Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        21. yüzyılda insanlığa karşı o kadar çok ayıp yaşandı ki, ‘bu ayıp kimin’ artık bilen yok. Aylan Kurdi... İsmini anımsadınız mı?

        Hatırlamadıysanız, fotoğrafını bilirsiniz. Ayakkabıları, kırmızı tişörtüyle kıyıya vurmuş, bir kucağa sığan küçücük beden. Dünya ayağa kalkmıştı (!) ‘Başka Aylan bebek ölmesin’ diye Avrupa kapılarını kısmen de olsa göçmenlere açmıştı.

        İki yüzlülük uzun sürmedi, dünyanın kan emici neokanlarının politikaları çoluk, çocuk, masum yüz binlerce insanın hayatına mal oldu. Daha geçen hafta Kocaeli’nde batan mülteci gemisinde 2 çocuk boğuldu. Onların adını dahi kimse bilmiyor. Çünkü göçmenlere acıma modası geçti! Şimdi farklı bakışlar söz konusu.

        *

        Maskeler düştü, kel göründü. Bilhassa İstanbul’da fark kendini belli ediyor. Bazı semtlerde halkın neredeyse dörtte biri Suriyeli. Bindiğim belediye otobüslerinde mutlaka Arapça konuşulduğuna tanık oluyorsunuz. Türkler, hayatlarının ortasına oturan yabancılara tepkili. Mesela gözümün önünde orta yaşın üzerinde bir kadın otobüste gürültü yapan Suriyeli gençlerin üzerine yürüdü.

        “Bizim gençlerimiz sizin topraklarınızda ölüyor. Siz burada eğleniyorsunuz” diye bas bas bağırıyordu. Diğer yolcular onu alkışladılar.

        ‘Haklı olabilirsiniz ama lütfen nefret kültürünü yaymayın’ demek istedim, diyemedim. Annemle bir züccaciye dükkanına girdik. Arkamızdan 3 Suriyeli kadınla gelen bir çocuğu, annem çantasını kurcalarken yakaladı. Dükkan sahibi tekme tokat onları dışarı çıkartırken, “Suriyeliler’i istemiyoruz” diye bağırıyordu. Bu kez susmadım. “Ne ilgisi var, her milletin aralarında hırsızı da vardır, yan kesicisi de” diyerek dükkan sahibini uyardım. Bu kez annem kızdı, “iyi de benim çantamı açtılar, her yerdeler” diyerek. Resmi rakamlara tam yansımasa da İstanbul’da yaşayan Suriyeli sayısı 3-4 milyon kişiye ulaşmış olmalı.

        Bir de madalyonun öte yüzü var; Şık bir restoranda, hali vakti yerinde Ortadoğulu bir aileyi garsonun eğilerek karşıladığını görünce gülümsedim.

        Ne de olsa para her zaman en iyi içselleştirme, toplumsal bütünlük yaratma aracı! Ancak öte yan, acılar ve karmaşıklaşan sorunlarla dolu. Başlarda Suriyeliler’e merhametle yaklaşır, yemekler götürülürken, şimdi ‘ne halleri varsa görsünler’ algısına doğru hızla sürüklenmekteyiz. Ege kentleri neyse ki henüz İstanbul gibi değil. Münferit olayları saymazsak ‘önce insan’ bakışı şükür ki hala hakim.

        Ancak, konuyu hafife alan siyasi politikalar, plansız yaklaşımlar, Suriyeliler’e ayda 700 TL verince sorunları çözebileceğini sanan anlayış ve artan nefret kültürü İstanbul’u tehlikeli bir boyuta taşımış. Ve yazık ki; ürkütücü bir nefret kıskacı üzerimize doğru geliyor!

        Diğer Yazılar