Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRK medyasının en fazla tartışma yaratan meseleleri geneldeErtuğrul Özkök’ten çıkar.

        Gerçi başlattığı tartışma en çok kendi başını belaya sokar ve kendisine yönelik eleştirileri artırmaya yarar ama bundan gocunduğu yoktur.

        Mesele tartışma başlatmış olmaktır onun için.

        Geçen hafta da“Spor yazarları tribününde kaç Boğaziçili veya kaç ODTÜ’lü var?”diye sorarak defterleri açtırdı.

        Spor basınının kalitesini tartışmaya açmak istiyordu belli ki!

        AnındaÖzkök’ü dağıtacak salvolar başladı.

        Eski damadını spor yazarı, hatta spor müdürü yapmasından girdiler konuya.

        Damat meselesi bir tarafa konunun önemi var ve sadece spor açısından değil, genel olarak meslek açısından var.

        Ve bu konuda konuşmaya“hakkı olan”az sayıda kişiden biri olduğunu düşünüyorum. Siz“Niye?”demeden anlatayım.

        Yıllar önce, yanlış hatırlamıyorsam 1986 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde çalıştığım dönemde, gazeteye bir ilan verdim.

        “Spor yazarı olmak isteyen üniversiteli gençler aranıyor.”

        Pek çok genç başvurdu.

        Büyük bölümü Boğaziçili, hemen hemen tamamı iyi liselerden mezun bir grup genci işe aldım.

        Cumhuriyet’ten ayrılırken de bu gençlerle beraber ayrıldım. Ve Gelişim Spor Dergisi’ni de bu gençlerle kurduk.

        Kim miydi o Boğaziçili gençler.

        Emrah Kayalıoğlu, Mert Aydın, Sotiri Konomi, Altan Tanrıkulu.

        Yıllar önce Türkiye’nin en büyük medyalarını satın alanAsil Nadir’le de bir konuşmamız olmuştu.

        “Patron buraya iyi eğitimli ve ufku açık insanlar almalıyız. İleride bir şirkete CEO olacak, genel müdür olacak kapasitede gençleri bu mesleğe kazandırmazsak gazeteciliğin geleceği olmaz”demiştim.

        Bunun tek yolunun da o gençlere“iyi maaş, iyi bir sosyal ortam”sağlamak olduğunu ekleyerek.

        BenceErtuğrul Özkökşu sorunun yanıtını aramalıydı:

        “Biz bu gençlere ne verebildik? Gazetede gelir adaletini ne kadar sağlayabildik? İyi eğitimli gençlerin gazeteciliğe yönelmesini ne kadar sağlayabildik?”

        Bu sorunun yanıtı sadece spor yazarları tribününde değil, medyanın diğer tribünlerinde de durumu açıklayacaktır.

        Üstelik Boğaziçi veya ODTÜ ya da diğer“havalı”üniversitelerden mezun olmayıp son derece kaliteli işler yapan yüzlerce gazeteci de var.

        Bunlar bizim gözbebeklerimiz.

        Mesele şudur ki, biz medya yöneticileri olarak birlikte çalıştığımız arkadaşların mesleki gelişimlerine ve mutluluklarına ne kadar katkı sağladık.

        Bu sorunun yanıtı birkaç üniversite ismi saymaktan çok daha çetrefilli bir yanıt gerektirir!

        **************

        ATATÜRK’LE AŞK EVLİLİĞİ

        ATATÜRKsevgisi ve onun ilkelerinin doğruluğunun giderek daha iyi ve daha doğru anlaşılmaya başlandığı konusunda geniş bir kesim hemfikir.

        Geçen zaman, o zaman sürecinde yaşananlar daAtatürk’e iyi geliyor. Daha objektif değerlendirmeler mümkün olmaya başlıyor.

        Yaptıklarının önemi ve değeri daha iyi anlaşılıyor.

        Atatürkbir tablo gibi çizmiş Türkiye’yi ve Türkiye’nin geleceğini.

        Tabloyu doğru görmek için bazen biraz uzaktan bakmak gerekir ya, zaman daAtatürk’ün çizdiği Türkiye tablosu için aynı etkiyi yapıyor.

        Detaylarda boğulmadan, bazı fırça darbelerinin biraz kaymasına, bazı yerlerde boyanın biraz taşmasına bakmadan, tablonun kompozisyonunun ne kadar mükemmel olduğunu anlıyorsunuz.

        Ve bunlar kadar önemli bir etken daha var.

        Atatürkartık“devletin resmi ideolojisi”değil.

        Dayatılmıyor, zorlamalarla sevdirilmeye çalışılmıyor.

        Atatürksevgisi, basit bir benzetmeyle aile zorlamasıyla yapılan bir evlilik olmaktan çıkıp bir aşka dönüşüyor.

        Tanıdıkça daha çok sevdiğiniz, daha çok sevdikçe daha yakından tanıdığınız biri oluyor.

        Devletleri yönetenler belki deAtatürk’e doğru başlayan bu yönelimden ders almalı.

        Çünkü dayatılan ideolojiler kesinlikle güç kaybederken, dayatılmayan ama temeli sağlam ideolojiler özgür iradelerle güç kazanıyor.

        Ülkesine ideoloji dayatmaya çalışan herkesin bunu görmesi lazım.

        **************

        CEZAEVİNDE EMİNE BEDER’LİK BİR SORUN

        ZAMAN zaman cezaevlerinden, mahkûm veya tutuklulardan mektup gelir.

        Ben de hepsini okurum.

        Bu kez gelen mektup oldukça ilginç.

        Aynen aktarıyorum:

        “Cezaevi psikolojisiyle fazla önemsemiş olabilirim ama benim için ciddi bir mevzu.

        Bize verilen yemekler arasında geçen gün tatlı olarak ‘supangle’ verildi.

        Çocuk gibi sevindim ve Sakıpağa markalı kutuyu açtım.

        İçinden bildiğimiz kakaolu puding çıktı. Hayal kırıklığına uğradım ama bir yanlışlık olmuştur diye düşündüm.

        Bir süre sonra yine aynı tatlı verildi ve içinden supangle diye yine krem şokola çıktı.

        Supangle, içinde ıslak kek parçası olan çikolatalı sütlü bir tatlıdır. Kutulardan çıkan ise puding ya da krem şokoladır diyerek firmaya yazdım ve lütfen düzeltin dedim. Hiçbir cevap vermediler. Durumu cezaevi müdürlüğüne ilettim. ‘Burası pastane değil’ yanıtını aldım.

        Üzerinde supangle yazıyor ve içinden puding çıkıyor. Bu rezalet bir durumdur.

        Üstelik devlet bunu bize bedava vermiyor, parasını aydan aya ödüyoruz.”

        Mektuptan söz konusu tatlının kutusunun kapağı da çıktı. Onu da inceleme fırsatım oldu.

        Okurum haklı. İstanbul’da bir cezaevinde olsaydı kendisine hemen birkaç kutu“gerçek”supangle yollayacaktım ama ne yazık ki, uzak bir yerde.

        Fakat açık söyleyeyim, bu mektup bana kendimi bir Batı ülkesinde, hatta bir İskandinav ülkesinde yaşıyormuşum gibi hissettirdi.

        Keşke cezaevlerindeki tek sorunumuz bu olsa.

        Emine Bederhemen çözerdi.

        **************

        KIZINIZ KAÇ GÖRÜNÜRDÜ?

        12 yaşındaki bir kızın tecavüze uğramasına ilişkin davada,“Kız 18 yaşında gibi görünüyordu”diye karar veren mahkeme heyetine sormak isterim.

        O kız kendi kızınız veya bir yakınınızın kızı olsaydı, yine 18 yaşında görünür müydü gözünüze.

        Vicdani yanıtınız“Evet”ise söyleyecek sözüm yok.

        **************

        YİNE İSTİFA EDER MİYDİ ACEP!

        “DİRENEN adam”da istifa etti sonunda.

        Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı ve AK Parti’nin uzunca bir dönem teşkilatlardan sorumlu genel başkan yardımcılığı görevini yapmış olan isimdiAhmet Edip Uğur.

        İstifası istendiğinde yakın çevresine,“Bana bir suçlama yöneltsinler, istifa edeyim ve o suçlamaya yargıda yanıt vereyim. Ama ortada hiçbir suçlama yokken istifa et demek sanki gizli bir ayıbım varmış gibi algılanacak. Çoluğumuzun çocuğumuzun, çevremizin yüzüne nasıl bakarız. Kabahatimi açıklasınlar”dediği konuşuluyordu.

        Sonunda dayanamayıp istifa etti.

        Hem partisinden, hem başkanlığından.

        Uğur’un sözlerini gazetelerde okursunuz. Burada tekrarlayacak değilim.

        Benim için mesele şudur.

        Uğursöylediklerinde haklı veya haksız olabilir.

        Ancak hedef alınan kendisi değil de başkası olsaydı, istifası istenenler arasında yer almasaydı yine bu tepkiyi gösterip, yine partiyi eleştirip en azından partisinden istifa eder miydi, yoksa olan bitene seyirci mi kalırdı?

        Elbette şimdi arayıp,“Yine tepki gösterirdim”diyecektir.

        Peki inandırıcı olacak mıdır?

        **************

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Türkiye’ye yönelik düşmanlığa, iktidarın sorunu gözüyle değil, ülkemizin sorunu gözüyle baktığımız zaman.

        Diğer Yazılar