Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        NATO ülkelerinin liderleri İspanya’nın başkenti Madrid’de bir araya geliyor. Herkesin gözü 28-30 Haziran’da yapılacak bu zirvede. Zira bu zirve Batı askeri ittifakının birliğini göstermek üzere mart ayında Brüksel’de gerçekleştirdiği bir dizi zirvenin (Avrupa Birliği AB, G7 ve NATO zirveleri) nihai ve doruk noktası olacak.

        Çok değil bundan altı yıl önce, o zamanki ABD başkan adayı Donald Trump tarafından NATO “eskimiş” olarak ilan edilmiş, 2019’da Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından “beyin ölümü”nün gerçekleştiği söylenmişti. Türkiye ise NATO’nun bu denli değersizleştirilmemesi gerektiğine vurgu yapmıştı.

        NATO şu sıralarda yeniden kıymete bindi. Finlandiya ve İsveç NATO’ya katılmak için başvururken, Genel Sekreter Jens Stoltenberg sonbaharda sona ermesi beklenen görev süresini bir yıl uzattı ve ittifaka üye ülkelerin topraklarının “her karışını” savunacağına söz verdi. Madrid’de bu yemini güçlendirecek yeni bir stratejik konsept tanıtılacak. Dikkatlerin üzerinde toplandığı ülke ise Türkiye olacak. Bu durum sadece Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurularına “teröre destek verdikleri” gerekçesiyle koyduğu rezervden kaynaklanmıyor. Türkiye NATO’nun yeni konseptinde en stratejik konumdaki ülke pozisyonda olacak.

        Türkiye, son yedi yıldır diğer hiçbir üye ülkede görülmediği şekilde ittifakla ilişkilerini sorgularken, ulusal çıkarları doğrultusunda yeni çözümler üretiyor. Zira NATO 2015’te Gaziantep’teki hava savunma sistemlerini geri çekerek Türkiye’yi Suriye’den gelebilecek füzelere karşı savunmasız bıraktı. Türkiye Amerika’dan Patriot hava savunma sistemi alamadı. NATO’nun şiddetli protestolarına rağmen haklı olarak S-400 füze savunma sistemini Moskova’dan aldı. Yine 2015’teki uçak krizinde Türkiye Rusya’ya karşı yalnız bırakıldı. Türkiye bölgesel denklem içinde ister istemez NATO’suz ayakta kalmayı öğrendi.

        NATO açısından Türkiye, ilişkilerin koparılamayacağı önemli bir ülke. ABD’den sonra ittifak içinde ikinci büyük orduya sahip ve Arnavutluk’la birlikte çoğunluğu Müslüman olan tek NATO ülkesi. Her şeyden önce Ankara, Karadeniz’e erişimi kontrol ediyor. Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarını desteklemiyor. Ve Ukrayna krizinde dengeyi bir şekilde koruma arayışında.

        Ukrayna’ya sağlanacak askeri desteğin artırılması ve Rusya’ya karşı ittifakın doğu kanadının güçlendirilmesi Madrid zirvesinin en önemli gündem maddesi olacak. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg dün (27 Haziran) yaptığı açıklamada Rusya’nın Ukrayna operasyonu sonrası ilk kez görevlendirilen NATO Mukabele Kuvveti’nin 40 bin olan asker sayısının 300 binin üstüne çıkarılacağı söyledi. Müttefiklerin hava savunmalarını güçlendireceklerini ve askeri malzeme stoklarını artıracaklarını belirtti ki bu kendi ifadesi ile Soğuk Savaş’tan beri ittifakın “kolektif caydırıcılığı ve savunmasının en büyük revizyonu” olacak.

        NATO, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana önemli ölçüde büyüdü ve sekiz Varşova Paktı ülkesinden yedisini entegre etti. Ancak Avrupa’da yıllardır düşen askeri bütçeler ittifakı zayıflattı. Şimdi pamuk eller cebe denecek.

        ABD’nin ittifak içindeki önemi, NATO ile AB arasındaki karmaşık ilişkiyi şekillendirmeye devam edecek. Birçok üye ülke, iki örgütün Madrid’de ortak bir bildiri kabul edeceğine güvenmişti. En ince ayrıntısına kadar müzakere edilen metnin, siber saldırılara karşı ortak savunma ve bir kriz durumunda daha yakın iş birliği ile ilgili olacağı konuşuluyor ki bunlar zaten bir dereceye kadar var olan şeyler.

        Özellikle Fransa, AB için daha fazla özerklik konusunda bastırıyor. Macron’un “stratejik özerklik” kavramı, en azından AB’nin NATO’dan bir ölçüde bağımsızlığını hedefliyor. Bu durum NATO’nun kuruluş amacına hizmet etmiyor. Yani diğer üyeleri daha aşağıda görme politikası… Ayrıca Ukrayna savaşında da gördük ki, AB, bir saldırı durumunda üyelerini koruyacak askeri araçlara sahip değil.

        Atlantik İttifakı'nın temel taşı hâlâ Amerika Birleşik Devletleri (ABD). Ancak ABD Başkanı Joe Biden’ın öngöremediği ve artık okumaktan zorlandığı dünya gerçekleri onu 2024’de çok ciddi riske sokacaktır. Bu durumda, Donald Trump geri dönecektir. En iyi ihtimalle sonuç, Cumhuriyetçilerin biraz daha az gösterişli bir hükümeti olacak. Ancak o zaman Çin’e çok fazla odaklanılacak.

        Diğer Yazılar