Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ekmek almaya giden çocuğun öldürüldüğü, minibüse binip okuldan evine dönmeye çalışan genç kızın tecavüze uğrayıp yakıldığı, kartopu oynayan meslektaşımın bıçaklandığı bir ülkede yaşıyoruz. Gözleri bürüyen kinin, ellere bulanan kanın giderek arttığı, vicdanın kalmadığı, çirkinliğin boydan boydan sardığı, ötekileştirmenin zirvesine çıkmış, sevgisizliğin dibine vurmuş bir ülkede... Çivisi çıkmış memleketimde kendimi yabancı gibi hissediyorum haliyle.

        Edip Cansever’in “Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız. Kaç kere yalnız ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan olmalarımla” dizeleri çınlayıp duruyor içimde. Gözlerimde kurumayan yaşlar, midemde geçmek bilmeyen bir bulantı, yaşama sevincim yok olmuş bir halde, cinnetin eşiğinde tutunacak bir dal arıyorum kendime. Ruhuma oksijen gitmesini sağlayacak bir alan, yalnızlığımı paylaşacak bir nefes, benimle dertleşecek bir ses arıyorum. İşte böyle bir dönemde, doğup büyüdüğü yerde kendini yabancı gibi hissettiğini söyleyen Fransız yazar Bernard Marie Koltès’in ‘Ormanlardan Hemen Önceki Gece’si yeniden girdi hayatıma. Önce metniyle, ardından da metnin biriken’in rejisi ve Rıza Kocaoğlu’nun performasıyla tiyatro sahnesinde can bulmuş haliyle...

        ŞİİR GİBİ BİR METİN

        Yaşadığı ülkede yabancı olmaya mahkûm edilmiş bir adamın, ikiyüzlü sisteme isyanını anlatıyor metin. Yağmuru dinmeyen bir gecede; korkularını, arzularını, düşüncelerini, öfkelerini, gerçekleri haykıracak birini arayan bir adam var metinde. Sevgisizlik, yalnızlık ve umutsuzlukla lanetlenmiş bir şehrin pisliğinin arasında melek gibi bir şey aradığını söyleyen bir adam. Bilmediğim adını, iç sesimin çığlığı koyduğum bir adam. Parası yok, işi yok, kalacak bir odası yok ama cebinde paylaşılmaya hasret kelimesi çok.

        Sonunda aradığını buluyor ve “Arkadaş” diye seslenerek onunla dertleşmeye koyuluyor. Monolog şeklinde akıyor bu dertleşme. Kiminle konuştuğu muamma, belki de çocukluğuyla konuşuyor. Dalgalı bir denizi andırıyor kurduğu cümleler. Kıpırdayan her şeye, özellikle de rengi başka olanlara, kendileri gibi kıpırdamayanlara ateş eden bir general ile askerlerinden bahsederken; o dalgaların arasında boğulacak gibi oluyor insan. Aşkın yalan halinden dem vururken de öyle... Söz aşkın yalın haline geldiğindeyse kendini dalgalarla dans ederken buluyor. Uzun lafın kısası sertliği naifliğinden bir metin Koltès’inki, şiir gibi...

        RIZA YİNE IŞILDIYOR

        Bu 37 sayfalık şiir gibi metnin hiç noktası yok, cümleler virgüllerle bağlı birbirlerine. Hakkını vererek, duygusunu-düşüncesini seyirciye geçirerek sahnelenmesi o kadar zor ki... Her satırı çok kıymetli, her cümlesinin soluduğumuz havaya karışması gerekiyor. Ayberk Erkay’ın Türkçe’ye çevirdiği oyunda emeği geçen herkesi zoru başardıkları için tebrik etmek gerekiyor. Rıza Kocaoğlu, ilk kez tek kişilik bir performansla sahnede. En son DOT’un ‘Festen/ Kutlama’sında tiyatro sahnesinde izlemiştik onu.

        Ruhumda tütüyordu. Sahnede başka türlü ışıldayanlardandır Rıza. “Yalnızlığı fazlasıyla içimde hissettiğim bir döneme denk geldi” dediği bu oyun onu ne kadar heyecanlandırdıysa, onu yeniden sahnede izleyeceğim için o kadar heyecanlanarak oturdum seyirci koltuğuna. Hayatın içinde kendine özgü bir duruşu, rengi olan adamlardandır Rıza. Bedeli ne olursa olsun kıpırdayanlardandır. Oyunun sözü çok yakışmış ona. Dilinden değil, yüreğinden dökülen sözcüklerle seyirci karşısında. Çok yüklü bir ezberin altından ustalıkla kalkmış. Beden dilini şahane kullanmış, bedenini oyunun şiirine katmış. “Koltès bir yerlerden oyunu izliyorsa, metindeki ‘Buradasın işte! Seni seviyorum arkadaş!’ cümlesini Rıza için kuruyordur” dedirtti bana performasıyla. Biriken’den Melis Tezkan ile Okan Urun’un rejisi ve sahne tasarımı özenle işlenmiş bir oya gibi. Adamın cebinde kelimesi çok dedim ya; o çokluk Jesse Gagliardi’nin uyguladığı minimal bir dekorla dengelenmiş.

        Bir oda; adamın tüm dalganışlarının, inişlerinin-çıkışların seyirciye yansımasını sağlayan bir rampa ve arkada barkovizyon... Derinliği yalınlığında gizli bir reji ve dekor... Kemal Yiğitcan’ın ışık, Ömer Sarıgedik’in ses ve müzik tasarımı eşliğinde bu derinlik insanın ruhuna işliyor. Simge Büyükedes ve İklim Tamkan’ın yorumuyla Vivaldi’nin ‘Sposa son disprezzata’sı da eklenince hayatın pisliğinin içinde karşılaştığım için ne kadar teşekkür etsem az bu dupduru tablonun içine, gözyaşlarım sel oldu. Rıza “Yağmur” dedikçe, gözlerimden yaşlar süzülüyordu.

        İÇİMDE BİRİKEN’LERİN ÇIĞLIĞI

        Ruhuma oksijen gitmesini sağlayacak bir alan, yalnızlığımı paylaşacak bir nefes, benimle dertleşecek bir ses aradığımı söylemiştim ya; ‘Ormanlardan Hemen Önceki Gece’ hepsiydi benim için. Içimde birikenlerin yarattığı yalnızlığı biriken’le paylaşmanın, aynı şeylere dertlendiğim pırıl pırıl insanların olduğunu bilmenin huzuruyla ayrıldım oyunun sahnelendiği Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nden. Rıza’nın yüreğiyle birlikte vücudunda da yazan ‘Daha güzel bir dünya mümkün’ sözü geldi aklıma, “Böyle insanlar varken mümkün” diye gülümsedim. Oyunun biletleri www. zorlucenterpsm.com’da ve 0850 222 67 76 numaralı gişede. “Sevgiyi ıskalama, bu oyunu kaçırma arkadaş!” diye sesleniyorum size.

        Diğer Yazılar