Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün yine peş peşe kadın cinayetleri.

        Tam sayıyı bilmiyoruz.

        Ama ikisini gördük, duyduk, güvenlik kameralarından neredeyse canlı izledik.

        Biri İstanbul’da.

        Melek yüzlü bir genç kız, Başak Cengiz, İstanbul’a eğitimini tamamlamak için gelmiş.

        Palalı manyağın bir başka türü, kılıçlı bir sapık tarafından sokak ortasında doğrandı.

        Yakalanan katil, “Kadın olduğu için öldürdüm” demiş. Çünkü erkek olsa karşı koyabilirmiş.

        Tek suçu kadın olmak anlayacağınız. Öldürülmek için tercih edilmiş olmasının başka hiçbir nedeni yok.

        Düşündükçe kahroluyor insan.

        Annemiz, eşimiz, kızımız aklımıza geliyor kadın olarak.

        Bir başka kadının ölüm yeri Ordu.

        Boşanmak istediği kocası sokakta görüyor kadını.

        Sürüyor kullandığı minibüsü üzerine, çarpıyor ve duvara sıkıştırıyor araçla. Yetmiyor bir de inip tekmeliyor üç çocuğunun annesini.

        Kadın oracıkta can veriyor.

        Onun da ölüm nedeni kadın olması.

        Çok aşikar olan koca şiddetinden bunalıp ayrılmak istemesi.

        İnsanın içinde durduramadığı bir öfke kabarıyor bunları okuyup, izlerken.

        Ve aynı anda bir haber daha geçiyor akrandan.

        Karısı yerine baldızını öldüren adama yargılanmakta olduğu mahkemede “İyi hal indirimi” uygulanıyor.

        İçine ettiğimin, sözde adaleti tarafından. (Acaba Diyanet İşlerimiz ne der bu baldız cinayetine?)

        Ve tüm bunların olduğu ülkede tek derdi kadını korumak olan “İstanbul Sözleşmesi” çok değil daha birkaç ay önce iptal edilmiş.

        Hem de imzalayan iktidar tarafından.

        “Merak etmeyin. Sözleşmeye gerek yok. Kadınları biz koruruz” yalanıyla.

        İşte koruduğunuz kadınlar ortada.

        Daha doğrusu kimi koruduğunuz ortada.

        Bu kafa ile yılmak yok korumaya devam.

        Türkiye’de tek bir kadın kalmayıncaya kadar.

        Hasta olduğunu kabul etmeyen tedavi olamaz

        Hasta olduğunu kabul etmeyen tedavi olamaz
        0:00 / 0:00

        Dolar 10 TL.

        Şaşırtıcı mı, değil.

        Birkaç hafta önce Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Burak Elmas, bir istişare kurulu topladı kulüpte.

        Eski başkanlar ve 2. başkanlardan oluşan.

        Güzel bir sunum yaptı, mali durum ve gelecek ile ilgili.

        Tek bir soru sordum, sunumu yapan yöneticilere.

        “2021-2022 sezonunun sonunda tahminen 14 liralık bir dolar kuru ile karşı karşıya olacaksınız. Bu kur ile bu giderleri karşılamaya hazır mısınız?”

        Bu tahmini “Alanım ekonomi” olduğu için değil, bu iktidarı bildiğim için söyledim.

        İş oraya doğru gider mi kesin bir şey söyleyemem ama bu artış hızının kesin sonucu mal ve hizmet kalitesinde düşüştür.

        Bazı alanlarda yokluktur.

        Özellikle de sağlık alanında.

        Zaten bazı ilaçlar artık bulunmamaya başlamış.

        Sarf malzemeleri de yakında yavaş yavaş eksilmeye başlar.

        SGK’nın zaten açıkları katlanarak büyür.

        Ki zaten, SSK’yı batırdı denilen Kılıçdaroğlu’nun 9 yıllık genel müdürlük dönemindeki toplam açığın 5 katını bir yılda veren SGK, tam batma noktasına gelir.

        Reel maaşlar az gelişmiş ülke kategorisine düşer, altyapı bozulmaya başlar, hizmetler önce kalite kaybeder, sonra ulaşılmaz hale gelir, sınıflar arası gelir uçurumu büyür.

        Ama şunu net olarak söylemek lazım.

        Türkiye böyle kriz dönemleri daha önce de gördü.

        Belirli programlarla bu krizleri atlattı.

        Büyümesini sürdürdü.

        Bu kez sorun kriz değil zaten.

        Bu kez sorun kriz olduğunun kabul edilmemesi, krizin görmezden gelinmesi, yok denilmesi.

        Hastalığın tedavisi için önce hastalığın kabulü, sonra teşhisi, sonra da tedavisi gerekir.

        Şimdi ortada hasta değilim diyen bir hasta var.

        Bu yüzden de teşhis ve tedavi aşamasına bir türlü geçilemiyor.

        İstanbul'a şahane bir hediye

        İstanbul'a şahane bir hediye
        0:00 / 0:00

        Karamsarlığın üzerine biraz da güzel bir şeyden söz edelim.

        Geçenlerde Galataport’a gittim.

        Neredeyse 150 yılı aşkın süredir İstanbulluların erişimine kapalı İstanbul’un Karaköy ve Salı pazarı arasındaki sahile.

        Hatırlayacaksınız, 2006 yılında burası özelleştirmeye çıkarıldı.

        Sami Ofer adlı bir İsrailli işadamı neredeyse bedavaya burayı aldı.

        O zaman benim başında bulunduğum gazete bu satışa büyük tepki gösterdi.

        İhale iptal edildi.

        Sonra yeniden ihaleye çıkarıldı ve bu kez Doğuş Grubu ve Bilgili grupları ihaleyi kazandı.

        Sami Ofer’in 49 yıllığına neredeyse bedava (220 milyon dolar) aldığı yere Doğuş-Bilgili ortaklığı 30 yıl için peşin 702 milyon dolar artı KDV ödedi.

        Üstelik de inşaat izni 2 emsalden 1,5 emsale düşürüldü.

        Yani Doğuş-Bilgili ortaklığı Galataport’a İsrailli Ofer’in neredeyse 8 katı para ödedi.

        Buna rağmen davalar açıldı, iş yıllarca durdu, sonunda davalar bitti, inşaat başladı ve Galataport geçen hafta açıldı. Ben de gezmeye gittim.

        Çok akıllıca yapılan, müthiş bir yer olmuş.

        Her şeyden önemlisi yaklaşık 1,5 kilometrelik bir sahil şeridi 150 yıl sonra halka açılmış.

        Müthiş bir teknoloji kullanılarak, limana inip kalkan bir zemin uygulanmış ve gemiler yanaştığı anda, geminin yanaştığı kadar bölümünde zemin yükselerek gümrüklü bölgeyi halka kapatıyor ama sahilin geri kalanı halka açık oluyor.

        REKLAM

        İstanbul’un hemen hemen 250 derece ile en güzel manzarasına sahip oluyorsunuz.

        Gemilerden inen yolcular ise hemen yer altına iniyor ve oradaki gümrükten geçerek, yine yer altı garajına gelen otobüslerle şehir turuna çıkabiliyor ya da aynı yerden taksilere binerek veya otomobil kiralayarak ya da yaya olarak İstanbul’a girebiliyorlar.

        Asıl “Port” yerin altında anlayacağınız.

        Yukarda ise muhtemelen İstanbul’un en güzel alışveriş sokakları oluşturulmuş, sahilde ise İstanbul’un en iyi manzarasına sahip restoran ve kafelerinde oturup yemeğinizi yiyebiliyor, içkinizi yudumlayabiliyorsunuz.

        Sahilin Karaköy ucundaki eski tarihi binalar ise ya renove ediliyor, renove edilemeyecek durumda olanlar ise yıkılıp, bire bir aynı mimari ile yeniden inşa edilerek otel haline getiriliyor.

        Yanlarına ise bir kongre ve toplantı merkezi yapılıyor.

        Çarşı bölümü de öyle sadece lüks markaların yer aldığı bir yer değil.

        Her türlü markanın bulunduğu bir ortam. Hatta lüksten mümkün olduğunca uzak durulmuş ama bence birkaç yıl içinde lüks markaların buraya akın etmesi kaçınılmaz bir sonuç.

        İstanbul’un “Kordon boyu” olarak tanımlanabilecek şahane sahilin dışında benim en beğendiğim bölüm ise İstanbul Modern Müzesi’nin hemen önündeki büyük meydan oldu.

        Meğer burada tarihi bir saat kulesi varmış ama haberimiz yokmuş.

        Birkaç metresi toprak altında kalan ve metruk hale gelen bu saat kulesinin çevresi temizlenmiş, onarılmış, saati tamir edilmiş ve çevresi geniş bir meydan haline getirilmiş.

        Bana göre İstanbul’un en güzel meydanı olmuş.

        Bir yanında İstanbul Modern, bir yanında ise MSÜ ve Kültür Bakanlığı’nın sergi alanları.

        Açıkçası çok ama çok beğendim.

        Burayı kiralayanlara elbette teşekkürler ama projeyi böylesine iyi yaparak burayı halka açan Doğuş Grubu'na ama özellikle de bu projeye fikri katkısının çok büyük olduğunu bildiğim Bilgili Grubu’na İstanbul adına teşekkür etmek istedim.

        REKLAM

        Buraya 1,8 milyar dolar para ve 10 yıl harcamışlar.

        İstanbul’a şahane bir yer kazandırmışlar.

        Bu arada Galataport’un şahane bir de maketi yapılmış.

        Keşke bu maketi ziyaretçilerin de görebileceği bir yerde sergileseler de, yapılan işin muhteşemliğini bir bütün halinde herkes görebilse.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Gerçeği gizlemenin ihanetle eş değer olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar