Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sağlık Bakanı Koca vaka sayılarının düşmeye başladığını, İstanbul’da yüzde 20’lik bir gerileme olduğunu söyledi.

        Söylediklerinin gerçek durumu bire bir yansıttığını kabul etsek dahi durum çok da iç açıcı değil.

        60 bin vakadan 45 bin vakaya inmek arzulanan sonuç olmasa gerek.

        Ama mücadeledeki zafiyete oranla yine de iyi bir gerileme diyebiliriz.

        Dün 23 Nisan’dı. Corona önlemi olarak 23 Nisan kutlamaları iptal edildi, resmi törenler bile doğru düzgün yapılmadı.

        Buna karşın Cuma namazlarına izin verildi.

        Ama tek bir şart vardı.

        Camilere yaya olarak gidilecek, otomobille gidilmeyecekti.

        Böylece yeni bir bilimsel veri ile tanıştık.

        Coronavirüs otomobilde bulaşıyor ama camide bulaşmıyordu.

        Ama buna da uyulmadı.

        Dün cami içleri lebalep, cami önleri ise otopark gibiydi.

        Pek çok caminin önünde sokağa çıkma yasağı gününde trafik kilitlendi.

        Kaldırımlar, yollar arka camı tuğralı Doblo’larla doluydu.

        Bu denli yüksek şuursuzluk oranı ile Sağlık Bakanı’nı suçlu ilan etmek pek de doğru değil.

        Bakan söyleyemiyor ama Corona Bilim Kurulu artık açık açık söylüyor, “Biz daha sert önlemler öneriyoruz siyaset kabul etmiyor. Tam kapanma olmadan olmaz” diye artık çekinmeden söylüyor Bilim Kurulu üyeleri.

        Siyaset ise pek oralı değil.

        Kendi yöntemleri ile mücadele ediyorlar ve yöntemlerinin bilime yakın, bilime saygılı olduğunu söylemek mümkün değil.

        Bu yüzden de Bakan Koca 45 bine düşen vaka sayısını başarı olarak görmek ve göstermek zorunda kalıyor.

        Çünkü böyle önlemlerle bu düşüş bile gerçekten başarı.

        Rusya'dan sevgilerle

        Rusya'dan sevgilerle
        0:00 / 0:00

        Corona ile mücadele cephesinden gelen tek olumlu haber Rusya’nın Sputnik aşısının çok yüksek koruma oranı açıklaması.

        Gamaleya’nın viral vektör aşısı Sputnik, yüzde 97 oranında etkili olduğunu göstermeye başladı.

        Bliyorsunuz bu aşı COVID 19’a karşı ilk geliştirilen aşılardan biriydi ve Rusya’da uygulanmasına başlamıştı.

        Türkiye’ye de "Arzu ettiğiniz kadar veririz" denmişti.

        Gerçi sonrasında Sağlık Bakanı, yaptığım bir konuşmada bu aşının üretim sürecinin biraz sorunlu olduğunu ve WHO (DSÖ)’nun bu aşının üretim koşulları ile ilgili eleştirilerinden söz etmişti.

        Rusya’nın Sputnik aşısı, yöntem olarak Oxford-Astra Zeneca’nın aşısı ile aynı özelliklere sahip ancak şimdilik ondan daha etkili ve aynı sorunlu yan etkileri göstermiyor.

        Ve yine görünen o ki, üretimle ilgili sorunları halletmişler.

        Her ne kadar henüz DSÖ onayı almadılarsa da yakında alacaklarına kesin gözüyle bakılıyor.

        Sputnik aşısının Türkiye için olumlu yanı ise bu aşı Türkiye’de üretilecek. Ya da daha doğru bir deyişle “Türkiye’de de” üretilecek.

        Şu anda Erciyes aşısının Faz 2 denemelerinde kullandığı aşıları da üreten ve kendi aşısı ile ilgili de çalışmaları olan Koçak Farma, Rus Sputnik aşısının da ana üreticilerinden biri olacak.

        Bu Türkiye’nin COVID 19 aşılama sürecini hızlandıracak ve gelecekte de garanti altına alacak bir gelişme.

        Yerli aşılar konusunda ise durum kısa vadede pek parlak görünmüyor.

        Faz 2 çalışmasına başlayan Erciyes aşısı Nisan gibi geçmesi beklenen Faz 3 çalışmalarına henüz geçemedi.

        Aşı üretim tesisi kurup, bunu lisanslandıran Abdi İbrahim şu ana kadar herhangi bir aşının üretim sürecine dahil olamadı.

        “Buldum buldum” diye aylardır ortalığı birbirine katan Ercüment Ovalı’dan henüz bir üretim göremedik.

        Yani anlayacağınız kısa vadede en umut veren iş Sputnik aşısı.

        Bu da şunu gösteriyor.

        Türkiye’nin bilimsel yapılanması yetersiz.

        Ve benim yıllardır dikkat çekmeye çalıştığım “Bilimsel enstitülerin desteklenmesi gerekliliği” artık çok net.

        Çünkü dünyada tüm başarılı aşı çalışmalarını bu enstitüler yürüttü.

        Kişiler değil.

        Tehlikeyi atlatmak

        Tehlikeyi atlatmak
        0:00 / 0:00

        Güçsüz ve zavallı eski Türkiye, sözde Ermeni Soykırımı iddialarının tanınmasını yıllarca şu veya bu şekilde engellemeyi başarmışken, güçlü ve etkili Türkiye bunu beceremedi.

        Son olarak Biden da aylardır görüşmediği Erdoğan'la görüşerek "Soykırımı tanımaya hazırlanıyoruz haberiniz olsun" demiş.

        Telefonun ucunda değildim ama öyle deniyor.

        Yani düne kadar "Soykırım demedi med yeghern, yani büyük acı" dedi diyerek avunduğumuz durum da ortadan kalkıyor.

        Şaşırtıcı değil çünkü Biden zaten bu tavrını baştan belli etmişti, yanına Kamala Harris'i de alınca perşembenin gelişi salıdan belli olmuştu.

        Biden, Erdoğan'a "Haziran'da NATO toplantısında görüşürüz" diyerek Türkiye'nin tepkisini yumuşatmanın da yolunu bulmuş kendince.

        Bu duruma "Golü yiyip tehlikeyi atlatmak" denir.

        Kaleniz baskıdan bunalmıştır, topu uzaklaştıramıyorsunuzdur.

        Golü yiyip rahatlarsınız.

        Türkiye'nin durumu tam budur.

        Üstelik de eskiden tribünde az da olsa taraftarımız, en azından bizim takımı destekleyen Hapoel taraftarları vardı.

        Artık o da olmayınca golü yemek kaçınılmazdı.

        Bundan sonra ne olur!

        Bu futbol anlayışı ile ve tribünleri terk eden taraftarlar ile daha çok gol yeriz gibi duruyor.

        Allah küme düşmekten korusun.

        TRT'nin haksız rekabeti

        TRT'nin haksız rekabeti
        0:00 / 0:00

        Türkiye’de özel televizyon kuruluşları haklarının yenmesine karşı neden bu kadar sessiz anlamak mümkün değil.

        Ama sessizler.

        Muhtemelen korkuyorlar.

        Çoğunluk gibi.

        Türkiye’de devlet, özel televizyonları, özellikle de muhalif gördüğü televizyonları kamuya bağlı şirketler ve kamu ile iyi geçinmek zorunda olan şirketler aracılığı ile terbiye ediyor, hizaya sokuyor.

        Bu kuruluşlara reklam vermeyerek ya da verdirmeyerek ekonomik sopa kullanıyor.

        İktidara yakın televizyonlara ise kulaklarından fışkıracak kadar reklam desteği sağlanıyor.

        Bu uygulama televizyonların canını zaten yeterince yakarken bir de TRT’nin haksız rekabeti ile karşı karşıya kalıyor özel televizyonlar.

        Hepimizin elektrik faturalarından aldığı payla zaten müthiş bir gelire ve neredeyse hudutsuz bir kaynağa sahip olan TRT, bir yandan da özel televizyonlar ile rating ve reklam yarışına giriyor.

        Devlet bütçesinden aldığı para ile özel televizyonların asla yaptıramayacağı düzeyde pahalı prodüksiyonlar ürettiriyor ve bu prodüksiyonlarla özel televizyonlar ile rekabet ediyor.

        TRT’ye bu prodüksiyonları yaptırma deme hakkımız yok.

        Yapabilir.

        Ama bu yolla özel televizyonlarla rekabet etmemeli.

        Bugün rating tablolarını açın yarısı TRT kaynaklı.

        TRT Çocuk bile orada.

        Reklam peşinde.

        Bu tartışmanın benzeri yıllar önce İngiltere’de yaşandı.

        Oradaki devlet televizyonu BBC ile ilgili olarak yaşanan bu tartışmadan sonra BBC bir karar aldı ve reklam almaktan vazgeçti.

        Kamu parası ile yarışa girip, sonra da burada özel sektör ile haksız rekabet yapmanın doğru olmadığı çok açık biçimde ortada olduğu için BBC reklam satıcısı olmaktan çıktı.

        Türkiye’de de aynı durumun olması gerekiyor.

        Ama bizim burada özel televizyonlar haklarını aramıyorlar.

        Aramayınca da haklarını veren olmuyor.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Bir hırka bir lokma diyenlerin kastı havyar lokması olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar