Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aralık ayında seçim yapmak İngiltere’de geçen yüzyılda sadece 3 defa başvurulmuş bir uygulama. Tahmin edebileceğiniz gibi, saat 4’de kararan gün ve soğuk hava, İngilizlere Aralık ayında seçim yapmanın akıllıca bir tercih olmadığını öğretmiş.

        Peki tecrübeyle sabit olan bu duruma rağmen, Britanya 12 Aralık 2019 tarihinde genel seçim için neden sandık başına gidiyor?

        Hatırlanacağı üzere, 2016 Brexit Referandumunun ateşli savunucularından olan Boris Johnson, Theresa May’in Brükselle yaptığı "Geri Çekilme"anlaşmasını beğenmemiş ve parti içinde örgütlediği vekillerle beraber, Brexit sürecini bloke etmişti. Bu mücadelenin sonunda, nihayet yaz ortasında May’in istifası sonucu, Johnson hayallerini süsleyen Başbakanlık koltuğuna oturdu.

        Johnson Başbakan seçildikten sonra, uzun süre AB ile pazarlık yaptı. Hatta “Anlaşmasız Ayrılık” blöfünü dahi kullandı. Johnson bütün bu çabalarının sonunda, kendi geri çekilme anlaşmasını Brüksel’le imzaladı. Ancak hala bir sorun vardı “ Parlamento, Johson’un AB’den ayrılma anlaşmasını seçim şartına bağladı”. İngiliz Parlamentosu aldığı kararla, bir yandan Johnson’un “Brexit Geri Çekilme Anlaşmasını” onayladı ve diğer yandan da öncesine erken seçim kararı alarak “Britanya seçmenine bir kez daha düşünmesi” için imkan sağladı.

        Brüksel’in Birleşik Krallık’a Brexit için verdiği son tarih 31 Ocak 2020 olduğu için, İngilizler 100 yıl içinde 4. kez Aralık ortasında sandığa gitmek zorunda kalıyor.

        Seçim Brexit’ten, ekonomik vaatlere döndü…

        Birleşik Krallık’ta Kasım başında erken seçim kararı alındığında genel kanaat, seçmen gözünde bu seçimin 2. Brexit Referandumu gibi algılanacağı yönündeydi.

        Nitekim Boris Johnson kampanyasını “Lets get Brexit Done / AB’den ayrılma işini tamamlayalım” mottosu üzerine kurdu. Muhafazakar Parti seçim kampanyasında, halkın Brexit Referandumu ile AB’den ayrılma kararı verdiğini ve bunun yeniden tartışmaya açılmaması gerekliliğinin altı çizildi.

        Johnson ayrıca Brexit kararının tartışmaya açılmaması için, ülkedeki sağlık, güvenlik, eğitim ve hatta internet altyapısının yetersizliğini bile AB üyeliğine bağladı.

        Yıllık 860 milyar Pound’luk bütçesi olan Birleşik Krallık’ın, AB anlaşması sebebiyle Brüksel’e her yıl yaklaşık 20 milyar pound civarında kaynak aktarmasını ülkedeki bütün eksiklerin sebebi olarak gösteren Johnson, Brexit sonrası bu israfın biteceğini ve şartların iyileşeceğin müjdesini verdi. Johnson’un seçim vaatleri arasında Brexit sonrası alınacak 20 bin polis, 6 bin yeni semt polikinlik doktoru dahi var.

        Jeremy Corbyn seçimi Brexit dışına taşıdı…

        Geçtiğimiz dönemde İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn, kendi seçmeni tarafından Brexit konusunda net tavır koymadığı iddiasıyla ağır eleştirildi. Eleştirilmekle kalmadı ve AB yanlısı Liberal Demokrat Parti’ye ciddi geçişler yaşandı.

        Corbyn’e defalarca “Yeni bir Brexit referandumu ister misiniz?” sorusu soruldu ancak Corbyn bunları hep pas geçti. 12 Aralık'ta seçim kararının alınmasından sonra ise İşci Partisi Lideri taktik değiştirdi ve “Seçimleri kazanırsak Brüksel’le çok daha adil ve İngiltere’yi yormayacak bir çıkış anlaşmasında anlaşacağız ve 2. kez referanduma giderek halka, bu taslağı mı yoksa AB’de kalmayı mı istersiniz? diye soracağız” dedi. Ancak olası bir 2. Brexit Referandumunda kendi tercihinin ne olacağını hala açıklamadı.

        İşçi partisi seçmeninin büyük kısmı ise AB’den ayrılma sürecinde, Jeremy Corbyn kadar net değil. Hatta ciddi bir kısmı ayrılmak istemiyor. Bu sebeple, Corbyn’in seçimlere çok kısa süre kala gündemi Brexit’in dışına çıkartıp, sol seçmeni mobilize etmesi gerekiyordu. Hatta sadece sol seçmenin yetmeyeceğini gören Corbyn’in muhafazakar seçmenin de oyuna talip olacağı bir kampanya yürütmesi şarttı.

        Bu seçimi son şans olarak gören Corbyn, yukarıda bahsettiğim şartları da göz önüne bulundururak, son dönemin en iddialı, en bol vaatli ve en populist seçim kampanyasını sahaya koydu.

        Corbyn’in kampanyasının en vurucu yanıİngiltere’deki yüksek oranlı gelir dağılımı adaletsizliği ve onun getirdiği zorlu hayat mücadelesi.

        OECD rakamlarına göre İngiltere gelir dağılımı adaletsizliğin en ağır yaşandığı 8. ülke. Gelişmiş ülkeler arasında ABD’den sonra gelir dağılımın en bozuk olduğu yer İngiltere.

        Corbyn’in de seçim manifestosunun radarında gelir dağılımı adaletsizliğini en sert hisseden İngiliz seçmen var. Saatlik minimum çalışma ücretini 10 pounda yüksetlmek, kamu çalışanlarına seyanen yüzde 5 zam, dar gelirliler için 150 bin sosyal konut, ücretsiz internet ve 65 yaş üstü emeklilere evde bakım imkanı Corbyn’in vaatleri arasında.

        Corbyn’in vaatlerini yerine getirebilmek için gözüne kestirdiği kesim iseyüksek gelir grubundakiler, büyük şirkeler ve yabancı teknoloji şirketleri.Gelir vergisinde üst dilimin yüzde 50’ye çıkartılması, kurumlar vergisinin yüzde 26’ya çıkartılması ve Facebook, Google gibi şirketlere ekstra vergi getirilmesi Corbyn’in manifestosunda yer alan hamleler.

        Johnson’un İngiliz Gururu mu? Corbyn’in “Adil Yaşam” mottosu mu?

        Kısa bir süre öncesine kadar genel kanaat Johnson’un muhafazar / sağ seçmeni Brexit kozu ile mobilize edeceği ve seçimlerden istediği sonucu alacağı yönündeydi. Hatta finans çevreleri, Corbyn’in sosyalizm kokan vaatlerini “İngiliz ekonomisi için felaket olur” diye sert eleştirmeye başladılar.

        Ancak sokağın dili farklı olabilir.

        İngiltere’de hane halkının gelir düzeyi açısında en alttaki yüzde 20’sinin, 15 bin pound gelirin altında bir gelirle yaşamak zorunda olduğu ve en zengin yüzde 20 ile en fakir yüzde 20 arasında 12 kat fark olduğu düşünüldüğünde, Corbyn’in söylemlerinin karşılığının olduğu kanaatindeyim.

        Diğer Yazılar