Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TAMAM hemfikiriz, Reza Zarrab şerefsiz.

        Biz bunu baştan beri söyledik, şimdi siz de bizimle aynı düşünceye geldiniz.

        Tamam Reza Zarrab davası Türkiye’ye, belki Rusya’ya, hatta İran’a karşı kullanılan bir dava, orada da hemfikiriz.

        Ama hâlâ hemfikir olamadığımız, hâlâ aynı hizaya gelemediğimiz bir “tutum” var.

        O da “rüşvet” meselesi.

        Hadi Zarrab “şerefsiz” olduğu için sözlerini ciddiye almayalım, baskıya boyun eğdi diyelim.

        Ama bakın Zarrab davasının başsanığı haline gelen Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla ne diyor: “Rüşveti ben almadım. Ayakkabı kutuları içinde eski Genel Müdür Süleyman Aslan aldı.”

        Ne yani, “Bu da mı gol değil?”.

        En azından yardımcısının iddiasıyla ilgili Aslan hakkında bir soruşturma, yeni deliller ve itiraflar ışığında yeni bir dava açılmayacak mı?

        Bu rezalet soruşturulmayacak mı?

        Ya da Zarrab’ın eski Bakan Zafer Çağlayan hakkındaki iddiaları. “Kazancın yarısını istedi. 40 milyon Euro nakit verdim. Hesabına para transfer ettim. Kıymetli hediyeler verdim” dediği Zafer Çağlayan’a tek bir soru sorulmayacak mı?

        Dün Hürriyet Gazetesi’nin internet sitesi, “Zarrab konuştukça rezil oluyoruz” diye bir başlık atmış.

        Katılmıyorum. Ama hiç katılmıyorum.

        Zarrab konuştukça rezil falan olmuyoruz.

        İran’la gizli gizli ticaret yapmayanı mı var?

        Fransa’sı, İngiltere’si, Almanya’sı, İtalya’sı, İsviçre’si, hatta Amerika’sı İran’la ticaret yapmıyor mu?

        Hepsi yapıyor.

        Kimi yakalanıyor, cezasını ödüyor, kimi yakalanmıyor, yakalanması istenmiyor sıyırıyor.

        Bizi rezil eden, İran’la iş yapılması değil.

        Bizi rezil eden, kimi bürokrat ya da siyasetçilerin rüşvet alması da değil.

        Bizi rezil edebilecek olan bundan sonrası.

        Rüşvet aldığı iddia edilen banka genel müdürüne soruşturma açar, adam gibi yargılarsan...

        Rüşvet aldığı iddia edilen bakanı soruşturup yargılarsan...

        Bunları yapabilmek için gereken bilgileri, varsa belgeleri Amerikan adaletinden istersen..

        Ve “Biz İran’la ticaret yaptık ve bunun legal olduğunu düşünüyorduk. Buraya illegalite sokan varsa hesabını sizden önce biz sorarız” dersen...

        Rezil falan olmayız.

        Asıl rezillik bu iddialar karşısında suspus oturmaktır.

        Çünkü o zaman herkes, “Sükut ikrardan gelir” diyecektir!

        *************

        ZARRAB’A DA DAVA AÇILMALI

        DEDİĞİM gibi, Türkiye’de de “rüşvet” alan siyasetçi ve kamu görevlilerine dava açmak şart. Başka türlü arınmak mümkün değil gibi duruyor.

        Bu davanın başsanığı ise siyasetçi ve bürokratlara rüşvet verdiğini açık açık itiraf eden Reza Zarrab olmalı.

        Bu konuda ilk treni kaçırdık, ama en azından son trene son vagondan bindirebiliriz Zarrab’ı.

        Bu dava sonucunda Zarrab’ın mahkûm olması kesin.

        Ve tabii, Zarrab’ın Türkiye’deki tüm mal varlığına da el koymak mümkün olacak.

        Tabii bunun büyük bölümünü çoktan BAE gibi ülkelere kaçırmadıysa.

        En azından kalanlara el koymak bile halk vicdanını rahatlatacaktır.

        Çünkü bu şerefsizin yalıları, uçakları, yatları ve eşinin sürdürdüğü ultra lüks yaşam herkesin içini acıtıyor.

        *************

        GODFATHER, TETİKÇİLERİ SATIYOR

        “ZARRAB davası” diye başlayıp “Atilla davası”na dönüşen yargılamada Amerikan adaleti büyük bir rezalete imza atıyor.

        Rezalet şu.

        Asıl suçlu tanık oluyor ve korunuyor.

        Asıl suçlunun suçladığı kişi, sadece suç ortağı olmasına rağmen asıl sanık haline getiriliyor.

        Bir benzetme yapmak gerekirse...

        Amerikan adaleti, bir mafya babasını yakalamak ve mahkûm etmek istiyor.

        Bu durumda genelde ne yapılır, bir alt düzey mafya üyesine koruma sağlanır ve tanık olur, mafya babasını mahkûm etmek için kullanılır.

        Burada olan ise tam tersi.

        Asıl “baba” Zarrab, tanık oluyor ve “baba”nın verdiği ifadelerle mafyanın alt düzey tetikçileri yargılanıyor, babaya ise koruma sağlanıyor.

        Büyük suçlu “yırtıyor”, küçük suçlular ise mahkûm oluyor.

        Eğer davaya “hukuk” gözüyle bakarsak durum tam budur.

        Yok eğer bu bir siyasi dava ise... O zaman zaten adalet falan aramak boşuna.

        Amaç başka...

        *************

        CINDY İLE ŞALGAM SUYU İÇİLİR Mİ?

        DÜN Twitter’da çok güldüğüm bir şey gördüm.

        Tam nakletmem mümkün değil ama mealen şöyle:

        “Bende bir bakana 50 milyon rüşvet verecek para olsa Ebru Gündeş’le mi evlenirdim, ne mankenler, ne güzeller var.”

        Her ne kadar kadını metalaştıran bir paylaşım gibi görünse de, gerçeklikten çok kopuk değil.

        Yıllar önce benzer bir diyalog, o dönemin çok bilinen bir işadamının oğlu ile aramda geçmişti.

        İşadamının oğlu, o sıralarda “sanatçı” diye bilinen bir kızla beraberdi.

        Bir gün ortak arkadaşlarla buluşup bir yere gittiğimizde o da geldi, yanındaki “sanatçı sevgilisiyle”.

        Özel uçakları, helikopterleri, 50 metrelik yatı, Boğaz’da yalısı, altında envai çeşit otomobili, cebinde sınırsız parası olan delikanlıya eğilip, “Ulan hıyar, hem yakışıklısın, hem zenginsin, sendeki bu imkânlarla bu kızla mı beraber olunur! Senin Cindy Crawford’la gezmen lazım” dedim.

        Yanıtı vecizdi: “Fatih Abi, ne yapayım ben Cindy Crawford’u. Biz akşam ocakbaşına gidiyoruz. Cindy ile ocakbaşında şalgam mı içilir? Biz helikopterle Bursa’ya kebap yemeye gidiyoruz, Cindy ile İskender mi yenilir? Teknede amele muhabbeti yapıp mangalda balık pişiriyoruz, rakıyla kafayı bulup göbek atıyoruz, Cindy ile göbek mi atılır? Akşam babamlara yemeğe gideriz, babam pijamayla yalınayak Cindy’nin karşısına nasıl otursun? Boş ver abi, bize bu yakışır. Cindy belki sana uyar ama Hande de seni oyar.”

        *************

        İNANÇ, KORKU, ALERJİ

        DÜN sorduğum “köpeklerin her yere alınıp alınmamasıyla ilgili” soruya 500 kadar yanıt geldi.

        “Her yere alınmalı, onlar da yaşamın bir parçası” diyenler çok azınlıkta.

        Epey bir “İnançlarımız özellikle köpeklerle teması yasaklıyor. Onların köpeklerini her yere sokma özgürlüğü, bizim her yere gitme özgürlüğümüzü kısıtlıyor” diyenler var, ama çok da fazla değil.

        “Herkes hayvan sevmek zorunda değil. Onlar hayvanlara kötülük yapmıyorlar ama hoşlanmıyorlar da, istememek hakları” diyenler ise en kalabalık grup.

        Yaklaşık yüzde 50’den fazlası.

        Bir hayvan barınağında çalışan birinden gelen mail ise ilginç:

        “O kadar militanlaşmış hayvanseverler var ki, işi şiddete dökecek boyutta insanlıktan çıkmışlar. Biz bunlarla her gün muhatap oluyoruz. Gönüllü olarak yaptığımız işten bizi soğutacak kadar kafayı yemişler var.”

        Genel kanaat ise şu:

        “Kimi müesseselerin hayvanları kabul etmeme hakları var. Çünkü kimi müşteri korkuyor, kiminde ise ciddi alerji olabiliyor. Evcil hayvanlarıyla bir yere gitmek isteyenler, kendilerine kapı açan yerlerden birini tercih etmeliler.”

        *************

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Yasalar tasalara kurban edilmediği zaman.

        Diğer Yazılar