Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MEMLEKETE dünyaca ünlü bir star gelecek olsa günler öncesinde başlıyor sıkıntılarım(ız). “Nasıl gidilecek?”, “Nasıl çıkılacak?”, “Kaç saat ayakta bekleyeceğiz?”, “Neden tam zamanında çıkmazlar?”, “Hayır yurtdışında çıkıyorlar bizim memlekete gelince ne oluyor bunlara” tadında kafamda deli sorular cirit atıyor. Tabii Justin Timberlake’te de bu klasik yaşandı. Gündüz başladık “Hangi yol daha iyi?”, “Saat kaçta çıkmak gerek?”, “Acaba iki şarkı önce çıksak metroda rahatlıkla yer bulabilir miyiz?” ya da “Bizi kazıklamayacak bir taksi ve hatta onu da geçtik taksi bulabilecek miyiz?” soruları. Bitmeyen çilemiz. İTÜ Stadyumu gerçekten çok güzel ve konser için çok iyi ama işte bizim konser öncesi ve sonrası yaşanan klasik çilelerimiz. Bizler de daha iyilerini hak ediyoruz ama işte bu kadar. Olmuyor, olmuyor. En azından starlar memlekete geliyor bari bunun tadını çıkaralım diyerek kaptırıyoruz kendimizi konsere. DANS DANS DANS Justin Timberlake’i izlerken “Evet kesinlikle dans başka bir şey. Ve sahnedeki kişinin dans etmesi çok önemli” sözleri kafamda dolanıyor. Justin’i izlerken ister istemez, kendinizi tutamıyorsunuz. Önümde sanki hareket etmemeye yemin etmiş gibi duran bir adam bile üç, beş şarkı sonra salınmaya başladı. Yani Justin çok iyi. Konser biraz ilerledikten sonra ve daha geçen ay Londra’da izleyen gazeteci arkadaşım Oben Budak’a “Hadi söyle bizde ne eksik” dedim. Malum yurtdışında ünlü starlar daha donanımlı sahnelerde izleyicinin karşısına çıkıyor. Bizde hep ya eksik TIR’la geliyorlar ya da TIR’la gelen malzemeleri kuramıyorlar. Oben de “Justin’in Londra’da bir köprüsü vardı. Köprü insanların üzerine açılıyor ve Justin yürüyordu. O köprü yok” dedi. Klasik, yine bir şeyler eksik. Köprünün bizde kurulması bile bir masraf. O yüzden de masrafların kesilmesi ve tabii kapasitenin kaldırabilmesi de bunlara hep etken. Yani bizler genellikle bu muhteşem gösterileri hep eksik izliyoruz. Ve buna da şükretmemiz bekleniyor. Yapacak bir şey yok. Artık biliyorum ki Londra’daki O2 Arena’da izlediğim hiçbir konseri memleketimde izleyemeyeceğim ve izleyemeyeceğiz. Justin Timberlake Soma’da ölen madenciler için de bir şarkı söyledi.

        Konserde aklımda kalan

        Köfte kokuları.

        “Konsere bilet, konsere bilet” diye köşe başlarını tutmuş korsan satıcılar.

        Beleştepe ve hatta kimselere göstermeden konsere girmek isteyenler.

        Konser sırasında sanki dans etmemeye yemin ederek gelmiş ve hatta kaskatı duranlar.

        Telefon, telefon, telefon. Justin’in sahneye çıkacağını duyuran müzik sesi çıktığı anda yüzlerce telefon havalandı ve konser süresince inmedi.

        Ve tabii “Soma” için yanan ışıklar. Konserdeki telefonlar ilk kez bir anlam kazandı.

        MÜTEVAZILIK

        Ve dün gazetemizin manşetinde Jessica Biel’in Mahmutpaşa turu vardı. Gündüz fotoğraflar geldiğinde ilk an elindeki torbaları gördüm. Ve bunun üzerine gazetede arkadaşlarla uzun uzun konuştuk, sohbet ettik. Biz böyle görüntüleri bizim insanımızda pek göremiyoruz. Gördüklerimiz de oluyor tabii haksızlık etmemek gerek ama onu da bazı insanlar garipsiyor ve “Acaba yardımcısı yok mu, torbaları kendi taşıyor” gibi yorumlar oluyor. Gerçekten tuhaflığımız bu küçük detaylarda gizli. Ve sanırım bu düşünce yüzünden Beren Saat de torbalarını bırakıp kaçmıştı.

        BEREN’IN HAREKETI HÂLÂ ÇÖZÜLEMIYOR

        Evet işte bu torba muhabbeti Beren Saat’i akıllara getirdi. Beren Saat de bir alışveriş merkezinde gazetecileri görünce elindeki poşetleri arkasına gizlemiş sonra da köşede bir yere bırakıp hızla AVM’den çıkmıştı. Acaba, “Bak poşetleri kendi taşıyor” tadında bir haber görmemek için mi bunu yaptı diyeceğim ama bilemiyorum. Hâlâ çözemiyorum. Çözen varsa haber versin. Ve birçok ünlü isme Allah Jessica rahatlığını versin. Kadın ne güzel Mahmutpaşa, Kapalıçarşı’yı didik didik gezmiş. Bir de üstüne üstlük indirim yaptırmış. Oh mis gibi memleketin keyfini çıkarmış.

        Diğer Yazılar