Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Merkez bankalarının faiz kararları dünyanın her yerinde tartışma konusu oluyor. Biz Türkiye’de bu tür tartışmalara alışığız. En son TCMB’nin 625 baz puanlık faiz artışı sonrası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları hatıralarımızda. Erdoğan yakın zamanda “Yüksek faize karşıyım. Sabrımın sonunda geliyorum” dedi ve “TCMB’nin faiz artışlarına rağmen enflasyonu dizginleyemediği” mealindeki eleştirilerini yineledi.

        Geçen hafta FED son 3 yıldaki 8. faiz artışını yapınca, ABD Başkanı Trump da benzer açıklamalar yaptı. Trump “ .. ben ekonomiye ayağa kaldırmaya çalışırken, FED’in agresif faiz artışları bana yardımcı olmuyor. FED dengelenme için faiz artışı dışında başka yöntemler bulmalı” dedi.Trump daha öncede “Fed’in sürekli faiz artırması hiç hoşuma gitmiyor. Bu ekonomi için iyi değil” demişti.

        Bir başka ülke, İngiltere’de de Merkez Bankası Başkanı Mark Carney’in “Anlaşmasız Brexit’in kaos getireceği“ açıklamalarına, Parlamento’dan “Sen kendi işine bak!” mealinde ağır eleştiriler geldi.

        Merkez bankası politikaları ve siyasetçiler arasında devam edegelen tartışmalara, G. Afrika’dan, Rusya’dan, Hindistan’dan hatta ECB'ye “normalleşmede ağır davranıyorsun” diyen Almanya'dan örnekler verebilirim.

        Sonuçta konu hep aynı! Merkez bankaları ne zaman faiz artırmaya kalksalar, ne zaman sıkı para politikası uygulamalarına geçseler, ne zaman finansal istikrarı ön plana çıkarsalar, siyaset tarafından ağır eleştirilere maruz kalıyorlar.

        Merkez bankaları bağımsız mıdır?

        MERKEZ BANKALARI BAĞIMSIZ MIDIR?

        1929 Büyük Buhran sonrasında, Amerika Birleşik Devletleri’nde Kongre, FED’e para politikasını bağımsız bir şekilde oluşturabilmesi için daha fazla yetki vermeye başlıyor. Bu tarihten sonra FED’in en büyük oyun kurucu merkez bankası olarak siyasetten bağımsız karar alabilme yeteneği, her geçen sene artıyor.

        1970’lerin başında ABD Kongre’sinden çıkan bir karar ile FED’in görev tanımı ve bağımsızlığı anayasal koruma altına alınıyor. Bu karar ile FED’e “Maksimum istihdamı ve fiyat istikrarını uzun vadeli faizler ile kontrol altında tutma” görevi veriliyor.

        1997 yılında İngiltere Merkez Bankası operasyonel bağımsızlığını kazanıyor, 1998’de Avrupa Merkez Bankası siyasetten bağımsız olarak kuruluyor.

        Görüldüğü üzere dünya üzerinde faaliyet gösteren merkez bankaların büyük çoğunluğu anayasaları tarafından verilen görevleri yerine getirmek üzere (TCMB dahil) araç ve amaç bağımsızlığına sahipler.

        Ancak bu bağımsızlık durumu yazının ilk paragraflarındaki tartışmaları ortadan kaldırmıyor. Bunun sebebini Nobel Ödüllü ekonomist Stiglitz şöyle açıklıyor “Özellikle büyük finansal krizler sırasında bağımsız merkez bankaları kendi görev tanımları dışına çıkıp, ekonomilerde çöküşü engelleme amaçlı yeni rollere bürünüyorlar. Tahvil alımları, negatif faiz gibi uygulamalarla devreye girip normalde politikacıların alması gereken elzem kararları almalarını geciktirip, siyasilerin hatalarının üzerlerini örtüyorlar.” İşte bu durum siyasilerin üzerine bir merkez bankası bağımlılığı yaratıyor. Bu sebeple de ne zaman iki taraf üzerine öncelikler ayrışsa, siyasetçiler merkez bankalarını suçluyor.

        Sonuç?

        Merkez bankaları bazen tek, bazen ikili hedefler verilmiş ve istediği araçları kullanma konusunda serbest bırakılmış, para politikasını belirleyen etkili kurumlardır. Ancak ekonomi yönetiminin sahipleri yani mali politikaları belirleyen siyasetçilerdir. Bu iki kavram ne zaman birbirine karışsa ortalık da aynı hızla karışır. Esas olan mali politikalardır. Onun sonuçlarını dengeleme görevi ise para politikalarındadır.

        Diğer Yazılar