Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HABER ilginçti.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Trump ile bir telefon görüşmesi yapmıştı ve çıkan sonuç şuydu: “ABD bundan böyle Suriye’deki PKK uzantısına silah yardımı yapmayacak”tı.

        Aylardır yüz yüze yapılan görüşmelerde, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın ayrı ayrı yaptığı ABD ziyaretlerinde çözülemeyen sorun bir telefonda nasıl çözülmüştü!

        Anlamadım ve ABD’deki bir gazeteci dostumu aradım. Daha doğrusu mail attım.

        Cevabı dün akşamüzeri geldi.

        Şöyle diyordu:

        “ABD tarafı tam olarak böyle demiyor. Kürtlere yapılan yardımlar konusunda daha hassas olacaklarını söylüyorlar.

        Kürtlere verilen yardımların nevii konusunda daha dikkatli davranacaklar.

        Bu yardımların ve silahların Türkiye’ye karşı kullanılmaması konusunda daha uyarıcı olacaklar.”

        Benim bu işten anladığım şudur.

        ABD, YPG/PKK’yı tam olarak gözden çıkarmış değil.

        Bölgedeki dengelere göre el altında tutmak istiyorlar.

        Yani “taşeron”un iş akdini feshetmiyorlar.

        Ancak giderek iş yükünü azaltıyorlar.

        ABD’nin 1991’den beri yaptığı da aslında bu.

        Rahmetli Bülent Ecevit’in 1999 yılında Apo’nun Türkiye’ye postalanması üzerine söylediği, “Amerika bu adamı bize niye teslim etti anlamadım” veciz cümlesinde açığa çıktığı gibi, ABD bu taşeron örgütü istediği zaman istediği gibi kullanmakla kalmıyor, gerekli gördüğü hallerde patronajını bile değiştirebiliyor.

        YPG/PKK’yı dün “satan” ABD’nin, kullanışlılığı azaldığı veya mevcut vidalara uygun bir anahtar olmaktan çıktığı anda yarın da “satacağı” aşikârdır.

        Mesud Barzani poposunu ABD’ye dayadığını zannettiği günlerde bu köşede, “Babanı sattı, seni haydi haydi satar” diye yazmıştım.

        Nitekim Mesud’u da kısa süre önce sattı.

        Bugün de ABD’ye taşeronluk yaparak güç odağı olacağını zanneden YPG/PKK da bilmelidir ki, dün Apo’yu yakalayıp teslim eden, yarın da sizi teslime zorlar.

        Bu bölgede ABD’ye yaslanıp iş kotarmaya kalkan tüm “örgütler” bunu unutmamalıdır.

        *************

        ELEKTRİK MOTORLU TANK OLMAZ MI?

        YERLİ otomobilimiz elektrikli olacak.

        Kesin.

        Bu durumda benim aklıma başka bir şeytanlık geliyor.

        Biliyorsunuz, Türkiye bir yandan da “milli tank” üretmeye hazırlanıyor.

        Altay tankı.

        Tankın pek çok şeyi gibi motoru da uzun zamandır tartışılıyor.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tankın motoru konusunda dışa bağımlı olmaktan çok çekindiğini ve bunu istemediğini de biliyoruz.

        Ancak bir tankı yürütecek, bunun çok güçlü hidrolik ünitelerini de besleyecek güçte bir dizel motoru yerli üretim olarak yapmamız çok da kolay görünmüyor.

        Peki madem biz elektrikli otomobil üretmeye hazırlanıyoruz.

        Acaba bu yerli tankın motoru da elektrikli olamaz mı?

        Saçma bir fikir gibi görünebilir ama tank motorundan beklenen en önemli özellik ne?

        Yüksek tork.

        Elektrik motorlarının torklarının, benzinli, hatta dizel motorlara oranla çok daha yüksek olduğunu bilmiyor muyuz?

        Keza çok daha küçük bir alanda ve çok daha hafif motorlarla çok daha büyük güç ürettiği kesin değil mi?

        Otomobiller açısından zorluk yaratan pillerin ağırlığı ve hacmi. Ancak tanklarda ağırlık konusunda çok büyük bir sorun yok.

        İçinde bataryaları şarj edecek, küçük bir jeneratör olması halinde menzil sorunu da büyük ölçüde aşılamayacak bir şey değil.

        Tankı üretecek olanların bunu değerlendirmeye almasında bana göre fayda var.

        *************

        KARA GAZETECİLİK

        BLACK Friday eleştirilerimiz üzerine Hürriyet’teki dostlarımız kızdılar.

        “Ekonomiyi canlandırma girişiminde bulunmak, alışverişi artırmak kötü mü?” diyerek.

        Değil elbet.

        Gerçi ekonomiler böyle canlanmaz ama en azından bir ilkyardım girişimi olabilir.

        Ekonomiyi canlandırma, etkili olduğunu düşündüğünüz tüm yazarlara grubun pazarlama sitesi üzerinden alışveriş yaptırmakla, öneri listeleri hazırlamakla, şunu alın bunu alın tavsiyeleri ve ucuzluk anonslarıyla olmaz.

        Bunu ille de bir kampanya yapmak istiyorsanız, grubun alışveriş platformunu öne çıkarmanız gerekmez.

        Ticaret odaları, ilgili bakanlıklar, marka birlikleri, AVM birlikleri devreye sokulur, internet ticaret platformları birleştirilir ve bir kampanya haline getirilir.

        Bir gazete buna sahip çıkacaksa her şeyiyle sahip çıkar.

        Sadece kendi satış platformunu öne çıkarmaz.

        Eğer bir günü bahane ederek kendi cironu artırmaya çalışırsan o zaman iyi veya kötü niyetli herkesin aklına, “Acaba sitelerini Amazon’a satmak için mi ciro yükseltmeye çalışıyorlar?” sorusu gelir.

        Elin ağzı da torba değil ki büzesin!

        *************

        BENİM ENTEL BERBERİM

        25 yıllık berberim Şükrü Dudu’yu bu gazetenin eski okurları tanır.

        Berberim olarak değil, yıllar önce ve yıllar boyu gazetemizin Pazar ekinde yaptığı “Berber Muhabbeti” röportajlarıyla.

        Şükrü bir süre önce Mümin Sekman’ın da desteğiyle, hem bu röportajların bazılarını hem de kendi hayat hikâyesini kitap haline getirmeye karar verdi.

        O kadar hevesli ve bir o kadar da bu işi ciddiye alıyordu ki Şükrü, kitabın kapağını bile Bülent Erkmen hazırladı.

        Ve ortaya okunmaya değer çok hoş bir kitap çıktı.

        Bir kopyasını imzalayarak verdiği kitabı bir solukta okudum.

        Özellikle Sivas’ın bir köyünden çıkıp tek başına İstanbul’a gelişi, buradaki yaşam mücadelesi, sonra ana babasını İstanbul’a gelmeye ikna edişi ve işine verdiği önemin yanı sıra kendini entelektüel olarak geliştirme çabası, okunup ders alınacak bir kitap haline getirmiş Şükrü’nün “Hayata Makas Atmak” adlı kitabını.

        Hayata pozitif bakarak, çalışarak, iyi niyetli ve iyi kalpli kalarak çok mesafe alınabileceğini gösteren örnek bir hayat öyküsü.

        Hatta içinden çok iyi bir TV dizisi bile çıkabilecek kadar da dramatik.

        Kitabı okuduktan sonra aynaya baktım ve Şükrü’yü arayıp “Yazarlığın berberliğinden daha iyi” dedim.

        *************

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        İnsanları salak yerine koyanın asıl salak olduğunun bir vadede ortaya çıktığını unutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar