Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bir şarkıcı, bir “izleyici-dinleyicinin” gönderdiği şampanyayı beğenmeyince, kadehindeki içkiyi, getiren garsonun kafasından aşağı boşaltmış.

        “Bu ne böyle elma suyu gibi. Sen bana doğru düzgün şampanya getir” diyerek.

        Memlekette kıyamet kopuyor.

        Oysa şarkıcı hanım kızımıza kızmanın alemi yok, durum tam bir ülkemiz gerçeği, yaptığı hareket memleketin, Türkiye'nin aynası.

        Yeni Türkiye hali, pürmelali...

        Diyeceksiniz niye.

        Çok basit.

        Bir sahtekarlık zincirinin sonunda rezilliğin ortaya dökülmesi sonrası kabağın en az günahı olan, en garibanın kelimenin tam anlamıyla başına patlaması durumu.

        Oysa zavallı garsonun bu konuda hiç ama hiç suçu yok.

        Eğlence yerinin patronu, “Masası var” diyerek bir sanatçıyı yüksek ücretle sahneye çıkarıyor.

        Çünkü sanatçının paralı hayranları ve destekçileri var ve sahneye o çıkarsa gelenler çok para harcayacak, eğlence yeri çok para kazanacak.

        Zaten şarkı söyleyecek olan kişi de bunu biliyor.

        Gelenlerin amacı muhteşem bir konser dinlemek değil, sanatçıya para harcıyor gibi görünüp zenginliğini göstermek, çevreye hava atmak.

        Nitekim şarkıcı sahneye çıkar çıkmaz, müzik dinlemek değil, kendini göstermek için oraya toplanmış olan güruh, sanatçıya pahalı içkiler, tercihen şampanya yollamaya başlıyor.

        Kısa süre içinde bu bir yarışa dönüşüyor.

        Biri 10 şişe yolluyor. Öbürü 15, diğeri 20.

        Ama yollananlar aslında şampanya falan değil.

        Şampanya şişesine benzer şişelere doldurulmuş, içine karbondioksit basılmış kötü üzüm suyu. Hatta bazen üzüm suyu bile değil.

        Çünkü şampanya pahalı ve değerli bir ürün.

        Yollayan da gidenin şampanya olmadığını biliyor, yollanan da, satan da.

        Yapılan aslında ucuz bir gösteri.

        Bir sonradan görme hatta görmemişlik gösterisi.

        Ama belli ki, yollanan ucuz şampanyalardan beklenen kâr elde edilemeyince büyük patron daha fazla harcama yapılsın istiyor.

        Şarkıcı da müşterinin ucuz şampanya değil, pahalı şampanya yollamasını doğrudan söyleyemediği için garsonun başına sözde şampanyayı boşaltarak müşteriye mesaj yolluyor.

        Şampanya garsonun başına patlıyor.

        Garson ise çaresiz.

        Aslında o şişeyi ne yapması gerektiğini gayet iyi biliyor ama yapamıyor.

        Çünkü bildiği bir diğer şey, işsiz kalırsa ona kimsenin bakmayacağı, Suriyelilere karşılıksız verilen sağlık hizmetinin kendisinden esirgeneceğini de, Suriyeli göçmenlerin cebine koyulan paraların da kendisine verilmeyip açlığa mahkum edileceğini biliyor.

        O yüzden sessizce kabulleniyor başına patlayan şampanyamsı sıvıyı.

        Ama biliniz ki, o garibanın başına dökülen şampanya çarpar adamı.

        Mucidi Dom Perignon adlı bir kutsal papaz olduğu için değil.

        Garibanın ahı alındığı için.

        Garibanların ahını alanlar, baş köşelerde, saraylarda ağırlandığı için.

        Türklerin hayatını kim kolaylaştıracak!

        Türklerin hayatını kim kolaylaştıracak!
        0:00 / 0:00

        İktidarın artık oyu Suriyelilerden beklediği daha açık ve net itiraf edilemezdi.

        Milli Savunma Bakanı emekli orgeneral ve eski Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar şöyle demiş:

        “Biz Türkiye ve Suriye’de 9 milyon Suriyeli kardeşimizin hayatını kolaylaştırıyoruz.”

        Okuyunca gözlerime inanamadım.

        “Yok canım dememiştir” dedim.

        “Bu muhalif basın da çok ama çok kötü niyetli. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakanı böyle bir lakırdı etmez” diye düşündüm.

        “Onca devlet görevinde bulunmuş, onca yüksek rütbe ve makamı işgal etmiş birisinden bu söz çıkmamıştır” diye inanmak istedim.

        Bu yüzden de bir Bakan’ı karalamak için maksatlı haber yapan muhalif basına değil, devletin resmi kaynaklarına yöneldim.

        Açtım Anadolu Ajansı'nı.

        İnanamadım.

        Demiş.

        Hem de Anadolu Ajansı’nın editör masasına konuk olmuş, orada söylemiş.

        Yine inanmadım.

        “Anadolu Ajansı'nı hacklemiş olabilirler” dedim.

        İktidarın bir başka güvenilir haber kaynağına yöneldim.

        REKLAM

        TRT Haber’e baktım.

        Aaaa.

        Vallahi de demiş, billahi de demiş.

        Tam “Türk vatandaşlarının oylarıyla seçilip, Suriyelilerin hayatını kolaylaştırmak da neyin nesi. Suriyelilerin hayatını kolaylaştırmak uğruna bizim hayatlarımızı perişan ettiniz” diye yazacaktım ki, hatırladım.

        Zaten seçilmedi.

        Atandı.

        O atamayı yapanlar, inşallah yarın öbür gün “Zaten o da, o makama liyakatle gelmemişti” demezler.

        Hak etmek, itiraf etmek

        Hak etmek, itiraf etmek
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin en zorlu dönemlerinde, en önemli koltuklara o görevlere hiç ama hiç layık olmayan insanların oturtulduğunun itiraf edilmesi, ilginçtir ki ülkede en küçük bir tepki ve şaşkınlığa neden olmadı.

        Layık olmayan ve hak etmeyenlerin işgal ettiği makamlar öyle dandik görevler değil.

        Hani bir kamu kurumuna hak etmeden genel müdür, bölge müdürü, şube müdürü falan yapılmış değiller.

        Bahse konu makamlardan biri Dışişleri Bakanlığı, diğeri Ekonomi Bakanlığı, bir diğeri Başbakanlık.

        Hak etmediği halde, layık olmadığı halde 2 kişi Dışişleri Bakanı yapılmış, aynı iki kişiden biri aynı zamanda Ekonomi Bakanlığı yapmış hem de Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli Ekonomi Bakanlığı. Diğeri ise Dışişleri Bakanlığı'ndan sonra bir de parti genel başkanlığı ve Başbakanlık görevlerinde bulunmuş.

        Tüm bu görevleri hiç hak etmeden, hiç layık olmadıkları halde yürütmüşler.

        Yıllarca.

        Hatta hiç layık olmadığı halde önce Dışişleri Bakanı sonra Başbakan yapılanı ondan önce yıllarca iki Başbakan’a dış politika danışmanlığı yapmış.

        Ve bunun itiraf edilmesi memlekette vakayı adiye.

        Muhalefet dahil hiç kimse “Bak şu işe” falan demiyor.

        Ya da en azından “Bu düzeyde liyakatsiz atamalar yapılıyorsa biraz daha alt düzeyde kim bilirneler oluyordur” diye sormaya daha tenezzül etmiyor.

        Anlaşılan ülkede liyakatsizlerin göreve getirilmesi artık çok kanıksanmış bir durum.

        Acaba bugün layık olmadığı halde çeşitli koltuklarda oturanlar kimler?

        Onları da birkaç seneye öğreniriz herhalde.

        Ve tabii yine hiç şaşırmayız.

        700 milyon dolarlık SİHA satmışız

        700 milyon dolarlık SİHA satmışız
        0:00 / 0:00

        Türk Silahlı Kuvvetleri’nde önemli bir mevkide bulunan bir dostumuz, önceki günkü yazılarımdan birine itiraz eden bir mesaj yollamış.

        “İran da İHA ve SİHA yapıyor diyerek Türk İHA ve SİHA’larına haksızlık etmişsin” demiş.

        “Bu karşılaştırma doğru bir karşılaştırma değil. İran SİHA’larının savaş alanında hiçbir başarısı yok. Türk SİHA ve İHA’ları ise Libya ve Karabağ’da savaşın seyrini değiştirdi. Suriye’de ve Irak’ta yaptıkları ortada. SİHA’ları Türkler kadar etkili kullanan yok. Türkiye SİHA kullanımı ile savaş konseptini değiştirdi. İHA ve SİHA ihracatımız 22 ülkeye yapılıyor ve geçen yılın ihracat toplamı 700 milyon dolar. Bu yıl daha da fazla olacak” demiş.

        Değerli komutanımızın bu sözlerine hiçbir itirazım yok.

        Doğrudur.

        Umarım daha fazla satarız. Tabii TBMM bilgisi ve onayıyla olmak kaydıyla.

        Zaten benim lafım İHA ve SİHA’larımıza değil.

        Sadece İHA ve SİHA yaparak büyük devlet olduğumuzu zannedenlere...

        200 kaç eder

        200 kaç eder
        0:00 / 0:00

        1000 ve 500 TL’lik banknotların tedavüle sokulacağı iddiası yalanlandı.

        Öyle bir çalışma yokmuş.

        2009 yılıydı.

        Yeni Türk lirasının en pahalı banknotu olarak piyasaya verilmişti 200 TL’lik banknotlar.

        Ciddi bir para idi.

        200 TL’lik banknot ile o sırada yaklaşık 133 dolar satın alınabiliyordu.

        1,44’lük parite ile dolar karşısında en değerli günlerini yaşayan euro’dan ise 95 adet satın almak mümkündü.

        Aradan 13 sene geçmiş.

        Bugün aynı 200 TL’lik banknot ile sadece 11 dolar ya da 10 euro satın alınabiliyor.

        Ama Allah'tan ekonomimizde işler yolunda ve gelişmiş ülkeler bizi kıskanıyor.

        Ya bir de ekonomimiz kötü olsaydı!

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        İhanet ile beceriksizliği ayırt etmekte zorlanmak zorunda kalmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar