberleri karşımıza çıkıyor, o kadar alıştık ki ölüm karşısında duyumsamamız gereken ‘dehşet’ hissinden eser yok! İnsan ölümüne alışılır mı hiç? Olmaz, olmamalı! Hep uzakta bir yerlerde olduğunu sandığımız savaş hanenin içinden yol buluyor kendine, orada başlayan hizaya getirilme süreci, üniformalar ve elde bir silahla devam ediyor. İnsanların kendilerini yaşanan süreçlerden bağımsız görmelerini anlamıyorum. Bir bakıyorum herkesin elleri temiz... Sadece ‘Nerde Kalmıştık?’ özelinde değil, tüm oyunlarımı yazarken kimsenin kendisini masum hissetmemesi için çabalıyorum. Çünkü hiçbirimiz masum değiliz. Söz konusu savaş olduğunda hepimizin bunda payı olduğunu düşünüyorum… Hadi hepimiz formaları çıkaralım. İnsan ölümüne sebep olan tüm süreçleri formasız konuşalım. ‘Nerde Kalmıştık?’ bunu demek için yazıldı. Kolektif bir delirme haline not düşmek istedim yazarken, sonra Mirza ile buluştu metin ve Mirza sayesinde zenginleşti, serpildi ve rengini buldu” diyor Ebru Nihan Celkan ve diğer üç oyununda olduğu gibi Nerde Kalmıştık?’ta da tüm meramını ‘Umut’ karakteri üzerinden anlatıyor. “Umutları nasıl harcadığımızı ve neleri gözden kaçırdığımızı göstermek için Umut ismini seçiyorum” diyor Celkan.

        (Metin şahane ve yazarının da beyin lobları açık olunca, naçizane, size bir heves dökülmeye çalışan bana da pek bir şey kalmıyor aslında… Algıda seçicilik yapın yahut yap(a)mayın, Celkan’ın yazdığı hikâyeler, sizi bir yerden yakalıyor ve ‘bildiğini sanıyorsun ama yanılıyorsun’ şeklinde, tek gözünü kırparak, asil bir tebessüm fırlatıyor (sanki). ‘Ama hayat devam ediyor’ derseniz de hiç şansınız yok diyim; zira metinlerinin hepsini, tam da o hayat dediğiniz şeyin içinden geçiriyor.)

        ADAM OL(AMA)MAK NE DEMEK?!

        Askerlik ve savaş deneyiminin birey ve toplum üzerindeki etkilerini tartışmaya açan oyun, daha girişte kapıda, biz tiyatro izleklerine verdiği küçük fenerlerle, karanlığın içindeki aydınlık sen ol bakışını fırlatıyor. Karanlığa -içeriye- giriyoruz, sahnenin ortasında bir uzun masa -ki o masa birazdan Umut’un kabusları ve bilinçaltı olacak- ve yerde bizi karşılayanlarsa, cansız yatan 8 beden… Bizler, cansız bedenlerin arasından kendi yerlerimizi alırken, sandalyelerimize oturduğumuz anda, 8 beden de doğrulup, aramızdaki yerlerini alıyor. (Bu görüntü bende, mezarların yanı başında konuşlanan gökdelenleri hatırlattı. Ölümünü bile bile yaşamak için delirenlerdik ya bizler, o minvalde!)

        Ve ‘vatani görevi’ askerliğini tamamlayıp da elinde gudilekeler, beyninde 8 canlı uğultusuyla evine dönen Umut’la tanışıyoruz. Oyun; 15 ay sonunda başka bir dünya boyutundan, kendi dünyasına dönen, hem de babasının deyimiyle ‘adam olan’ Umut’un, Güneydoğu’da katıldığı operasyonlar nedeniyle tanık ve parçası olduğu şiddet sonrası, ‘eski’ ve ‘normal’ hayatına dönme hikâyesinden dönememe hallerini anlatıyor. O ki artık, başkalarının şahlandırarak bitiremediği ‘adam olmak’ın ‘en adam ol(ama)ma’ halini, operasyon için gittiği köyde, yüzünü dahi görmediği çocukların, yüreklerine sıktığı kurşunlarla ispatlayandır. O ki döndüğünde, insan olma erdeminin verdiği zafiyetle(?) rüyalarında kusandır, çığlıklarla sabaha uyanandır. O ki sadece insandır ya…

        HEPİMİZ HİZAYA GETİRİLİYORUZ

        Bu toprakların erkeklerinin çoğunun anlata anlata bitiremediği; 1 sünnet, 2 askerlik sendromu… İşte Umut da başkalarından duyduğumuz, bildiğimiz, bazen uzağına düştüğümüz bazen de yamacımızdakilerin yaşayıp da tecrübelediği, sonrasında paylaştığı yahut paylaşamadığı anıları, öncesinde ‘bildiğiniz gibi askerlik işte” diyerek, sonrasında da yaşadıklarını dile getirerek hatta yeniden yaşayarak ve yaşatarak anlatıyor sahneden. Hem de onun için hazırlanan, özel bir akşam yemeğinde… Ne diyordu Umut’un arkadaşı Gökhan: “Her Türk asker doğar…” Peki, bu pek kıymetli yemek bitiminde, Umut ne diyordu, ortalık toz duman kan olmuşken: "Yuva 1, operasyon tamamlanmıştır."

        Oyun yazarı Celkan, ‘… Sadece askerliği alıp bütün sorumluluğu orada yaşanan sürece bağlamak değil de; acaba başka nerelerde asker olma halimiz devam ediyor sorusunu da düşünmek gerek’ diyor ve ekliyor: “Asker botları moda olduğunda, baba sözüyle erken yatma kuralına uyduğunda, arkadaşların ne giyiyorsa onu giymek zorunda kaldığında... Yani askerlik bütün bu sürecin en gerçek hali ama dikkatle takip ederseniz, her an, her yerde hepimiz ‘hizaya’ getiriliyoruz...”

        Nerde Kalmıştık’ta Umut hizaya getirilen miydi, ya da hizaya getirildikten sonra ortaya çıkan durum muydu yoksa oyun bitimi algılarımızı hizaya getirip de güzelleştiren miydi, cevabını siz verin ya da cevabı siz de saklı kalsın… Hoş, nasılsa cevabı; oyun bittiğinde, oyun başında verilen fenerleri, çıkışı bulmak için kullanırken, ayağınızın yamacında kalan can(sız)lara bakarak ve ortadaki masanın üstüne akan fon fotoğraflarına retinalarınızı bırakarak alacaksınız!

        İçimden geldi notu: Hikâyeleri ve gördüklerini, tiyatro sahnesine sinemasal tatta uyarlayıp da beyin loblarında boyutsal patlangaçlar açan Ebru Nihan Celkan’ın yeni oyunu da yolda… Bir aksilik çıkmaz ise Kumbaracı50’nin ‘Altı Üstü Oyun’ projesi kapsamında, Aralık ayında, “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi...” adlı metinle karşımızda olacak. “Başkası olarak gördüğümüz transeksüellere dair bir not düşmeye çalıştım bu sefer…” diyen Celkan’ın bu hikâyesinde Sumru Yavrucuk’u seyiredeceğiz. Şimdilik eyvallah! Oyun programı için: http://www.bulutiyatro.com

        Diğer Yazılar