Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin ardından 8 hafta geçti. Soruşturma dosyası ile ilgili her gün yeni bir veri ortaya çıktıkça cinayet dosyası da bölgesel dengeler de yeni bir boyut kazanıyor. Türk güvenlik birimleri Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki konsolosluk binası ve konutunda yaptığı incelemelerle eş zamanlı olarak dijital verilerin toplanması için de olağanüstü bir çaba sarfediyor. Olay yeri inceleme ekiplerinin elde ettiği somut sonuçlar, cinayet öncesi hazırlıkları ve Kaşıkçı’nın öldürüldükten sonra kameraları yanıltmak için kullandıkları dublörü, yerli işbirlikçiyi işaret ederken tüm bunlara ek olarak ses kayıtlarının da ortaya çıkması Suudi devletinin uluslararası inkar retoriğini yıktı ve kendilerini itirafa zorladı. Savcılık ve güvenlik güçlerinin titiz çalışmaları sonucu ortaya çıkan verilerin katkısı çok büyük, belki de bölgesel denklemin yeniden inşa sürecinin kaderini belirler nitelikte.

        REKLAM

        TÜRKİYE KRİZİ YÖNETTİ

        Sadece bugüne değil sürece de dikkatle baktığımızda Türkiye’nin Kaşıkçı cinayetini hukuki, kriminal ve siyasi süreçleri stratejik bir şekilde yönettiğini görüyoruz. Bu süreçleri de üç etkene dayanan bir stratejiyle ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Aşamalı olarak doğru bilgilerin açıklanması, Suudi söylemlerinin kesin delillerle çürütülmesi ve Türk güvenlik güçlerinin bulgularının söylem olarak desteklenmesi için mümkün olduğunca çok sayıda devletin desteğinin alınması.

        18 GÜN SONRA KABUL ETTİLER

        Kanımca, bahsettiğim kapsamdan bakıldığında Türkiye’nin stratejisinin büyük ölçüde başarılı olduğunu söyleyebilirim. Nitekim bu nedenle de Suudi Arabistan birçok kez söylemlerini değiştirmek ve 18 gün sonra da suçu kabul etmek zorunda kaldı, yani uygulanan bu stratejinin Suudi yönetimi inkar sürecinden itiraf sürecine getirdiğini düşünüyorum. Burada tek değişmeyen şey ise, Suud yönetiminin şüpheleri Veliaht Prens Selman’dan uzak tutmaya yönelik çabası olarak gözüküyor.

        REKLAM

        CIA: EMRİ VELİAHT PRENS VERDİ

        Türkiye, Kaşıkçı cinayetinin bir kamu davasına dönüştürülmesi ve bu olayın arkasında Veliaht Prens Bin Selman’ın olduğuna dair kanaate Amerikan iç medyasından ve birçok Arap medya kurumundan ciddi bir uluslararası destek aldı ve 16 Kasım günü açıklanan CIA raporu sonucu son noktayı koydu: CIA’e göre Kaşıkçı’nın öldürülme emrini Veliaht prens verdi.

        Bu konuda Türk yetkililerinden de destekleyici bir bilgi sızdı ve Kaşıkçı’nın öldürüldüğü 2 Ekim günü Bin Salman’ın yakın korumalarından Maher Abdelaziz Mutreb ve özel danışmanı Saud Kahtani arasında geçen telefon görüşmeleri ortaya çıktı. Bu yeni detaya göre, Kahtani’in konuşma esnasında yanında bir şahıs söz konusu ve iddia o ki, Kahtani konuşma esnasında Mutreb’den aldığı bilgileri bu kişiye aktarıp rapor ediyor. Şimdi gözler bu kişiye dönmüş durumda. Bu durumun tespiti, ABD ve Türkiye için önemli ve aslında Amerikalılar bu kişinin kim olduğunu da biliyor. Ancak şu kesin ki o sesin kim olduğunun resmi olarak açıklanması Başkan Donald Trump’ın hiç de hoşuna gitmeyebilir.

        REKLAM

        MİLYARLARCA DOLARLIK ANLAŞMA

        Zira, kendi istihbarat örgütünün yayınladığı raporu yeterince “açıklayıcı” bulmayan Başkan Trump, aynen şu sözleri sarf etmişti: “Suudiler, İran’a karşı çok önemli savaşımızda büyük bir müttefik oldular. Kendi çıkarlarımızı, İsrail’in ve bölgedeki diğer tüm ortaklarımızın çıkarlarını garanti altına almak için ABD, Suudi Arabistan ile ortak kalmakta kararlıdır.”

        Trump’ın bu sözlerle, dostu ve ortağı Suudi veliaht prens Muhammet bin Selman’ı, Kaşıkçı cinayeti kapsamında hiçbir sorgulama yapmadan herhangi bir cezadan korumakta kararlı olduğunu da açıkça ortaya koyduğunu söylemek yanlış olmaz.

        Nitekim, Başkan Trump, İsrail ve Veliaht Prens arasındaki ilişki, milyarlarca dolarlık ticaret ve silah anlaşmalarını, Yemen’e karşı savaşı ve İran’ın planlarına karşı koymanın ötesinde bir noktada olduğu da rahatça söyleyebilirim.

        REKLAM

        SELMAN BÜTÜN KARTLARI ABD'YE VERDİ

        Geniş bir açıdan baktığımda Muhammet bin Selman’ın, Filistin meselesi ve bilhassa Kudüs özelinde sunduğu tavizler, parayla ölçülemez nitelikte olduğunu da eklemekte yarar görüyorum. Şimdiye kadar Filistin, Kudüs, Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı ve Filistin meselesinin diğer değişmezleri bağlamındaki hususlarda hiçbir Arap yetkilisi, bu gibi tavizler vermeye cesaret etmedi ve etmeyecektir de. Bu konudaki duruşun tarihe not edileceği kesin. Muhammet bin Selman’ın, veliaht olması konusunda kendisini desteklemesi karşılığında bütün kartlarını Trump’a teslim ettiğini düşünüyorum. Şahsi düşünceme göre bu noktada Prens Selman’ın matematiğinde bir sorun olduğu gözleniyor çünkü hem Kudüs gibi bir konuda elindeki önemli kartı kaybediyor hem de ABD’ye para yağdırıyor. Trump’ın da son çıkışıyla, Türkiye’nin izlemekte olduğu stratejiyi zayıflatmayı hedeflediği çok net bir şekilde görülüyor. Türkiye ise, Veliaht’ın cezalandırılması konusunda Trump yönetiminin kendisinin yanında durmasını ümit ediyordu.

        REKLAM

        TÜRKİYE NE UMUYOR

        Türkiye, Kaşıkçı cinayetinin ortaya çıkardığı delillerden yola çıkarak Muhammet bin Selman’ın düşüşünün bir başlangıcı olmasını umuyordu. Çünkü Suudi Arabistan ile ilişkilerin bozulmasının sorumlusunun aslında sınırsız arzuları ve İslam dünyasına liderlik etme arayışında pervasız arayışı nedeniyle bin Selman olduğunu düşünüyor. Başkan Trump’ın son açıklamasıyla Suudi yetkililerden birbiri ardından mesajlar gelmeye başladı. Kanımca, Türkiye’nin bundan sonraki süreci dikkatle sürdürmesi gerekecek. Bu çerçevede önünde de iki seçenek olduğunu düşünüyorum.

        İlk seçenek, Suudi şüphelilerin tamamının Türkiye’de yargılanmasına yönelik süreci ivedilikle başlatmak olabilir. Bunun için şüphelilerin Suud tarafından iade edilmesini beklemeye gerek yok, Suudi Arabistan’dan bu konuda iş birliği yapmasını bir kez daha talep etmeli. Nitekim suç, Türkiye topraklarında işlendiği için yoruma mahal bırakmıyor.

        REKLAM

        1963 yılında konsolosluk ilişkilerini düzenleyen uluslararası anlaşmanın, yani son dönemde sıkça işittiğimiz Viyana Konvansiyonu’nun 41. maddesinin 1. bendinde şu ifade yer alıyor: “Konsolosluk çalışanları, tehlikeli bir suç durumu olmadıkça yargılanmaları maksadıyla tutuklanamaz veya ihtiyaten alıkonulamaz.” Bu çerçeveden baktığımda, hiç şüphesiz bir gazetecinin konsolosluk binasında kendi iradesi dışında alıkonulması, eziyete maruz kalması ve öldürülmesi tehlikeli bir suç niteliğinde ve yargılama yetkisi de konsolosluğun temsil ettiği ülkeden, konsolosluğa ev sahipliği yapan ülkeye devredebilir.

        Bu durum sadece kişileri değil konsolosluğun temsil ettiği ülkeyi de baş suçlu haline getirir. Türk Başsavcılığı'nın yapması gereken, mahkemenin başladığını açıklamak, devletten, olay yerinde toplanan bütün delilleri ve malumatları sunmasını talep etmek ve bir kamu davası başlatmaktır. Keza yapılması gereken, suça karıştığı ispatlanan 15 veya 18 kişinin resmî olarak suçlanması, Türk yargısının bu suçlananların Türk mahkemesine sevk edilmesi için Suudilere resmî bir talepte bulunmasıdır. Suudilerin bunu reddetmesi durumunda Türkiye, yardım etmesi için INTERPOL’e başvurabilir.

        İkinci seçenek ise, Türkiye’nin bu suça karışmış bütün yetkilileri ortaya çıkarmakla sorumlu bir uluslararası soruşturma komitesi kurulması hususunu içeren resmi bir talebi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’e sunabilir. Şu an için Türkiye’nin ikinci seçenekten yola çıktığını gözlemliyoruz. Kaldı ki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu son ABD ziyaretinde buna yönelik girişimlerde bulundu. BM İnsan Hakları Komiserliği'nden de dün bu konuda olumlu dönüşler geldi.

        Daha önce de ifade ettiğim gibi Türkiye, Kaşıkçı cinayetinin sadece hukuki boyutunu değil eş zamanlı olarak siyasi ve uluslararası menfaatlerini gözeterek, stratejilerini de belirlemeli. Ancak bazı tercihleri yapması gerektiği de kesin. Örneğin, ulusal menfaatlerin çatışması durumunda, bu tavrını sürdürmeyi ve siyasi çatışmayı tercih eder mi yoksa ABD ile terör örgütü elebaşı Fetullah Gülen’in iadesini de içeren genişletilmiş bir anlaşmayı, ayrıca Suudi Arabistan ile de Katar’a yönelik ablukanın kalkmasını içeren bir başka anlaşmayı aynı anda kabul eder mi?

        İşte Kaşıkçı cinayeti yavaş yavaş artık böyle siyasi bir boyuta taşınıyor. Kanımca, jeopolitik ve mali açıdan söz konusu oyuncular kadar şanslı olmayan Türkiye’nin bundan sonraki süreçte seri ve hızlı adımlar atması gerekiyor. Malum, önümüz kış. Bu kadar yükle virajı alırken patinaj yapmamak lazım. Aksi halde süreç Ankara’nın yönetebileceği bir süreç olmaktan çıkarıp diğerlerinin kontrolü altına girme riskini taşıyor.

        Diğer Yazılar