Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çok kısa sürede “anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi”...

        Zeytinlikleri imara açmaya çalışırken geri çekilen yasa tasarısının “nedeni” bir iki hafta içinde ortaya çıktı.

        Meğer mesele şu imiş.

        Balıkesir’in Marmara kıyısındaki liman ilçesi Bandırma’da bazı yabancı yatırımcılar ve yerli ortakları birtakım tesisler kurmak istiyormuş.

        Ekonomik önemi olan, Türkiye’ye yarar sağlayacak tesisler.

        Bunların en önemlisi, Savunma Sanayii yatırımlarıyla giderek büyüyen Kale Grubu’nun İngiliz Rolls-Royce ile birlikte kuracağı Jet Motoru üretim tesisi.

        Türkiye açısından stratejik önemi olan değerli bir yatırım.

        Bunun dışında yine Hollanda merkezli bazı fonların yatırım yapacağı bir liman ve lojistik merkezi.

        Ve henüz bilmediğimiz ve bunu takip edecek yatırımlar.

        Rolls-Royce ile birlikte kurulacak Jet Motoru Fabrikası için arazi alınmış bile.

        Ancak alınan arazinin önemli bir bölümü zeytinlik.

        Çok yüksek verimliliği olmayan ama sonuç olarak zeytinlik olan araziler.

        İşte zeytinliklerin imara açılmasını sağlayacak olan yasa, Bandırma’daki bu yatırımların yapılmasına olanak sağlamak üzere çıkarılacakmış.

        İyi de, böyle bir yatırımın önünü açmak için, Gaziantep’ten Edremit’e, Ayvalık’tan Gemlik’e kadar milyonlarca dönümlük zeytinlikleri “tehlikeye atmanın” âlemi var mı?

        Bu düzenlemeyi, bölgeyle sınırlı tutarsınız, buradaki zeytinleri de oldukları yerden alıp bölgedeki başka bir yere taşırsınız olur biter.

        Ne de olsa zeytin ağacı kutsal bir ağaç olarak bilinir. Ölümsüzdür.

        Yerinden taşısanız da diktiğiniz yerde tutar.

        Böylelikle Türkiye’deki tüm zeytin ağaçlarını tehlikeye atmamış, yatırımın önünü açmış, bir zarar da vermemiş olursunuz.

        Mesele bu kadar kolay.

        Haa, yarın öbür gün başka zeytinlikler de bu şekilde yatırımlara açılsın diye bu yasayı bu şekliyle geçirmek istiyorsanız o başka.

        O zaman da hep beraber haklı olarak “Hoop, bir dakika” deme hakkımız doğar.

        NİYE SARI BASIN KARTIM YOK

        DÜN bir gazeteci arkadaşımız, “Cumhurbaşkanı, sarı basın kartı sahibi olmayanları gazeteciden saymıyor ama iftara davetli Fatih Altaylı’nın da sarı basın kartı yok” diye yazmış.

        Elhak doğru.

        35 yıllık gazeteciyim ama sarı basın kartı sahibi değilim.

        Mesleğe başlarken sarı basın kartımı almış olsaydım 10 yıl önce “sürekli basın kartı” sahibi olmuş olurdum.

        Ama almadım. Almak için asla başvuruda bulunmadım.

        Bunun birkaç nedeni var.

        Benim mesleğe başladığım dönemlerde sarı basın kartı sahibi gazetecilere sağlanan birtakım ayrıcalıklar vardı.

        Otobüse, vapura, trene bedava binerdi sarı basın kartı sahipleri.

        THY uçakları yüzde 50 indirimliydi.

        O zamanlar evlere telefon bağlatmak için yıllarca sıra beklemek gerekirken, sarı basın kartı sahiplerinin evine telefon hemen bağlanırdı ve yüzde 50 indirimli olurdu.

        Ben bu nedenlerle sarı basın kartı almayı reddettim.

        “Biz gazeteciler, başta siyasetçiler olmak üzere bazı zümrelerin kendilerini ayrıcalıklı konum sağlamalarına karşı mücadele etmek durumundayken, kendimiz birtakım ayrıcalıklar elde etmemeliyiz” dedim ve sarı basın kartı almadım.

        İkinci gerekçem ise farklıydı.

        Sarı basın kartı, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından veriliyordu ve bunu bir komisyon karara bağlıyordu.

        Ben ise “Benim gazeteci olup olmadığıma siyasete bağlı bir kurum karar veremez. Ancak meslek örgütü ve çalıştığım gazete karar verebilir” diyerek böyle bir komisyonun benim gazeteci olup olmadığıma karar vermesini doğru bulmadım.

        Çünkü görüyordum ki, gazetecilikle alakası oymayan pek çok kişi, gazete patronlarıyla dostlukları ya da menfaat ilişkileri sayesinde sarı basın kartı sahibi oluyordu.

        Bu kişilerle aynı sınıfa girip aynı komisyondan onay almak bana göre değildi.

        Bu nedenlerle sarı basın kartım yok.

        Ama gazeteciyim.

        İFTİRANIN HANGİSİNDEN KORKULUR

        Sevgili Aykut Erdoğdu, Ahmet Hakan’la karşılıklı hakaretlerinizi okudum.

        İki kişi tartışırken araya girmeyi pek sevmem.

        Genelde de “Aracı yer bereyi” diye bir laf vardır, inanırım.

        Ancak yine de şunu söyleme gereği hissediyorum.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın medya mensuplarına verdiği iftar yemeğinde sizin iddia ettiğiniz gibi, “Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü haber yapmayın” şeklinde bir söz, bir lakırdı ya da sizin deyiminizle bir “talimat” verilmedi.

        Böyle bir talimat verilmiş olsaydı eğer bunun en azından biz yazarlara da iletilmesi gerekirdi.

        Ben daha dün bu yürüyüşle ilgili yazılar yazdım.

        Sözleriniz sizin ya yanıltıldığınızı gösteriyor ya da iftira attığınızı.

        İşin medya açısından vahim olanı, bu iftiraya çok sayıda inanan çıkmasıdır.

        Rahmetli dedem, “İftiranın yakışanından kork” derdi.

        Sizin iftiranız da ne yazık ki, bu nitelikte olmuş.

        Şunu da söyleyeyim, Cumhurbaşkanı böyle bir şey söylemedi ama durumdan vazife çıkaran bazıları, “Bu yürüyüşü haberleştirmeyin” diye kendi kendine talimat vermiş olabilir, onu bilemem.

        Ama emin olunuz ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü çok sert biçimde eleştirdi ama “Bu yürüyüşü haber yapmayın” diye bir şey söylemedi.

        BARIŞMA PROGRAMLARINA DİKKAT

        Televizyon kanalları “yeni yayın döneminde” yani eylül ayından itibaren “evlendirme programları”nı noktalayıp, o programlar yerine aynı kadrolarla “barıştırma” programları yapacaklarmış.

        Yani kavga eden, ayrılan ya da ayrılmak üzere olan çiftleri stüdyoya getirip barıştırmaya çalışacaklarmış.

        Yanlış hatırlamıyorsam böyle bir format daha önce denendi.

        Sinan Çetin’in sunuculuğunda, sorunlu çiftler barıştırılmak istendi.

        Program çok uzun soluklu olmadı.

        Bu nevi programlar yapmak isteyen televizyon kanallarını ve RTÜK’ü şimdiden uyarmak isterim.

        Bu barıştırma programları çok iyi niyetle başlasa bile çok kısa süre içinde büyük sorunlara neden olabilir.

        Toplumsal baskı ya da kanalların ödeyeceği paralar nedeniyle barışacak çiftlerin arasında yeniden sorunlar oluşabilir.

        Ve yarın öbür gün gazetelerde, “Esra Erol’un barıştırdığı çiftte acı son. Kocası barıştığı eşini öldürdü” gibi haberler görebiliriz.

        Bunun vicdani ve hukuki sorumluluğu ağır olur.

        Bence başlamadan önce iyi düşünün.

        Hatta hiç başlamayın.

        AHLAK MI DEDİNİZ!

        Dün “LGBTİ yürüyüşünden size ne, kime ne” dedim.

        Epey bir karşı çıkan oldu.

        Kimi kibarca, kimi öfkeyle tepki göstermiş.

        “Ahlaksızlığa nasıl onay verilmesini istermişim.”

        Şunu baştan söyleyeyim; ahlaklı olmanın cinsel kimlikle bağlantısı yok.

        Heteroseksüeller arasındaki ahlaksız oranı ile homoseksüeller arasındaki ahlaksız oranı arasında pek bir fark yoktur.

        Benim bu yürüyüşe fiziki tepkiler gösterilmesine ilişkin eleştirim ise sadece bu yürüyüşle sınırlı değil.

        En uçta veya en ortada, nerede olursa olsun tüm fikirlerin ve kimliklerin kendilerini istedikleri gibi ifade edebilmelerini istiyorum.

        Mesele bundan ibarettir. Daha fazla da tartışmam. Bilesiniz.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Namusu bacak arasında değil, kulak arasında aradığımız zaman.

        Diğer Yazılar