Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Müjde açıklandı dün.

        Zaten açıklanmadan önce de neredeyse tüm detayları ile sızmıştı bilgiler.

        “Karadeniz’de doğalgaz bulunduğunu” sağır sultan bile duydu müjde verilmeden önce.

        Sadece miktar net değildi.

        Dün onu da öğrendik.

        320 milyar metreküp.

        Türkiye yılda ortalama yaklaşık 45-50 milyar metreküp harcadığına göre 7 yıllık tüketimimiz.

        Hiç yoktan iyidir.

        Yılda 19-20 milyar dolardan 140 milyar dolarımız cebimizde kalacak demektir diye hesapladım ama Bakan’a göre 65 milyar dolarmış. (Yıllık 19 milyar dolar civarı olan doğalgaz faturamızın sıfırlanacağını zannederek bu hesabı yapmıştım.)

        REZERVİN TAMAMI ÇIKARILAMIYOR

        Muhtemelen aradaki farkın temel sebebi, açıklanan rezervin tamamının çıkarılamayacağı olabilir.

        Çünkü rezerv ile oradan yapılacak üretim arasında fark var ve buna “Reserve recovery factor” deniyor ve genelde yüzde 50 ila 70 civarında oluyor. Yani 320 milyarın 160-220 milyar metreküpü çıkarılabiliyor.

        Neyse sonuçta bir gaz var.

        Memleketi abat etmez ama iyi gelir.

        Bir karşılaştırma için şöyle demek mümkün; en büyük rezervlere sahip Rusya’nın bilinen rezervlerinin tamamı Türkiye’nin 1000 yıllık ihtiyacını karşılayabilir.

        Ayrıca umutlu da olmak lazım; sondajlar sürdüğü müddetçe yeni yataklar bulmamız da mümkün.

        REKLAM

        Kim bilir, belki biz bu gazı çıkarıncaya kadar yeni yataklar da keşfedeceğiz.

        Belki 320 milyar metreküplük rezerv zaman içinde katlanacak.

        Bilmiyoruz ama mümkün.

        Tabii bu keşfedildiği söylenen çıkarmak da bedava değil.

        Çıkarma maliyeti de var...

        BU GAZI ÇIKARMANIN MALİYETİ NE?

        Bunu öğrenmek için dünyanın en büyük petrol şirketlerinden birinde üst düzey yöneticilik yapan ve özellikle derin deniz sondajlarının güvenlik operasyonları konusunda tecrübeli bir arkadaşımı aradım.

        Pandemi döneminin ilk aylarını Trinidad açıklarında bir petrol platformunda rehin kalarak geçirmişti.

        Şimdilerde memlekette.

        Verdiği yanıtlar şöyle:

        - Fatihciğim tek bir kuyuyla rezerv tam bilinemez. Kaldı ki anladığım kadarıyla delme işi devam ediyor.

        Akıllardaki en önemli soru şu: Bu gaz miktarı çıkarmaya değer bir miktar mıdır?

        Yanıt net: Açıklanan miktar 11 tcf gaza denk geliyor. (Katar’ın rezervi 900 tcf, 1200’e çıkması bekleniyor) Geliştirme kıyılarından sonra bu rakamlar kesinleşirse üretim yapmaya değer bir alan olur.

        - Suyun derinliği ve sahanın ne kadar yaygın olduğu önemli. Yani tek bir platformdan üretilebilir mi, yoksa çok sayıda deniz dibi kuyuları mı açılacak bilmiyorum.

        Peki bir doğalgaz veya petrol rezervinin keşfinden sonra bunu pazara sunma aşamasına gelmek ne kadar sürer?

        - Bizim şirketin bulup 25 yıldır işletmeye alamadığı veya almadığı yerler var. Fiyat, rantabilite gibi nedenlerden. Ama normal şartlarda her şey uygunsa bir yatağın tespitinden sonra bunu çıkarıp piyasa verilecek hale getirmek 5 yıl gibi bir zamandır.

        Derin deniz sondajı pahalı bir iş midir?

        - Deniz sondajı zaten pahalı bir iştir. Deep offshore denilen derin deniz sondajı daha da pahalı bir iştir. Dibe bağlayabildiğiniz platformlar nispeten daha ucuzdur. Ama çok derin sularda dibe bağlayamadığınız ve motor tahrikiyle sabit duran platformların maliyeti çok yüksektir.

        REKLAM

        1 DERİN DENİZ PLATFORMU 1 MİLYAR DOLAR

        Ne kadar yüksek?

        - Bu tip platformların fiyatları 200 milyon dolardan başlar 1 milyar dolara yaklaşır. Günlük kiraları da 500 bin doları bulur. Biz bile genelde kiralamayı tercih ediyoruz artık. Şu anda kuzey denizinde altındaki rezerv bittiği için sökmeye çalıştığımız, başımıza bela onlarca platform var.

        Açıklanan bölge deep offshore mu oluyor bu durumda?

        - Açıklanan bölgede deniz derinliği 2100 metre, sahile uzaklığı da 100 mil civarı. O derinlikte sadece yüzen platform, FPSO (Floating Production Storage and Offloading) kullanılır. Kuyular da daha maliyetlidir haliyle. Kıyıya aktaracak boru hattı ile birlikte 5 milyar doları bulur çıkarma maliyeti.

        Sana kabaca bir hesap da yapayım. Benzer kuyulardan bizim maliyetimizden yola çıkarak kuyuları delmenin 2 milyar dolar, yüzen platformun 1 milyar dolar, boru hattının 1 milyar dolar ve sahildeki işletme istasyonunun 1 milyar dolar gerektireceğini söyleyebilirim.

        Kuyuların verimliliği, kuyulardaki basınç, sahanın genişliği, çıkacak gazda sülfür olup olmadığı da ayrı faktörler. Bin tane bilinmeyen var. Asıl maliyet bunlar netleşince anlaşılır.

        Uzman görüşü böyle.

        Sonuç olarak, birkaç yıl içinde çıkarmaya başlayacağımız, bir doğal gaz yatağımız var.

        Buna da şükür...

        Susturma

        Profesör Özgür Demirtaş ağır bir linçten geçti dün.

        Dün yazdığı tweet genel muhalif tavrıyla birlikte ele alındı ve gereğinden fazla kötüye yoruldu bence.

        Prof. Demirtaş, sosyal medyanın getirdiği şöhretin şehvetine kapılanlardan biri ama böyle bir linçi hak edecek bir şey de yapmadı doğrusu.

        Söylemeye çalıştığı şu:

        “Doğal kaynaklardan elde edilen gelir akıllıca kullanılmadığı zaman ülkeye refah ve mutluluk getirmez.”

        Ama bunu söyleyiş tarzı, muhalif kimliği ile de bir araya getirilince, kendisini linçe uygun biri haline getiriyor.

        Bu gibi linçler çok tehlikelidir.

        Herkesi susturduğunuz zaman, kandırılma riskiniz artar.

        Sizce kaç para eder bu otomobil?

        Sevgili okurlar, iki gün önce bir felaket ile karşı karşıya kaldım.

        TOGG’a yaptığım ziyaretin ve CEO Gürcan Karakaş ile yaptığım sohbetin 3. bölümü uçtu.

        Ben yazıyı gazetenin yazı sistemine koydum ve annemi ziyarete gitmek üzere yola çıktım.

        Meğer yazı arada bir yerde yok olmuş.

        Saatlerce uğraştığım bir yazının yok olması müthiş asabımı bozdu inanın.

        İşin daha kötüsü genelde röportajlarımı kayda almam.

        Küçük hatırlatıcı notlar alır ama genelini aklımda tutarım.

        Sonra kağıda dökünce aklımdan silerim.

        O yüzden de iki gündür aklımdan da sildiğim bölümü geri getirmek için uğraşıyordum.

        En iyisi kaldığımız yerden devam etmek.

        Yazdıkça hatırlarım diye umuyorum.

        Sevgili okurlar, yukarıda 2023 yılında yetişecek bir başka projeden doğalgaz keşfinden bahsettik.

        Burada da yine 2023 hedefli yerli otomobil projesine devam edelim.

        İkinci bölümü Talin Yıldız’la görüşmek üzere merdivenlerden aşağı iniyoruz diye bitirmiştik.

        Aslında tam da öyle olmadı.

        Gürcan Karakaş’ın ofisinden çıktıktan sonra diğer ofislere uğradık.

        Ofis dediğim aslında geniş açık alanlar.

        Oda hemen hemen yok gibi.

        İnteraktif bir çalışma ortamında birlikte çalışan bir grup mühendis.

        Oldukça keyifli görünen bir çalışma grubu.

        İlginç olan otomotiv endüstrisinde şimdiye kadar görmediğim oranda kadın çalışan olması.

        Sorunca öğreniyorum ki, yüzde 30’a yakınmış kadın çalışan oranı.

        REKLAM

        PAZARLAMA RENAULT’DAN

        Sonra bir kat aşağı iniyoruz.

        Burada da çalışma salonları ve küçük odalar var.

        Biz ise bir toplantı odasına giriyoruz.

        Burada da duvarlarda yazılar ve desenler dolu.

        Bir de bilimsel toplantılarda sunulan posterlere benzeyen posterler var sağda solda.

        Girdiğimiz toplantı odasında sandalye, tabure hak getire.

        Yine ayaktayız. Ortada yine kokteyl masası benzeri bir masa var.

        Bizim hemen arkamızdan Talin Yıldız giriyor odaya.

        Gürcan Karakaş “Bizi en çok bekleten çalışanımız Talin Hanım. Onun bize katılmasını çok uzun süre bekledik çoook” diye tanıştırıyor kendisini.

        Talin Yıldız Renault’nun Fransa’daki merkezinden transfer.

        Renault’da pazarlamada çalışırken TOGG’un teklifi üzerine memlekete dönmüş.

        Talin Hanım’a şirket unvanını soruyorum, şaşırıp Gürcan Bey’e bakıyor.

        Karakaş “Vallahi bizde öyle alışıldık biçimde unvanlar falan yok. Ama ille bir şey söylemek lazımsa CMO diyebiliriz” deyince Talin Yıldız’ın Chief Marketing Officer yani pazarlama bölümünün başkanı olduğunu anlıyorum.

        ÇOK FOCUS GRUP ÇOK FİKİR

        Talin Yıldız, ürün geliştirme aşamasına hedef kitleyi nasıl dahil ettiklerini anlatıyor.

        Farklı focus gruplar oluşturmuşlar.

        Yaş gruplarından, eğitim gruplarından, sosyo ekonomik gruplardan hatta kültürel gruplardan.

        Hayallerindeki otomobillerini anlatmalarını istemişler öncelikle.

        Hiç limitsiz.

        Sonuç ilginç olmuş.

        Kimse çok uçuk kaçık, çok avangard bir talepte bulunmamış.

        Herkes otomobil gibi bir otomobil tarif etmiş.

        Özellikler konusunda çok farklı fikirler çıkmış.

        Focus gruplardan istedikleri en önemli şey “Future projected” fikirlermiş.

        Bayağı verimli olmuş. Çok yön gösterici şeyler çıkmış.

        REKLAM

        Otomobilin imajı konusunda da sorular sormuşlar.

        İmaj ve markayı buradan aldıkları geri dönüşe göre oluşturmaya çalışmışlar.

        Talin Yıldız’a 3 yıl sonra çıkacak ve daha önce olmayan bir şey olacak olan üründe tüketici beklentisinin yön gösterici olup olmayacağını soruyorum.

        “Tabii ki çok yön gösterici değil. Ama beklentiyi biliyor olmak gerek. Bunun üzerine çıkmak için.”

        ONLAR YERE BASIYOR BEN UÇUYORUM

        Şu anda en çok üzerinde durulan konu otomobilin içindeki ara yüz.

        Bunun kullanıcı dostu olması için epey uğraşılıyor.

        Ben bir kez daha eleştirel bir biçimde lafa giriyorum.

        “Ortaya çıkacak nihai üründe belki çok avangard olmak gerekmeyebilir ama öncesinde sanki biraz uçuk olmakta fayda var” diyorum.

        Talin Yıldız Hanım’a dönerek “Renaultcusunuz, Avantime’ı bilirsiniz. Zamanın ötesinde bir tasarımdı. Evet tutmadı ama oradan gelen bilgi Renault’yu yıllarca öteye taşıdı ve çok da havalı oldu. Hadi onu bırakalım. Tesla 1,9 saniyede 100 km/s sürate çıkacak otomobil tanıtıyor. Bundan büyük bir pazar beklentisi olduğu için mi? Hayır! Ama neler yapabileceğinin ufkunu göstermeye çalışıyor. Herkesi kendinden söz ettirmeye çalışıyor. Keza Cyber Truck yarın bayilerde mi olacak? Belki de hiç olmayacak. Ama 250 bin sipariş aldı bir haftada. Otomobil sever tüm gençlerin bilgisayar Wallpaper’ı oldu. Böyle şeyler de yapmak lazım” diyorum.

        Bakıyorum ki, odadaki kimse benimle aynı fikirde değil.

        Bir sonraki fikrim olan “Bence bir Formula E takımı satın alıp TOGG adına yarıştırmanız lazım. Teknolojide, bilgide, ne aşamada olduğumuzun havasını atmalı, kendimizden söz ettirmeliyiz” şeklindeki fikrimi söylemeye dahi cesaret edemiyorum bile.

        EVİN, OFİSİN DEVAMI

        REKLAM

        Bu odada da bol bol “Global USE CASE Mobility Company” laflarını işitiyorum.

        Ekibin tümündeki heyecan üst düzeyde, orası çok hoşuma gidiyor.

        Otomobili bir tür cep telefonu uzantısı gibi düşünüyorum. Onlar bir adım ötesinde.

        “Evin ve ofisin devamı” gibi görüyorlar.

        PANDEMİ SAHİPLİĞİ SÜRDÜRECEK

        Sonra sahiplik konusunu açıyorum.

        “Gelecekte otomobil sahipliği çok azalacak. Siz hala sahipliğe göre davranıyorsunuz sanki” diyorum. Kiralama ve kullanım üzerinden ödeme seçeneklerini düşünüp düşünmediklerini merak ediyorum.

        Düşünmüşler.

        Ama pandeminin sahipliği yeniden güçlendirdiğini söylüyorlar.

        “Salgınlar çağı deniyor. Demek ki, kişisel güvenlik ve kişisel hijyen açısından sahiplik epey bir süre daha güçlü olacak. Ayrıca biri diğerine engel değil. İkisini de planlıyoruz” diyor Talin Yıldız.

        Bu adayı terk edip başka bölümlere doğru ilerliyoruz.

        Bu bölgede birçok toplantı salonu ya da odası var.

        Ekipler buralarda bir araya geliyor. Bazen farklı gruplar.

        Fikirler duvarlara yazılıyor, etkileşim sağlanıyor.

        Çok keyifli ve yaratıcı bir çalışma alanı.

        Bölümler perdelerle ayrılmış. Küçülüp büyüyebiliyor. Renkli koltuklar, divanlar, minderler var odalarda.

        ÇIFIT ÇARŞISI

        Oradan başka bir odaya giriyoruz.

        Çıfıt Çarşısı gibi bir yer.

        Koca bir masa.

        Üzerinde bir ben yokum.

        Kumaşlar, ahşap kaplamalar, metal kaplamalar, ahşap görünümlü kaplamalar, halı parçaları, boyalı metaller, boyasız metaller, metal olmayan metaller...

        Ne ararsanız mevcut.

        Tuhafiyeci gibi.

        Bunlar TOGG’un iç dizaynının elemanları aslında.

        Her nevi iç döşeme, iç kaplama.

        Boya örnekleri.

        REKLAM

        En kalitelisinden, en dandiğine kadar her şeyi inceleyip deniyorlar.

        Masada bir de kahverengi plastik acayip bir şey var.

        “Bu ne?” diyorum.

        Hikayesi ilginç.

        Zeytin çekirdeğinden yapılma bir kap.

        Gemlik’te üretileceği için ve marka bir yandan da çevreci mesajlar vereceği için böyle bir şey düşünmüşler.

        Zeytin’in her şeyi kullanıldıktan sonra kalan tek şey olan çekirdek talaşını bir proses sonrası plastik benzeri böyle bir ürüne dönüştüren bir start up bu teklifle gelmiş.

        Belki bazı plastik benzeri parçalar bu maddeden yapılacakmış.

        Çalışıyorlar.

        Boyalı metallerde ise iki renk öne çıkmış.

        Derin mavi ve derin kırmızı.

        Bunlar tanıtımdaki iki TOGG SUV’un da renkleri.

        “Otomobilin gövdesi metal mi olacak?” diye soruyorum.

        Çünkü geliştirme aşamasında kenevir dahil türlü kompozit malzeme denediklerini biliyordum.

        “Evet metal olacak. Şu anda en uygun ve maliyet olarak en iyisi o” yanıtını alıyorum.

        Bu odada TOGG’un iki maskot adayı ile de tanışıyorum.

        İki adet kobay.

        Bir kutu içinde yaşıyorlar ve asla kutudan çıkmıyorlar. Çünkü kutunun kenarındaki yüksekliği aşabileceklerine dair bir inançları yok.

        Bazı siyasi partilere benziyorlar sanki!

        Kendimce bir espri yapıyorum ve “Sızdırmazlık testi için mi kullanıyorsunuz?” diyorum.

        “Ne diyor bu” gibisinden bakıyorlar.

        Belli ki, Türk otomobil sanayii ile ilgili bu fıkrayı bilmiyorlar.

        KÖTÜ BİR FIKRADAN ZARAR GELMEZ

        Bari fırsat bu fırsat anlatayım:

        “Yıllar önce otomotiv mühendisleri bir uluslararası toplantıda ülkelerinin otomotiv endüstrisindeki başarılarını anlatıp hava atıyorlarmış.

        Alman mühendis demiş ki, “Biz su testi yaparız. Otomobilin üzerine 10 bar basınçla su püskürtür bu arada da 200 km/s hızla rüzgar estiren vantilatörler çalıştırırız. Otomobilin içine su girmiyorsa sızdırmazlık tamamdır.

        Japon mühendis “O da bir şey mi, biz otomobilin içinde yüksek basınçlı sis bombası yakarız. Otomobilin dışına duman sızmıyorsa sızdırmazlık tamamdır” demiş.

        Sonra ikisi birden Türk mühendise dönüp “Siz ne yaparsınız” diye sormuşlar.

        Türk ezilip büzülüp “Biz kedi testi yaparız” demiş.

        Nasıl yani diye sormuşlar.

        “Akşam mesai bitiminde otomobilin içine iki kedi bırakırız. Sabah gelip bakarız” demiş.

        Alman ve Japon çok etkilenmişler. “Vay be” demişler “Sabah kediler havasızlıktan öldüyse sızdırmazlık tamamdır. Müthiş bir şey ama biraz vahşi”

        Türk atılmış.

        “Ne ölmesi yahu, kediler otomobilin içinde ise hala sızdırmazlık tamamdır. Yok eğer dışarı kaçtılarsa nereden kaçtıklarını araştırırız.”

        REKLAM

        Neyse ciddi konulara dönelim hemen.

        BİR CEM BOYNER BİR BEN

        Malzeme seçimine de baktıktan sonra merdivenlerden birkaç kat aşağıya iniyoruz.

        Parmak izi ile açılan bir kapının önüne geliyoruz.

        “Bu odaya TOGG’un yetkili mühendisleri dışında girecek olan ikinci kişisiniz” diyor Karakaş.

        Diğerini merak ediyorum.

        “Cem Boyner” diyor. “Marka, imaj ve pazarlama konusundaki bilgi ve yeteneğini bildiğimiz için davet ettik, o da geldi” diye ekliyor.

        CEO Karakaş parmağını basıyor ve ekranda “4” yazıyor.

        Kapı açılıyor.

        “CEO 4’se 1, 2, 3 kim acaba” diye takılıyorum.

        “Bizim mühendis arkadaşlardır. Sık sık onlar girip çıkıyor buraya” diyor.

        Ve biz girince ışıklar yanıyor, kocaman yüksek tavanlı ışıl ışıl bir salon ve ortasında üç adet otomobil.

        İki SUV ve bir Sedan.

        TOGG serisi.

        İlk prototipler.

        İlk kez kanlı canlı karşımdalar ve bayağı bayağı güzeller.

        Gürcan Karakaş “Yukarıda masada gördüğünüz iki renk” diyor.

        Ben ise janjanlı açık mavi sedanın yanına gidiyorum.

        Bayağı güzel görünüyor.

        Biraz Uzakdoğulu havası var ama gerçekten güzel.

        Ancak bir prototip değil.

        Daha çok plastik bir kabuk. Kapısı açılmıyor, camı penceresi yok. Sadece görsel bir şey. Bir tür mokap.

        TÜRK’ÜN GÖZÜ ALDADIR

        SUV’lar ise gerçek. İkisinin ortasında duruyoruz.

        Mavi olanın bir ön panjuru var, kırmızı olan ise elektrikli olduğunu belli etmek istercesine panjursuz.

        Karakaş “Hangisini beğendiniz?” diye soruyor.

        Panjuru olmayan kırmızıyı işaret ediyorum.

        “Hayret onu genelde gençler beğeniyor” diyor.

        Gençliğimi tescillemenin mutluluğu içindeyim.

        “Diğeri gereksiz” diyorum. “Havaya gerek duymayan bir motor için bu ızgara aerodinamiği bozan bir şey. Gereksiz yere sürtünme ve gereksiz yere gürültü üretimi” diyorum.

        “Ama imaj ve azamet için gerekli buluyor bazıları” diyor.

        Ben de “İyi bir dizayn ile diğeri de azamet ve imaj oluşturacak hale getirilir” diyorum.

        Öğreniyorum ki, o yönde çalışmalar zaten yapılıyormuş.

        REKLAM

        Kapıyı açıp içine geçiyoruz.

        Mavi olan daha klasik çizgilere sahip.

        EKRANI BOL BULMUŞLAR

        Dashboard’da yan yana üç ekran hem sürücü hem yolcu bölümünün önünü kaplıyor.

        “Yolcu bölümünü de ekranla donatan ilk biz olduk” diyor.

        “Ferrari de yolcu bölümünün önüne bir gösterge paneli koydu” diyorum.

        Yana yana üç ekran gerçekten güzel. “Bunu tek parça boydan boya yapmaya çalışıyoruz. Ortağımız Vestel bize çok katkı sağlıyor bu konuda. Maliyeti de çok aşağı çekiyor. Onların çok yüksek volümlü siparişleri içinde bizimki çerez gibi kalıyor ve fiyatı çok iyi oluyor” diyor.

        Bir de ortada altta ekran var. Hayli büyük. Ama Tesla’nınki kadar değil.

        Ortaya çok güzel çözüm üretmişler. Akranın önünde ileri geri hareketleri kontrol eden kumanda ve çok hoş bir kol dayama yeri var. Ekrana kadar uzanıp çok iyi bir ergonomi sağlamış. Bu kadar iyisini hiçbir markada görmedim.

        Altta da benim çocukluğumun Amerikan otomobilleri gibi bütünlük var. Yani yolcu ayağını uzatıp gaza basabilir alttan.

        Bunun güvenlik açısından riskli olduğunu söylüyorum. Yere düşen bir şey sürücünün ayağının altına yuvarlanabilir.

        “Biliyoruz. Arayı minik bir panelle alttan kapayacağız” diyor

        Kırmızı araç daha bana göre. İçindeki detaylar çok çok hoş.

        Ama açık söylemek gerekirse hala fazla Pininfarina.

        Kapı ile gövdenin birleşme yerindeki Pininfarina yazısı söylüyor bunu, ben değil.

        Fakat içerideki kalite algısı çok yüksek.

        Modern iç hava bana biraz Peugeot 3008 ve DS7 Crossback’ı hatırlatıyor ama bu kesinlikle daha iyi.

        Hemen hemen hiçbir buton yok.

        Her tür kumanda ekranlarda olacakmış.

        “Audi yeni serilerinde buna yaklaşmaya başladı” diyorum. “Sürücü için dikkat dağıtıcı olabilir her şeyi ekrandan kumanda etmek” diye uyarıyorum.

        REKLAM

        Arka koltuk arkalarına ekran koyup koymayacaklarını soruyorum.

        Şimdilik öyle bir plan yok.

        “Cep telefonu ile bağlantılı iyi olur. Otomobil, yolcuların cep telefonları ile konuşabilir ve ekrana yansıtabilir” diyorum.

        Ama onlar bunu çoktan düşünmüş bile.

        “Cep telefonu çok kişisel bir şey. Ekrana yansıtılınca başkaları da görür. Sorun çıkar” diyor.

        Elhak doğru.

        Aileler bile dağılabilir.

        Tekrar dışına çıkıyoruz otomobilin.

        Aynaları işaret ediyorum ve “İçlerinde kamera varken bu koca ayna yuvalarına ne gerek var” diyorum.

        “Tüketici alışkanlığı” diyor Karakaş.

        “Bence koymayın. Boşuna rüzgar sesi yapar. Gereksiz, hatta kamerayı da biraz daha öne alın ki kör nokta olmasın” diyorum.

        Zaten otomobilin dışında en az 6 adet kamera olacağını öğreniyorum bu arada.

        Hayranlığımı gizlemiyorum.

        Karakaş soruyor, “Sizce kaç lira eder bu otomobil?”

        “Bu haliyle, bir de elektrikli olduğunu düşünürsek 70 bin dolardan bir kuruş aşağı olmaz” diyorum.

        “Tahmin iyi ama o kadar olmayacak çünkü batarya fiyatları büyük bir hızla aşağı iniyor. Bizim üretime başlayacağımız tarihte çok düşük olacaktır bu fiyat. O yüzden 70 bin dolar olmayız. Ama 25 bin dolara inemeyeceğimiz de kesin” diyor.

        Anladığım fiyat 50 bin dolar karşılığı bir TL civarında olabilir.

        Kafamdaki soru ise şu:

        “3 yıl az zaman değil. O zaman geldiğinde bu otomobiller biraz depasse olmuş olabilir mi?”

        Ama sorumun yanıtı hazır.

        “Dizayn üzerinde hala çalışılıyor.”

        Sonra TOGG SUV’dan inip fabrika maketinin başına geçiyoruz.

        Yarın da fabrikayı anlatırız inşallah.

        Ve tabii bu otomobili yapacak olan ekibi.

        Ve yan sanayiyi.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        En kötüsünün kendimizi kandırmak olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar