Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MURAT Başoğlu’nun özbeöz yeğeniyle ilişkiye girdiği ortaya çıkınca, bununla ilgili savcılık bir dava açtı.

        “Hayâsızca ilişki” davası diye adlandırılan bir dava.

        Ben de davanın açılmasının ertesinde, “Bu davanın açılması çok yanlış oldu” diye yazı yazdım ve dedim ki:

        “Murat Başoğlu’nun ve yeğeninin ortak ‘ahlaksızlığına’ dava açmak çok yanlış bir iş oldu.

        Yasada tanımlanmamış suç olmaz ve pek çok ceza yasası gibi, TCK da ‘ensest’i suç olarak tanımlamıyor.

        Sırf bu nedenle Başoğlu ve yeğeni beraat ederse ya da paraya çevrilecek çok küçük bir ceza alırlarsa sanki yaptıkları ayıp ortadan kalkmış gibi bir durum ortaya çıkar ki, bu da en az yapılan rezillik kadar rezil bir durum olur.”

        Ve bu dava dün sonuçlandı.

        Kararı duymuşsunuzdur: “Beraat.”

        Eee, ne oldu şimdi?

        Yapılan ahlaksızlık ortadan kalktı mı?

        Olmaması gereken bir ilişki türü yargı tarafından onaylanmış mı oldu?

        O gün de dediğim gibi, bazı meseleler hukuki değil, ahlaki olarak toplum vicdanında yargılanmalıdır.

        Eğer bunu yargıya taşırsanız, istemeden de olsa ahlaksızlığı legalize etmiş gibi bir sonuca ulaşabilirsiniz.

        Haksız mıymışım?

        *********

        Önemli cümleydi, hâlâ önemli

        ALLAH biliyor ya, Cumhurbaşkanı Erdoğan “densiz” din adamlarını ya da din adamı geçinenleri uyarırken İslam’da 1400 yıllık gelişmeye dikkat çekince Cumhurbaşkanı adına “Eyvah” demiştim.

        Çünkü bu konu zaman zaman “din” tacirlerinin pek benimsemediği din adamları tarafından gündeme getirilmiş ve bu din adamları “tacirler” tarafından hemen karalanmaya başlanmış, deyim yerindeyse “aforoz” edilmişlerdi.

        Çünkü “ortodoks İslam” olarak adlandırabileceğimiz anlayış, din kurallarının modern yaşama göre yeniden yorumlanmasından pek de hazzetmiyordu.

        Onlara göre “lafız”, “ruhtan” daha önemliydi.

        Buna da şaşırmamak gerek, tüm dinler bu aşamaları yaşadılar.

        Bu aşamalardan kanla geçtiler ve hâlâ daha düşük tonda da olsa yaşıyorlar.

        Bu yüzden Erdoğan’a çok açıkça olmasa da gizliden gizliye, alttan alta bir tepki oluşturacaklarını tahmin ediyordum.

        Belli ki, bu durumu gören Cumhurbaşkanı da hemen bir düzeltme yapma gereği hissetti ve “Dinde reform haddimize mi!” diyerek ortodoks İslamcıların “dedikodu üretmelerinin” önünü almaya çalıştı.

        Yine de Erdoğan’ın ilk cümlesi çok önemlidir.

        O ilk cümle Diyanet’e verilmiş önemli bir mesaj olarak durmaktadır.

        *********

        Sırat-ı müstakim

        BAZILARI yukarıdaki yazıda kullandığım “ortodoks İslam” cümlesine takılacaktır eminim.

        “Bir Hıristiyanlık tabiri ile İslam’ı nasıl yan yana getirdin?” diyenler çıkabilir. Oysa ortodoks, bir Hıristiyan tabiri sayılmaz.

        Yunanca’dan gelir.

        “Doğru yol” anlamına gelir. Ortho yani “düz, doğru” ve dromos yani “yol” kelimelerinden türemiştir.

        İslam’da da bire bir karşılığı aslında vardır ve “sırat-ı müstakim” aynı anlama gelir.

        Ancak ortodoks olarak kullanmamın nedeni, kelimenin “tutuculuğu” biraz daha vurgulayan bir yanı olmasıdır.

        ********

        AT ÇAMURU UTANMADAN

        NİHAT Genç Bey karalayacak ya, işine geldiği gibi yazıyor.

        Alışkınız biz bu tiplere.

        Bu “sallama” tiplerin ne olduğunu bazen bir trafik kazası ortaya çıkarır, bazen başka bir şey.

        Beyefendi, 1997 yılında meydana gelen ve 40’ı aşkın kişinin yanarak öldüğü bir kazayla ilgili olarak benim kazayı yapan otobüsü koruduğumu söyleyip duruyor.

        İnsanda utanma olur, ar olur, hayâ olur.

        Benim söylediğim şu:

        Bu kaza sonrası mahkeme aldığı bir kararla firmanın Almanya’daki yönetim kurulu başkanı hakkında tutuklama kararı çıkardı.

        Ben de yazımda dedim ki: “Yahu bu iş değil. Bir incele, doğrudan yönetim kurulu başkanına gidersen beraat eder ve firmanın suçu ortadan kalkmış gibi görünür. Bunun bir genel müdürü, bir üretim müdürü yok mu? Önce onları bir çağır, alttan başla ve onların ifadeleriyle tepeye git. Doğrudan tepedekini çağırırsan ve alttakiler onun suçu olmadığını söylerse firma kurtulmuş olur.”

        21 yıllık bir yazı.

        27 Kasım 2001’de aynı konuyu bir kez daha ele almışım.

        Açın arşivden okuyun.

        Ama maksat doğruyu yazmak falan değil, beni karalamak.

        Oysa bu olayla ilgili gazetenin o günkü yayın yönetmeni mahkemeye çıkmış, “yargıyı etkilemeye çalışmak” suçlamasıyla.

        Ama bunlar yazar.

        Çünkü gırtlağa kadar komplekse batmışlardır da ondan.

        Dertleri şudur: “Bu kadar kitap okudum, niye benden bir halt olmadı?”

        Bu gibilerin bunca yıldır bulamadığı yanıtı ben onlara vereyim.

        Okudunuz ama anlamadınız be kardeşim.

        Sadece ezberlediniz.

        *********

        TÜKÜREYİM SİZİN DELİKANLILIĞINIZA

        BU tip kahramanlardan biri de Emrah Serbes’ti. (T yok.)

        Ona salla buna salla, onu itham et bunu itham et. Herkes şerefsiz, bir o şerefli.

        Millet de bunu yedi.

        Ne zamana kadar.

        Otomobille bir aileyi yok edene kadar.

        Kaza bu, olur, herkesin başına gelir Allah korusun.

        Ama yaptıysan yaptım dersin; cezan varsa, suçluysan çekersin.

        Bu “ahlak timsali” bey öyle yapmadı.

        Suçu başkasına yıkmaya çalıştı, yakalanacağı ortaya çıkınca “itirafçı” oldu.

        Ve avukatı bakın nasıl savunmuş kendisini.

        “O ailenin otomobili eski olmasaydı ölmezlerdi. Çünkü yeni model otomobillerde daha fazla koruma var.”

        Ohaaaaa!

        Çüşşşşşş!

        Yani zengin değilsen, yeni otomobil alamıyorsan, aldığın otomobil her türlü aktif-pasif güvenlik donanımına sahip değilse yola çıkmayacaksın.

        Niye?

        Çünkü herkese ahlaki ayar vermeye bayılan, delikanlılığın kitabını yazan Emrah Serbes Beyefendi içip içip direksiyona geçme özgürlüğünü kullanacak.

        Tüküreyim sizin yazdığınız delikanlılığın kitabına.

        ********

        MATEMATiK SORUSU

        SİZE bir sual sormak isterim.

        Hele hele okuyanlar arasında matematikçiler varsa bu sual asıl onlara.

        Biliyorsunuz, Türkiye’de 957 ilçe var.

        Süper Loto ise haftada bir kez çekiliş yapıyor.

        Son 5 yılda aynı ilçeye, Antalya’nın Muratpaşa İlçesi’ne tam 26 kez Süper Loto büyük ikramiyesi isabet etmiş.

        Haftada birden 5 yılda 260 çekiliş yapıldığını düşünürsek.

        Bu 260 çekilişten 26’sının 957 ilçe arasında aynı ilçeye isabet etme olasılığı kaçta kaçtır?

        ********

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Ezikleri biraz daha ezmek zorunda kalmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar