Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Merkez Bankası’nın (TCMB) yeniden 125 baz puanlık faiz artırmasının nedeni ne olabilir? Ya da soruyu şöyle soralım: TCMB son 2 ayda toplam 500 baz puanlık faiz artışı yaparak Gana ve Nijerya’nın politika faizlerinin de üzerine çıkıp fonlama faizini yüzde 17.25 yapma ihtiyacını neden duydu?

        Bu soruların literatüre uygun cevabı, “Merkez Bankası’nın enflasyon üzerindeki talep kaynaklı enflasyonu takip ettiği TÜFE Çekirdek Enflasyonu ve arz maliyetlerini izlediği Üretici Enflasyonu endekslerinde son 15 yılın zirvesine çıkılmış olması. Bu sürecin devamı halinde ileriye dönük enflasyon beklentilerinin iyice bozulacağından endişe edilmesi” olur.

        Eh, mayıs ayında gıda ve enerji hariç çekirdek TÜFE’de ulaşılan yüzde 12.64 ve üretici enflasyonunda aşılan yüzde 20 seviyesi, TCMB’nin gözünü gerçekten korkutmuş olabilir. Bu yüzden de, talep baskısını kontrol etmek için kredi maliyetlerini yükseltmek adına faiz artırmış olması anlaşılabilir.

        Ancak yukarıda bahsi geçen yüksek enflasyon problemi, acaba talep kaynaklı, yani canlı ve hızlı büyüyen bir iç piyasanın yarattığı bir sorun mudur?

        Gelin bu soruyu aşabilmek için iki ayrı göstergeye bakalım. İlk bakacağımız veri, BloombergHT Tüketici Güven Endeksi. Tüketicinin mevcut ve önümüzdeki döneme ilişkin beklentisini en iyi okuyabileceğimiz bu endeks, Ocak 2018’den beri geriliyor. Döviz kurlarında yaşanan yükseliş tüketici güvenini son 7 ayın dibine indirmiş. Demek ki hane halkı tüketimi üzerinden enflasyona baskı yapacak bir talep baskısından bahsetmek mümkün değil.

        Şimdi de ikinci indikatöre bakalım. Kredi artışı ve faizlerindeki değişmeler. TCMB verilerine göre ortalama ticari kredilerin maliyeti yıl başında yüzde 17’lerdeymiş. Mayıs sonunda ise bu oran yüzde 21’e çıkmış. Diğer yandan şirketlerin kredi kullanım hızının da yavaşladığını görüyoruz. Buradan da şunu çıkarıyoruz: Mevcut kredi büyüme hızı talep baskısı yapacak noktada değil.

        Bu durumda Merkez, faizleri artırarak ne yapmaya çalışıyor olabilir?

        Burada Merkez Bankası’nın finansal istikrarı yakalamak adına talep kaynaklı enflasyonla mücadeleden ziyade hızla artan maliyet enflasyonunu durdurmaya çalıştığını anlıyoruz.

        Türkiye’de maliyet enflasyonu birkaç kanaldan gelir. İlk akla gelen, kamu tarafından alınabilecek vergi, asgari ücret ayarlamaları sonucu üretimde oluşacak olan maliyet artışları olabilir. TCMB’nin buna karşı yapabileceği pek bir şey yok. Türkiye gibi enerji bağımlısı bir ekonomi için maliyet enflasyonunu artırabilecek diğer bir konu da petrol fiyatlarında küresel ortamda yaşanabilecek yükselişler olabilir. Yıl başından beri Brent Petrol fiyatı dolar bazında yüzde 15 yükseldi. Bu artış direkt ya da endirekt olarak üretici maliyetlerini etkiledi. TCMB’nin bu konuda da pek yapabileceği manevra yok (Ama hükümetin var. Son tahlilde gelen pompa fiyatındaki vergi oranını belli bir süre için düşürmek buna bir örnek).

        Gelelim son kanala: Kur artışı üzerinden gelen maliyet enflasyonu. Yıl başından beri ABD Doları’na karşı yüzde 15’in üzerinde değer kaybetmiş Türk Lirası içeride üretim maliyetlerine çok ciddi baskı yapmakta. Nitekim son 15 yılın rekorunu kıran yüzde 20’lik ÜFE oranı bu sıkıntıyı gösteriyor. ÜFE bu kadar yüksek seyrederken finansal istikrar yakalamak da mümkün değil.

        İşte TCMB’nin birçok kişiye “Yok artık!” dedirten son 125 baz puanlık artışı sanırım biraz da kurun soluksuz değer kaybını durdurabilmek ve hatta mümkünse yurtdışına “Arjantin’den sonra en yüksek faizi biz veriyoruz” mesajını iletebilmek için alındı.

        Bir başka ifadeyle, seçim öncesi mali politikalarda alınan kararların kendi kontrolünde olan enflasyonda yarattığı baskıyı gören Merkez dedi ki “O zaman ben de kendi göbeğimi kendim keserim”. Peki bu karar iyi mi oldu? Emin değilim...

        Diğer Yazılar