Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Beni uzun zamandır okuyanlar farkındadır muhtemelen...

        Meselelere bazen ters açıdan bakmayı severim.

        Bu kez de öyle yapalım. Türkiye’nin günlerdir tartıştığı ve hüküm verdiği konuya farklı bir açıdan bakalım.

        Türkiye’de Türk lirasının ani ve hızlı değer kaybetmesi nedeniyle iktidarıyla, muhalefetiyle tüm kesimler Türkiye’ye karşı bir “Ekonomik saldırı” ya da bir “Ekonomik komplo” kurulduğu yolunda fikir birliği etmiş görünüyorlar.

        ABD’nin rahip meselesini de bahane ederek ama aslında Ortadoğu’da çelişen çıkarlar nedeniyle Türkiye’ye karşı ekonomik bir hamle yaptığını ve Türk lirasının bu yüzden çok büyük değer kaybına uğradığını söylüyorlar.

        Peki ben şimdi kalkıp size, “Türkiye’ye ekonomik komplo şimdi kurulmadı. Komplo asıl 2000’li yılların başında kuruldu. Bugünkü durum o gün kurulan ekonomik komplonun sonuçları” desem ne dersiniz!

        “Bu adam delirdi mi?” demeden önce bir dinleyin bakalım.

        Hatırlayanınız var mı, 2002 yılında ortalama dolar kuru neydi?

        Uğraşmayın diye ben size söyleyeyim.

        2002 yılında Türkiye’de dolar kurunun ortalaması 1,513 TL idi.

        2002 sonunda AK Parti iktidara geldi.

        Allah var çok doğru işler yaptılar.

        Enflasyonu tek haneli rakamlara indirdiler bir iki yıl içinde.

        Ama sıfırlamadılar ya da negatif enflasyon yaşamadık hiç.

        Buna rağmen TL, dolar karşısında değer kazanmaya başladı.

        Dolar önce 1,4’e sonra 1,2’ye indi.

        Türkiye’nin enflasyon rakamı ABD’nin enflasyon rakamından daha yüksek olmasına karşın TL, dolar karşısında giderek değer kazandı.

        Hatırlarsınız, ünlü bir isim “1 dolar 1 TL olacak” diye ortalığı inletiyordu.

        Bu arada ekonomiye bir goygoy değil, bir bilim gözüyle bakanlar “TL fazla değerli” diye uyarıyor, ihracatçılar da “Kur baskısı bizi zora sokuyor” diyerek ağlaşıyorlardı.

        “Kura baskı yapılmasın ki, ihracat artsın” diyordu ihracatçı meclisleri.

        TL değer kazanıyordu ama üretim artışına bağlı bir değer kazanma değildi bu.

        Dışardan gelen “Ucuz” paranın Türk ekonomisine pompalanması nedeniyle TL değer kazanmış görünüyordu.

        Türkiye ise bu ucuz parayı sanayiye ve üretime değil, bir kısmı gerekli altyapı projeleri ile konut sektörüne yatırıyordu.

        Aynı dönemde üretime dönük tesislerin özelleştirilmesi yoluyla gelen yabancı kaynak da “Betonlaştırılıyordu”

        Türkiye’nin ucuz kaynağı üretime dönük harcamaması nedeniyle iştahı kabaran yabancı giderek daha fazla parayı Türkiye’ye soktu. Çünkü gelen para ya yola, inşaata, köprüye harcanıyordu.

        Ya da aşırı değerli TL sayesinde ithal otomobile, cep telefonuna ve hatta günlük tüketim mallarına harcanıyordu.

        Bu parayla sözde büyüyor, el parasıyla Mercedes’e, BMW’ye biniyorduk, en pahalı iPhone’larla mesajlaşıyorduk.

        Yıllarca bu komplonun farkına varmadık.

        Asıl komplo aşırı değerli Türk lirasıydı.

        Şimdi “Dolar nasıl bu kadar kısa sürede 7 lira oldu” diye şaşkınlıkla birbirimize bakıyoruz.

        Peki ya şöyle baksak meseleye.

        2002 yılından bu yana TÜİK’e göre Türkiye’de yıllık enflasyon ortalaması yüzde 9’un üzerinde.

        Yani TL her yıl yüzde 10’a yakın değer kaybetmiş.

        2002 yılında dolar karşısında 1,513 TL olan TL’nin her yıl yuvarlak hesap yüzde 10 değer kaybettiğini düşünüp basit bir çarpma hesabı yaparsak sizce bugün dolar kuru ne olur?

        Siz hesap makinasına davranmadan ben söyleyeyim.

        7 lira 30 kuruş.İsterseniz siz de sağlamasını yapın.

        Yediğimiz hurmaların, bugün tırmalaması şaşılacak bir şey değildir!

        ***

        Ekonomi ve yelkencilik

        Bilgisine ve aklına çok değer verdiğim bir bankacı dostumun yelken merakı vardı.

        Çok hızlı bir iş olan bankacılıkla, oldukça ağır aksak gibi görünen yelkenciliğin aynı kişilikte nasıl buluştuğunu anlamakta zorlandığım için bunu bir gün kendisine sordum.

        Verdiği yanıt şuydu:

        “Yelkencilik ile ekonomi yönetimi birbirine çok benzer. Rüzgarı kontrol edemeyeceğiniz gibi, ekonomide de dünyayı kontrol edemezsiniz.

        Yelkende dümende otururken, değişen rüzgar teknenin burnunu sağa sola iteledikçe, eğer siz de dikkatli iseniz eliniz dümende çok ufak hareketlerle teknenin burnunu hedefe doğru tutar ve hız kaybetmeden ilerlersiniz.

        Ama eğer sohbete daldıysanız veya bir şey yapmadan rüzgarın keyfini beklerseniz tekne çok sağa veya çok sola doğru giderek hedef rotadan çıkar.

        Siz bunu fark ettiğinizde aniden dümeni sonuna kadar çevirmeye mecbur kalırsınız. Bu sefer de tekne ters tarafa fazla gider. Bütün yolcuların midesi bulanır hatta bazen tekneye sıkı tutunmayanlar denize bile düşebilir.

        Halbuki zamanın küçük dokunuşlarla rotada kalırsanız bu ufak dokunuşları yolcular fark etmezler bile”

        Türkiye’nin en başarılı banka genel müdürlerinin boş zamanlarında yelken yapması boşuna değil.

        ***

        Tahkim’den ne alırız

        ABD Başkanı Trump, senatodan büyük oy farkıyla geçen bir teklifi onayladı.

        Buna göre Türkiye, 20 yıla yakın süredir içinde olduğu ve geç de olsa meyve verme aşamasına elen F 35 projesinde alacağı uçaklara 2. Bir emre kadar kavuşamayacak.

        Bu asla verilmeyecek anlamına gelmiyor.

        Parası ödenmiş, ikisinin teslimatı görüntüde olsa da yapılmış ama halen ABD’de bulunan bu uçakları büyük bir olasılıkla alacağız bir gün.

        Bunu herkes biliyor.

        Peki ya hiçbir zaman alamazsak.

        Bu şu demektir.

        Böyle bir durumda 2 uçaktan daha önemli sorunlarımız olacaktır.

        Bütün bir silahlı kuvvetler yapısının değişmesi gerekecektir.

        Ki gerekiyorsa o da değişir.

        Peki Başkan’ın dediği gibi, Tahkim’e gidersek ne olur?

        Olacağı belli.

        Tahkim’deki davayı yüzde 99,99 kazanırız.

        Ama uçakları alamayız elbette.

        Sadece o güne kadar ödediğimiz parayı, faizini ve tahkim masraflarını alırız.

        ***

        Referandum

        Son günlerde yanıtını en merak ettiğim soru şu.

        “Rahip Brunson’ı ABD’ye iade edelim mi, etmeyelim mi?" diye sorulacak bir referandum yapılsa sonuç ne çıkar.

        Tahminlerinizi veya referanduma vereceğiniz yanıtı mail adresime yollayabilirsiniz:

        faltayli@htgazete.com.tr

        Çekinmeden gönderebilirsiniz.

        Benden başkası görmez merak etmeyin.

        ***

        Emedur

        İddia o ki, Başkan Trump’un eşi Melania Trump, Predisent Trump’tan boşanmak için başkanlık döneminin bitmesini bekliyormuş.

        Bu bekleyişin uzun sürme ihtimali giderek artıyor çünkü Trump’ın ikinci dönemde de ofiste kalma olasılığı yükselişte.

        Tabii daha önce yargı yoluyla oradan indirilmez ise.

        Ben dünyadaki aklı başında herhangi birinin Trump’ı boşayan Melania’yı haksız bulacağını zannetmiyorum.

        Hayli hoş bir kadın olan Melania’nın aynen Jackie Onasis gibi, yeni bir koca bulmakta zorlanacağını da zannetmiyorum.

        Ama bir dönem daha evli kalmak zorunda kalırsa kendisine her gün bir adet Emedur tavsiye ediyorum.

        NOT: Emedur bir mide bulantısı ilacıdır

        ***

        Kızmak yok

        Sevgili okurlar, kızımın yüksek öğrenime başlaması nedeniyle bir süreliğine onunla beraber İstanbul dışında olacağım.

        Takdir edersiniz ki, bir baba için kızından daha önemli hiçbir şey olamaz.

        Bu yüzden bu 15 günlük süre içinde zaman zaman yazılarımda aksamalar olursa bilin ki vaktimi ona ayırıyorum.

        Buna da kızmayın.

        Kızarsanız da umurumda olmaz.

        Peşin peşin haber vereyim dedim.

        ***

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Bir kız çocuğunun babası olmaktan daha mutlu edici şeyin iki kız çocuğu babası olmak olabileceğini anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar