Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Nihayet haftalar sonra Türk varlıkları pozitif ayrıştı. Hem de ABD’den gelen güçlü veriler sonrasında yükselen ABD 10 yıllık faizleri ve dolar endeksine rağmen.

        Önce TL’den başlayalım. TL geçen hafta ABD Doları’na karşı yüzde 3.5’e yakın değer kazandı. Arjantin Peso’sundan sonra geçen haftanın en iyi performansı Türk Lirası’ndaydı. Aynı hafta içinde Rus Rublesi’nde, Güney Afrika Randı’nda yüzde 2’leri aşan değer kayıpları gördük.

        Morgan Stanley gelişen ülke kur endeksi ve hisse senedi endeksi geçen haftanın büyük kısmında değer kaybetti. Eylül ayının ilk haftasında gelişen ülke hisse senetleri ortalama yüzde 3.5 değer kaybetti. Birkaç örnek vermek gerekirse geçen hafta; Polonya Borsası yüzde 4.5, Rus Borsası yüzde 3.8, Meksika yüzde 2.7 değer kaybederken, BIST100 endeksi aynı haftayı yüzde 1 primli kapattı.

        Tahvil piyasasında özellikle de 10 yıl vadeli gelişen ülke tahvillerinde geçen haftanın en iyi performansı da Türk tahvillerindeydi. Eylül ayının ilk haftasında yerel para biriminden 10 yıllık Rus tahvilleri 50 baz puan, Endonezya 20 baz puan, Güney Afrika 15 baz puan artarken, 10 yıllık Türk tahvil faizleri 130 baz puan geriledi. Hafta sonu itibariyle 10 yıllık Türk Tahvil faizi yüzde 19.50’de ve gelişen ülkeler arasında en yüksek faizi veren 2. Ülke. Bu resim henüz değişmiş değil “Faiz hala çok yüksek.” Ancak eylül ayının ilk haftasına Türkiye’nin damgasını vurduğu aşikar.

        TÜRK VARLIKLARI NEDEN POZİTİF AYRIŞIYOR?

        Önce şunu net ifade edeyim: Yüzde 19.5 tahvil faizi, yıl başından beri yüzde 40 devalüe olmuş kur ve yine yüzde 20’ye yakın ilk 8 ayda değer kaybetmiş bir borsadan bahsettiğimiz yerde, sadece 1 haftanın sonucuna göre net yorum yapmak doğru olmaz. Bu sebeple şimdi sıralayacağım sebepler için yazının sonunda büyük bir rezerv koymuş olacağım.

        Şimdi gelelim yukarıdaki sorunun tahmini sebeplerine…

        Bence ilk sırada küresel piyasalarda geçen hafta çokça konuşulan “gelişen ülkelerde bulaşıcılık etkisi“ var. Normal bu etki negatif fiyatlanır. Ancak özellikle Türkiye ve Arjantin uzun süredir yatırımcının gözünde “en kırılgan gelişen ülkeler” kategorisinden çok sert satış yiyorlardı. Bir nevi gelişen ülke grubunun günah keçici olmuşlardı. Ne zaman ki yatırımcılar bu krizin bu iki ülkeyle sınırlı olmayacağını, diğerlerinin de durumun sıkıntılı olduğunu idrar ettiler, Türkiye ve Arjantin üzerindeki “kâbus” sonlandı. Yatırımcının fokusu diğer ülkelere kayınca aşırı satım gören bu iki ülke bir miktar nefes aldı.

        İkinci sıraya ise Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan beklenen faiz artırımını koyuyorum. Hafta başı açıklanan Ağustos enflasyonu sonrası TCMB’nin “13 Eylül Toplantısını bekleyin” mesajı ve üzerine Bakan Albayrak’ın Londra ziyareti sırasında “TCMB’nin bağımsızlığına” yaptığı vurgu , piyasadan ciddi bir faiz artırımı beklentisini güçlendirdi. Piyasa TCMB’den 400-500 baz puan artış bekliyor. Ben bunun tek seferde yapılabileceğini düşünmüyorum. Ancak TCMB’nin Eylül toplantısında yapacağı ilk artış sonrası yıl sonuna kadar artırım sürecine devam edeceğini belirtmesi de sanırım bu algıyı kuvettli tutacaktır.

        Son sıraya da Türkiye ve dış politika temasını koyuyorum. AB ile geliştirilen ilişkiler zaten bir süredir piyasanın not ettiği pozitif temalardı. Suriye konusunda da başta ABD ve Almanya’nın Türkiye’nin tezine yakın ifadeler kullanması da piyasaların gözünden kaçmadı. Uzunca sürenin ardından Türkiye ve batılı müttefikleri dış politikada bir konuda aynı sayfada buluşuyor olmaları “Türkiye başka bir eksene mi geçiyor” kaygıları olan yatırımcı için olumlu bir gelişme oldu. Nihayet bir çok yatırımcı konjonktürel gelişmelere karşı Türkiye’nin dinamik bir dış politika süreci yönettiğini gördü.

        Bunun yanında Türkiye Ekonomi yönetiminden ısrarla verilen “Para politikalarıyla uyumlu mali politikalar“ ve cari açık ve enflasyonla topyekün mücadele açıklamaları da pozitif ayrışmanın sebepleri arasında.

        Şimdi gelelim rezervime…

        Yukarıda yazdığım sürecin devamı bizim pozitif ayrışmamıza devam etmemizi sağlayacaktır. Ancak içeride yüksek kur, yüksek faiz sarmalı hem reel sektörü ve dolaylı olarak bankacılık sektörünü vuruyor.

        Arka arkaya gelen konkordato açıklamaları da bunun göstergesi. Reel sektördeki mevcut durumun bankacılık sektörünün bilançosunda kalıcı ve tamiri çok zor zararlar bırakmadan izole edilmesi şart. Nihayetinde pozitif de ayrışsak, enflasyon yüksek kaldığı sürece içeri para çekebilmek için faizi yüksek tutmak zorunda kalacağız. Keza kurda da yakın zamanda hızlı bir geri çekilme beklemiyorum.

        Bu sebeple mutlaka ekonomide reel sektör – bankacılık sektörü ilişkisine odaklanıp mevcut krizin diğer organlara atlamaması için yapılması adım atmalıyız.

        Diğer Yazılar