Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Psikiyatr Erdoğan Çalak, artan tüketim hevesi ve teknoloji bağımlılığının özel hayatı sabote ettiğini, aşkın soyunun tükendiğini söylüyor ve ekliyor: “İnsan ilişkisinin bu kadar kıymetsizleştiği başka bir dönem olmamıştır”

        Çarşambagünü ilk bölümü yayınlanan psikiyatr Erdoğan Çalak röportajının devamı... Çalak artan tüketim hevesi ve teknoloji bağımlılığının özel hayatı sabote ettiğini ve bir kısırdöngüye yol açtığını şu sözlerle anlatıyor:

        “Bugün insanlık sevmek yerine oyuncaklarla oyalanmaya çalışan çocuk halinde. Böyle büyüyen insanlar ailenin ortadan kalkmasına zemin hazırlıyor. Birisi bir odada maç seyrederken, diğeri başka bir odada dizi izliyor; karı- koca arasındaki bağ gittikçe zayıflıyor, birbirine olan yatırımı azalıyor ve bu da uzaklaşmaya yol açıyor...”

        Peki ya cinsellik?

        Aşkın soyu tükenirken cinselliğe de ihtiyaç kalmıyor. İlişki başlıyor, 3 gün sonra sıkılmaya başlıyorlar. İhtiyaç kalmadı, dürtü kalmadı. Erkekler mastürbasyonla, kadınlarsa dürtüsüzlükte rahat ediyorlar. İnsan ilişkisinin bu kadar kıymetsizleştiği başka bir dönem olmamıştır. Bir insana ihtiyaç duymak yerine oyuncaklara yöneliyor... Telefonunu eline alıp onunla meşgul oluyor, günlerini, gecelerini böyle geçirebiliyor. Ne oluyor o zaman, hayatında bir şeyi kullanmayı kendisi için doyum haline dönüştürmüş olan insan kendisini de çok kolay kullandırtıyor. Çözüm diye aranan şeyler problemi büyütüyor. Acaba diyorum kutsal kitapların kıyamet filan dediği bu mu?

        ÇEKİRDEK AİLENİN DOĞUŞU

        Önceleri nasıldı ki?

        Aslında 1950’lere kadar dünyanın sürekli geliştiğini görebilirsin. Bundan 200 yıl öncesinin aile sisteminde kadınla erkek akşamları görüşüyordu, kadınlar kendi aralarında, erkekler kendi aralarında bir dünyaları var. 1700’lü, 1800’lü yıllara gittiğin zaman idealize bir aşk var. Verem oluyor aşkından. Ama doğru düzgün bir cinsellik, yakınlık, aşk ilişkisi yok. Çocukları yaşlı kadınlar büyütüyor, kadınlar çalışıyor. 1800’lü ve 1900’lü yıllardan itibaren çekirdek aile oluşuyor; çocuklara ailenin, annenin bakması norm oluyor ve ortaya çok parlak bir kuşak çıkıyor. Daha çok keşiflerin, icatların yapıldığı, teknolojide, bilimde sıçramaların olduğu bir döneme giriyor insanlık. Fakat başka yan tesirler çıkıyor. Bu sisteme geçildiğinde babalar kızlara, analar oğullara bir düşkünlük gösteriyor. Histeri dediğimiz bir hastalık kategorisi çıkı- yor ortaya. Daha önceki çağlarda öyle değil. Çekirdek ailenin oluşması kendi içinde bir sürü problemi getiriyor. Milliyetçilik çıkıyor. Çünkü çocuk sahibi olmanın dayandırıldığı şey topluma iyi yetişmiş, başarılı vatandaş katmak oluyor. Bu sefer yetiştirilen insanlar, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nda ölmek durumunda kalıyor.

        Sonra?

        İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kadın-erkek ilişkisinin, ailenin yeniden idealize edildiği ve daha yaşanılabilir bir dünyaya çocuk yetiştirmek anlayı- şında bir dönem var. 1950’lerin başıyla 60’ların ortalarına kadar doğanlar o altın çağdan nasibini almış bir kuşak. Kadının kadın gibi olması, erkeğin erkek gibi olması veya önce çocukları düşünüp sonra büyüklerin düşünülmesi, çocukların güvenli ve iyi olduklarından emin olmadan büyüklerin kendine zaman ayırmaması gibi daha fazla sevgi içeren bir dönem bu. Ama bu dönemde sanki insanlar okula giderlerse ve eğitilirlerse zaten mutlu olurlar gibi bir anlayış başlıyor. Modernist bir damar. Çocuğa verilmesi gereken duygusal katkı yerini yavaş yavaş “İyi eğitim görsün” anlayışına bırakıyor. Bu da bir takıntı haline geliyor. Bence önemli bir şey atlanıyor: Özel hayat bir içsel deneyim alanıdır. Özel hayat bilgiyle yaşanamaz, duygularla yaşanır.

        Peki kendi duygusunu tanıyamayanlar nasıl yaşar özel hayatı?

        Birbirlerini anlamayan, karşı tarafa kendini anlatamayan, kendini anlamadığı için anlatamayan insanların oluşturduğu sisteme dönüşüyor. Bireyselleşmiş toplumlarda beklentiler karşılanmayınca, aile dışı ilişkilere kayıyor insanlar. Bir insanın kalıcı bir sevgi ilişkisi götürebilmesi ve o ilişkide cinselliğin azalmadan sürdürülebilmesi için insanların minimum problemli hale gelmesi lazım.

        (Erdoğan Çalak)

        KADININ ÂŞIK OLABİLECEĞİ GİBİ BİR ADAM

        Aşk da tükeniyor diyorsunuz ya, biraz açar mısınız!

        Eskiden bir erkek çocuk yetiştirilirken bir kadının âşık olabileceği bir insan olarak büyümeye çalışırdı. Onunla ilgili sorumluluk alabilmek, o sorumluluğun gereğini yerine getirebilmek gerekiyorsa onu korumak için ölümü göze almak gibi özellikleri olsun istenirdi.

        Şövalye ruhu gibi mi?

        Aynen. Bu ruh normal bir aile içinde büyüyen bir erkek çocuğun ruhuna işlenirdi. Yalan söylemeyen, dürüst, çalışkan, disiplinli, gereğini yapabilen, güvenli, korkuları tarafından yönetilmeyen falan filan. Bu profil kadınların âşık olacağı profildir. Kadın beraber olduğu adamda o profili ne kadar buluyorsa, o kadar cinsel hayatı olur.

        Peki buldum sanıp bulamazsa ne olur?

        Bir süre sonra ilgisi kalmaz, ayrı odalarda yaşamaya başlarlar, cinsel hayatları biter. Kadın aşkla bağlanacağı adamı ister. Saçını iyi tarayan, bilmem ne marka giyip kendini görünür kılmaya çalışan birisi değildir âşık olunacak adam. Erkeğin bu ideali bırakıp iyi pazarlamacı, hiçbir şeyden eksik kalmamaya çalışan bol oyuncaklı bir şeye dönmüş olması en çok kadına kaybettirir. Kadının aşkla bağlanacağı insan kalmayınca çoluk çocuğa yönelir. İşte bu yüzden kadınlar erkeklerden daha çok antidepresan kullanıyor.

        ‘Sevemeyenlerin canı sıkılır’

        İlişkilerdeki aşk eksikliği çocuklara nasıl yansıyor?

        Anne-babaların birbirlerine olan yatırımı azalınca, çocukları bir tutunma nesnesine çevirirler. “Aşkım aşkım” diye çocuğu kendilerine bağlamaya çalışırlar ya da anne-baba arasındaki duygusal alışveriş eksikliği dünyayı o kadar sıkıcı bir hale getirir ki, çocuk oturur, bütün gün çizgi film seyreder. Ondan sonra bir ilişki kuramayacak, yürütemeyecek, ilişki ihtiyacını minimumda hissedecek ama ağır bir şekilde can sıkıntısından şikâyetçi, o can sıkıntısını gidermek için de abuk sabuk yollar bulmaya, uyuşturucuya kadar kaymaya eğilimli insanlar yetişir. Uyuşturucunun altındaki en önemli sebep can sıkıntısıdır. Can sıkıntısının sebebi de sevemiyor olmaktır. Sevebileceksin ki çocuk sevmeyi öğrensin.

        ‘Anneler, çocuklarına kendileri bakmalı’

        ‘Küresel Sistemde İnsan Kalmak’ adlı kitabınızda sıklıkla “Çocuğa ilk 3 sene annesi baksın” diyorsunuz...

        Annelik tıpkı sevişme gibidir, akılla yapılmaz. İnsanın içinden gelmeli. İnsanlar eğer bir şeyi düzeltmek istiyorlarsa en önemli mesele kendi çocuklarına bakmaya çalışacaklar. Çok iyi altından kalkacaklar mı? Hayır ama çaba sarf edecekler ve bu desteklenecek. Annelerin çocuklarına kendilerinin bakmaları, toplum tarafından desteklenmeli. İsveç’te, Norveç’te olduğu gibi. O toplumlar annelerin maaşını ödüyor çünkü biliyorlar ki problemli bir çocuğun topluma maliyeti çok daha yüksek olacak.

        Ya babalar?

        Kocalarının desteği eksik. Kocalar eğer iyi bir annelik almadılarsa uzun süreli, kalıcı ilişkilerde eşlerini anne yerine koyma eğilimi gösterirler. Bu da cinsel hayatı bitiren sebeplerdendir. Cinsel disfonksiyonlara neden olur. Böyle bir durumda baba çocuktan uzak durur, çocuğa öfkesi olur. Ya da anneden uzak durur, iş icat eder. Bir ilişkiyi özel yapan şey insanların o derin katta uyanmasıdır. Bu da içindeki bebeksi tarafın uyanmasıdır; uyanmıyorsa ilişki mantıklı bir ilişki olur ama aşk ilişkisi olmaz. İnsan dünyasının bütün zenginliği devre dışı kalmış olur. Ondan sonra da “Canım sıkılıyor”, sıkılır tabii...

        Bir fotoğrafın peşinde

        Kitapta insanların hayatın değil, fotoğrafın peşinde olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu ne demek?

        İnsanlara bak, herkesin fotoğ- rafı olmalı, beğeni almak peşindeler. Fotoğraf dediğin şey iki boyutlu, derinliği olmayan bir şey. İnsan bunun peşinde niye koşar ki? Duygu dünyanı çöpe atman gerekiyor fotoğraf olmak için. Eskiden ayıplanan şeylere herkes hayran hayran bakıyor artık. Bu ne demek; sistem hasta demek.

        Neden oluyor bütün bunlar?

        Sistemi dejenere edecek çok sebep var. Ancak ciddi bir dikkat, bilgelik ve ahlak sahibi insanlar tarafından yönetilen toplumlar bu tuzaklara düşmez. Şirketler tarafından yönetilince böyle oluyor. Bütün hikâye o. Niye bunlar oldu, çünkü dünyayı şirketler idare etmeye başladı.

        Şirketler de insanı değil, parayı önemser...

        Şimdi insanlığın o şirketlerden kurtulması gerekiyor. Yetkiyi, iktidarı, onların gücünü ellerinden alması gerekiyor. Batı sistemi mesela şunun farkında: Eğer basın özgür olmazsa iktidarlar dejenere olur. Kontrol mekanizması olmayan sistemler çöker. Hem şirketlerin, hem vatandaşların, hem yöneticilerin hem de tüm dünyanın başına bela olur.

        Diğer Yazılar